13 Ekim 2006 Sayı: 2006/40 (40)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye düzeni tüm kurum ve kesimleriyle emperyalizmin hizmetinde
  Askeri darbe tartışmaları ve sınıfsal tutum
  Sivilleşme iddiaları ve ordu-polis çatışması üzerine
  AKP hükümeti ve ordu
  ABD Türkiye'yi ikinci bir İsrail yapmak istiyor
Ekonomideki yıkım tablosu ve sermayenin “yabancılaşma” korkusu
Gençliğin baskı ve soruşturma karşıtı
eylemlerinden
Eski bir talebenin hatıra defteri veya notlarına dair/ Yüksel Akkaya
 İstanbul İşçi Kurultayı'na doğru...
Daha fazla çaba, daha fazla inisiyatif, daha fazla enerji, başarıya daha etkin bir kilitlenme! / Orta sayfa
  Kurultay çalışmalarından
  Eylem ve etkinliklerden
  Tuzla Deri-İş Genel Başkan Yardımcısı
Musa Servi ile sınıf hareketinin sorunları
üzerine konuştuk
  Düzen medyasındaki avanaklar halkı “avanak” yerine koymaya çalışıyor.
  Devlet terörüne karşı omuz omuza!
  Ekim Gençliği’nden
  Türk-İş Genel Mali Sekreteri ve Demiryollş
Sendikası Genel Başkanı Ergün Atalay'dan Kızıl Bayrak'a yanıt
  Rice'ın gezisi ve Ortadoğu'da kirli oyunlar
  Morales yönetimi maden işçilerinin
katledilmesini önleyemed
i
  Dünyadan
  “Yeni bir dünya, yeni bir kültür için enternasyonal gençlik buluşması''
başarıyla gerçekleştirildi!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sivilleşme iddiaları ve ordu-polis çatışması üzerine

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın son konuşmasında hedef gösterdiği TESEV almanağında yazısı bulunan polis akademisi öğretim görevlileri hakkında soruşturma başlatıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü'nden yapılan açıklamada, söz konusu almanak ile uzaktan yakından bir ilgilerinin bulunmadığı, almanakta yazısı bulunan akademi öğretim üyelerinden hiçbirinin, Emniyet Genel Müdürlüğü'ne veya Polis Akademisi Başkanlığı'na başvuruda bulunmadığı ve kendilerine izin verilmediği belirtildikten sonra, söz konusu öğretim görevlileri hakkında soruşturma başlatıldığı açıklandı.

Büyükanıt söz konusu konuşmasında, “Dökümanı oluşturan 22 bölümden 9'unun Polis Akademisi tarafından yazıldığı”nı, büyük bir öfkeyle ifade ediyor. Bu öfke, diğer 13 bölümü çok da önemsemediği, en fazla TSK eleştirisine polisin de katılmış olmasına köpürdüğünü gösteriyor. CHP'nin sürekli dillendirdiği -ve aslında alenen sürmekte olan- kadrolaşma faaliyeti konusunda, hükümet partisinin, en fazla polise ağırlık verdiği, en son hükümete karşı yıpratma operasyonu kapsamındaki bombalı tüfekli komplolar sırasında ortaya çıkmıştı. Polisin Atabeyler çetesini derdest etmesiyle operasyona ara verilebilmişti.

Ordu o zaman, poliste ifadesi alınan çete üyelerini, yine büyük bir öfke ile korumaya almış, sonrasında da “bağımsız yargı” kararlarıyla aklanmalarını sağlamıştı. Fakat bu gelişmelerden bu yana, söz konusu kadrolaşma nedeniyle, kurumdaki AKP kadrolarını bile değil, her fırsatta doğrudan kurumu hedef alacak şekilde öfkesini kusuyor. TESEV almanağı bunun en son tezahürü oldu. Burada polise yönelen öfkenin aslında hükümete yöneldiği çok açık.

Diğer yandan, iç güvenlik, dış güvenlik ve terörle mücadele konusunda çalışma yapan Jandarma Genel Komutanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün istihbarat birimleri arasında koordinasyonu sağlamak üzere kurulan Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü'nün “sivilleşme yönünde önemli bir adım” diyerek reklamı yapılıyor. Hatta, söz konusu kurumun Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) etkinliğini azaltmasının beklendiği ekleniyor. FBİ modeline göre kurulduğu bildirilen kurumun diğer birimler arasında ne yapabilir bilemiyoruz ama, Jandarma Genel Komutanlığı (aslında Jitem) ile Emniyet arasında koordinasyon sağlayabilme şansı hiç görünmüyor. İki kurum arasındaki bu gerginlik sürerken, hele de başbakanlığa bağlı bir birimin koordinasyon sağlayabilmesine imkan bulunmuyor.

