13 Ekim 2006 Sayı: 2006/40 (40)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye düzeni tüm kurum ve kesimleriyle emperyalizmin hizmetinde
  Askeri darbe tartışmaları ve sınıfsal tutum
  Sivilleşme iddiaları ve ordu-polis çatışması üzerine
  AKP hükümeti ve ordu
  ABD Türkiye'yi ikinci bir İsrail yapmak istiyor
Ekonomideki yıkım tablosu ve sermayenin “yabancılaşma” korkusu
Gençliğin baskı ve soruşturma karşıtı
eylemlerinden
Eski bir talebenin hatıra defteri veya notlarına dair/ Yüksel Akkaya
 İstanbul İşçi Kurultayı'na doğru...
Daha fazla çaba, daha fazla inisiyatif, daha fazla enerji, başarıya daha etkin bir kilitlenme! / Orta sayfa
  Kurultay çalışmalarından
  Eylem ve etkinliklerden
  Tuzla Deri-İş Genel Başkan Yardımcısı
Musa Servi ile sınıf hareketinin sorunları
üzerine konuştuk
  Düzen medyasındaki avanaklar halkı “avanak” yerine koymaya çalışıyor.
  Devlet terörüne karşı omuz omuza!
  Ekim Gençliği’nden
  Türk-İş Genel Mali Sekreteri ve Demiryollş
Sendikası Genel Başkanı Ergün Atalay'dan Kızıl Bayrak'a yanıt
  Rice'ın gezisi ve Ortadoğu'da kirli oyunlar
  Morales yönetimi maden işçilerinin
katledilmesini önleyemed
i
  Dünyadan
  “Yeni bir dünya, yeni bir kültür için enternasyonal gençlik buluşması''
başarıyla gerçekleştirildi!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Ekonomideki yıkım tablosu ve sermayenin “yabancılaşma” korkusu

Sermaye cephesinde ekonomiye ilişkin konular son zamanlarda daha fazla tartışılır oldu. Herkesin de hatırlayacağı gibi, bundan kısa bir zaman öncesine kadar hükümet, düşen enflasyon rakamlarına, faizlerin gerilemesine, hızla artan ihracata ve nispeten sorunsuz gerçekleştirilen özelleştirmelere dayanarak ekonomi alanında yapılanlarla övünmeyi pek seviyordu.

Mayıs-Haziran aylarında ekonomiyi sallayan çalkantıyı takip eden dönemde bu tür övünmeler eskisi kadar yüksek sesle dile getirilmez oldu. Bu dönemde hükümet ve bürokratlar cephesine bir taraftan uygulanan İMF patentli “ekonomik istikrar programı”nı kararlılıkla savunma, bir taraftan da yaşanan “eksiklik ve aksaklıklar”ı kabul etme tutumu hakimdi. Fakat hükümet ve bürokratlar “bu eksiklik ve aksaklıklar”ı İMF programına daha sıkı sarılmanın bir vesilesi sayıyorlardı. Onlara göre program daha kararlıca uygulanırsa ve bazı tedbirler de alınırsa sorunlar rahatlıkla çözülebilirdi. Kendileri buna inanmasalar da, emekçileri aldatmak için böyle bir söylem kullanıyorlardı.

Gerçek durum ise elbette emekçilere yansıtılmak istenenden çok farklıydı. Ülkenin yönetimi hemen her alanda emperyalizmin denetimi altında idi. Ekonomi politikalarını ise doğrudan doğruya İMF belirliyordu. İMF'nin dayatma ve telkinleriyle oluşturulan ekonomi politikaları ise emperyalizmin çıkarlarına uygun biçimde şekillendiriliyordu. Sermaye sözcülerinin olur olmaz lafını ettikleri, görünürde üstüne titredikleri “ulusal çıkarlar”ın, “ülke menfaatleri”nin bu konuda fazla dikkate alınmadığı ise herkesin bildiği ancak çok az kimsenin dile getirdiği bir olguydu.

İMF'nin dayatmaları neticesinde uygulanan yüksek faiz ve düşük döviz kuruna dayalı politika Türkiye'ye belli bir sıcak para akışını sağladı. Özelleştirme yağması sayesinde uluslararası piyasalardan para girişi daha da arttı. Rakamlar ekonominin “iyiye gittiğini” göstermeye başladı. Fakat “yalancı bahar” havası yaratan bütün bu gelişmeler aynı zamanda zaten mevcut olan sorunları daha da büyütüyordu. Uygulanan sömürü ve yıkım politikaları sayesinde sermayenin ve Türkiye'de yatırım yapan vurguncuların karları katlanarak artarken dış borç ve cari açık sürekli yükseliyordu. İthalat ihracattan çok daha hızlı artıyordu. Tarımsal altyapı birçok alanda büyük bir tahribat yaşıyor, birçok gıda maddesi ithalat listelerine giriyordu. İthal aramalların montajına ve bu elbette yoğun sömürüye dayalı bir sanayi yapısı ortaya çıkıyordu. Finansman sektöründe ise uluslararası yatırımcıların rolü ve payı düzenli olarak artıyordu. Uluslararası “yatırımcılar” borsadan sonra bankacılık sektöründe de önemli bir paya sahip olmuşlardı. Daha önce de söylediğimiz gibi, bütün bu gerçekler sermaye sözcüleri tarafından biliniyor fakat çok da uluorta konuşulmuyordu.