Kuruma yönelik “sivilleştirme”, “MGK'nin etkinliğini azaltma” gibi kurgulara gelince, bunların nasıl ham hayal olduğunun en güzel kanıtı, yine ordu tarafından gösterilmiş oldu. Önce sırayla üç kuvvet komutanı, ardından da ordunun başı, yaptıkları konuşmalarla, siyasi erklerine halel getirmeyeceklerini “hatırlattılar”. Yetkilerini anayasadan aldıklarını da... Ona hiç kuşku yok. Elbette anayasadan alacaklar yetkiyi. O anayasa faşist bir darbenin ardından silahların gücüyle kendileri tarafından yazdırılmış bir anayasa çünkü. Darbecilerden hesap sorulmadığı, darbe yasaları yürürlükte kaldığı sürece, ne MGK'nin siyaset üzerindeki gölgesi ne asker vesayeti kalkabilecektir. Aslında 3-5 liberal dışında, düzen cephesinde bu vesayetin kalkmasını samimi olarak isteyenin bulunmadığı da ortadadır. Çünkü onlar, bu düzenin ayakta kalabilmesi için silahların gölgesine ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü er ya da geç sosyalizm hayaletinin bu topraklarda ete-kemiğe bürüneceğini biliyorlar.

Ancak, o hayaletin kanlı canlı karşılarına çıkmasına, ne darbe yasaları, ne bu yasalardan aldıkları güçle iktidar erkini elinde tutan orduları engel olabilir. Günü geldiğinde, tüm yetkileri güç aldıkları anayasalarıyla birlikte ‘tağyir ve ilga' edilecek, işçi sınıfının özgürlükçü, eşitlikçi, adil yasaları yazılacak yerine. Ve bu kez de, bu yeni yasalardan aldığı yetki ve güçle, işçi sınıfının orduları, milisleri “koruyup kollayacak” sosyalist düzeni.

-------------------------------------------------------------------------------------

Türk birlikleri Lübnan yolunda...

Emperyalist ordulara piyon olmayacağız!

Türkiye'den Lübnan'a gönderilecek ilk kuvvet belli oldu. 1997 yılında Amerika'dan satın alınan Gaziantep adlı fırkateyn 6 Ekim'de Marmaris'ten yola çıktı. Fırkateyne 2 de hücumbot eşlik ediyor. Gaziantep fırkateyninde subay, astsubay ve erbaş olarak 222 personel görev yapıyor.

Basında yer alan haberlere göre bu fırkateynin ardından, 12 Ekim'de de kara birlikleri Ankara'dan uğurlanacak, buradan Mersin'e geçen birlikler, İskenderun ve Serdar isimli çıkarma gemileri tarafından Lübnan'a götürülecek. Kısa sürede iki korvet tipi savaş gemisi de Akdeniz'de karakol görevi yapmaya başlayacak.

Kara birliğinin yaklaşık 300, deniz gücününse 700 personelden oluşacağı söyleniyor.

Ayrıca, Nakura'daki BM karargahında irtibat için Türk subaylar da görev yapacak.

Lübnan'a asker gönderme kararı, 28 Ağustos'ta toplanan Bakanlar Kurulu'nun ardından Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından açıklanmıştı. Kararın açıklanmasını takip eden günlerde de, TSK'nın “hazırlık yapıldığı” yönlü açıklamaları yer almıştı medyada. Fakat görüldüğü gibi, gönderme işi bugüne, Erdoğan'ın ABD'nin “huzura kabul”ü sonrasına sarktı. Kabulün hemen ardından da birliklere hareket emri verildi.

Lübnan'a asker gönderilmesi, zaten çoktan kabul edilmiş bir emirdi. Huzura kabule ilişkin kimi haberlere bakıldığında, ABD için bölgenin başka ülkelerine asker verme emrinin de kabul edildiği anlaşılıyor. Yani ABD'nin Ortadoğu seferi Lübnan'a asker göndermekle sınırlı olmayacak. Kaldı ki, sadece Lübnan olsa bile, bu, kabul edilebilir bir karar değildir. Türkiye'nin işçi ve emekçi gençleri, hiçbir koşulda ABD-İsrail ordularına piyonluk yapamaz.

Türkiye işçi sınıfının, emekçi halklarının ABD'ye değil, ABD saldırıları altında inleyen, emperyalizmin bombardımanlarıyla viraneliğe dönen ülkelerdeki kardeş halklara karşı görev ve sorumluluğu var. Tarihi bağların ötesinde, onlarla aynı kaderi paylaşıyoruz ve çok güçlü dayanışma bağları oluşturamazsak eğer, bu aynı kaderin aynı acı sonuçlarıyla karşılaşmaktan kurtulamayacağız. Emperyalizme boyun borcu olanlar ülkenin egemen sınıfları ve devletidir.

Kölelik bağlarını kuran da, bunun gereklerini yerine getirmek için yırtınan da onlardır. Fakat egemen burjuvazinin ve devletinin kurduğu bu kölelik bağları, her zaman işçi sınıfı ve emekçi halkların köleleştirilmesini amaçladı. Şimdi, bu bağların gereği emperyalist ordulara piyonluk yapmaya sıra geldi ve gene işçi ve emekçi gençler cepheye sürülüyor.

Türkiye işçi sınıfı bu “gidiş”e dur demek zorundadır. Bölgenin kardeş halklarıyla en etkili ve anlamlı dayanışma, gençlerimizin emperyalist orduların emrine koşulmasını engellemektir. Türkiye'nin devrimcileri, sosyalistleri, ilerici-demokrat aydınları, bölge halklarıyla sınıfsal dayanışmanın örgütlenmesi için azami çabayı göstermek zorundadır.