Gerçeklerin bir parça gün yüzüne çıkması için sermayenin farklı kesimleri arasındaki iktidar savaşının bir parça kızışması yeterli oldu. “Laik” ve “anti-laik” cepheler arasında yaşanan açıklama savaşı ile bunu tamamlayan diğer tartışmalar ekonominin gerçek durumuna ilişkin kimi gerçekleri de gözler önüne serdi. Hükümeti hedef tahtasına koyan “laik cephe” adına konuşanların eleştirilerinden bazıları ekonomi alanındaki politikalardı. Ekonominin kontrolden çıktığı ve giderek “yabancıların” eline geçtiği net bir biçimde vurgulandı.

Örneğin Deniz Kuvvetleri Komutanı Yener Karahanoğlu, Deniz Harp Okulu'nun açılış konuşmasında “emperyalizm ve evrensel kapitalizm”i “Atatürk Milliyetçiliği”nin karşıtı olarak ilan ediverdi. Gene aynı komutan konuşmasının bir yerinde Türkiye'nin “sanayileşememiş, yerleşik orta sınıfı oluşturamamış” bir ülke olduğunu ifade etti.

Meclis açılışında konuşan Cumhurbaşkanı daha açık sözlüydü. Uluslararası tekelci sermayenin, küreselleşme adı altında yerelleştirme ve özelleştirme yollarını kullanarak iç pazarı etkili biçimde ele geçirdiğini, bunun da “ulusal ekonomiye” zarar vereceğini söyleyen Sezer, “Toplumsal ya da stratejik önem taşıyan tüm kamu kuruluşlarının getirisi-götürüsü tartışılmadan özelleştirilmesi yönündeki uygulamalar, özelleştirmeyi toplumsal, mantıksal ve hukuksal temelinden uzaklaştırmakta, sosyal devlet ilkesine zarar vermekte ve hızla yabancılaşmaya dönüştürmektedir” diye konuştu.

Çok geçmedi, koroya “laik cephe”nin önde gelen isimlerinden Deniz Baykal da katıldı. Baykal İMF'nin adını doğrudan anmadan uygulanan yüksek faiz düşük kur politikasını eleştirdi, bu politika yüzünden Türkiye'nin ekonomik yapısının “tehlikeli bir biçimde” bozulduğunu ifade etti. Dış borcun sürekli arttığına da işaret eden Baykal konuşmasının devamında mevcut tabloyu ‘'Ekonomimiz kur, faiz ve borsa üçgenine hapsolmuştur. ‘Ekonomi' deyince herkes piyasayı anlamaktadır. ‘Piyasa' deyince mali piyasayı anlamaktadır. ‘Mali piyasa' deyince de kur, faiz, borsa anlaşılmaktadır. Borsanın yüzde 60'ı yabancıların elindedir. Türkiye'de ekonominin ipleri, Türk ekonomisinin, siyasetçilerinin, bürokratlarının elinden çıkmıştır. Bu vahim bir gelişmedir. Bu gelişme hızla artmaktadır. Bu konularda bir duyarlılığın, bir bilincin bu aşamada dahi ülkeyi yönetenlerde kendisini göstermediğine hayretle tanık oluyoruz.'' sözleriyle özetledi.

Deniz Baykal'ın söyledikleri elbette doğrudur, fakat eksiktir. Doğrudur, çünkü gerçekten de bugün ekonominin ipleri siyasetçilerin, ekonomi bürokratlarının elinde değildir. Eksiktir, çünkü “ekonominin ipleri” zaten eskiden beri siyasetçilerin, bürokratların elinde değildir. Türkiye'nin siyaseti de ekonomisi de esas olarak emperyalist kurumlar tarafından yönlendirilmektedir. Bundan on yıl, yirmi yıl öncesine göre tek fark, bu yönlendirme ve yönetmenin son üç beş yıldır eskiye göre çok daha açık ve doğrudan yapılmasıdır.

Yani siyasette ve ekonomide iplerin emperyalistlerin elinde olması AKP hükümetinin uyguladığı politikaların bir sonucu değildir. Bugüne kadar hükümette görev alan tüm düzen partileri özünde bugün AKP'nin yaptığından daha farklı bir şey yapmamışlardır, daha doğrusu yapamamışlardır. Çünkü emperyalizme göbekten bağımlılık bir hükümet politikası değil sermayenin sınıfsal bir yönelimidir. Sermaye böyle bir yönelime sahip olduğu içindir ki bu ülkede hükümet olmak isteyenler icazeti Beyaz Saray'dan almaktadır. Bu ülkenin ordusu Pentagon ve NATO'ya bağımlıdır. Ekonomisi İMF tarafından yönetilmektedir.

Bu temel gerçekler ışığında bakıldığında, Cumhurbaşkanı'nın ya da Deniz Baykal'ın “yabancılaşma”dan şikayet etmeleri bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.

Aslında bu şikayetleri sermaye adına duyulan bir korkunun ifadesi olarak da okumak mümkündür. Zira bugüne kadar sermaye sırtını emperyalizme dayayarak, krizlerin yükünü emekçilerin sırtına yıkarak durumu idare etmeyi başarmıştır. Hem sınıf iktidarını korumuş hem de sömürücü ve asalak bir sınıf olarak yaşamını sürdürmüştür. Fakat iç ve dış politikada yaşanan sorunların çoğalması ve karmaşıklaşması, yerel sömürü ve yağma imkanlarını her gün artan bir oranda uluslararası sermaye ile paylaşmak zorunda kalması Türkiye burjuvazisinin bir kesimi adına esaslı bir korku kaynağıdır. Cumhurbaşkanı'nın ve asıl olarak da Deniz Baykal'ın dile getirmeye çalıştıkları daha ziyade bu korkudur.

-------------------------------------------------------------------------------------

İMF politikaları ve yıkıma uğrayan iktisadi yapı

Yüksek faiz, özelleştirme, varlık satışları ekonominin gücünü eritti

Uygulanan, IMF destekli istikrar programı ucuz ve bol dövizi hedefliyor. Ucuz ve bol dövize dayalı ithalat ile enflasyon aşağıya çekilirken aynı anda ekonominin canlı tutulması isteniyor. Ucuz ve bol döviz temini için de Hazine yüksek faizle borçlanıyor.

Ucuz döviz tarımda, sanayide ülkede kurulu üretim yapısının çökmesine yol açıyor. Ucuz ithal girdisi, ucuz ithal ara malı, ucuz ithal mamul eşya karşısında yerli üreticinin iç piyasa için üretim yapma, ihracatı artırma şansı kalmıyor.

Merkez Bankası için Ercan Türkân'ın yaptığı araştırmaya göre, 2003-2005 yılları arasında imalat sanayiinde toplam maliyetin yüzde 62.3'ünü ithal girdiler oluşturuyor. Toplam arzın yüzde 21.4'ünü ithal malı teşkil ediyor.

Zafer Yükseler ve Ercan Türkân'ın TÜSİAD-Koç Üniversitesi için yaptıkları araştırmaya göre, 2005 yılında imalat sanayiinde üretim değerinde ithal girdilerin payı yüzde 58.9'a ulaştı...

(…)

Özelleştirme politikasında yapılan hatalarla (özelleştirilmemesi gereken birimlerin özelleştirilmesi, halka satış yerine blok satış, içeride satış yerine yabancıya satış gibi hatalar nedeniyle) (1) Ekonominin önemli birimleri devreden çıktı (örneğin, Sümerbank tekstil tesisleri, EBK ve SEK kombinaları gibi). (2) Ekonomide ağırlığı olan, tekel durumundaki tesisler tek bir yerli veya yabancı sermaye grubuna devredildi (örneğin, Tüpraş, Ereğli Demir Çelik, Türk Telekom gibi). (3) Özelleştirmede kamu iktisadi birimlerini, ekonomi yararına daha verimli hale getirmek yerine, döviz karşılığı satarak gelirleriyle cari açığı (döviz açığını) kapatmak hedef alındı.

(…)

Son 5 yılda 21 banka battı. 11 banka tamamen veya kısmen yabancılara satıldı. Yabancılar, doğrudan veya İMKB'den aldıkları hisselerle, bankacılık kesiminde yüzde 25 pay sahibi oldu.

23 sigorta şirketindeki ortaklıklarıyla yabancıların sigorta sistemindeki payı yüzde 44'e ulaştı.

İSO 1000 büyük sanayi kuruluşu listesinde ilk 50 büyüğün 20'si yabancı sermayeli kuruluş. 1000 büyük sanayi kuruluşunun üretimden satışlarında yabancı payı yüzde 30.9, vergi öncesi kârda yabancı payı yüzde 39.7 oranında.

(Güngör Uras, Milliyet)

-------------------------------------------------------------------------------------

Eğitim-Sen eylemlerinden....

Adana: “Sürgünler geri alınsın! Baskılar bizi yıldıramaz!”

Eğitim-Sen Adana Şubesi üyeleri 7 Ekim günü sendika binası önünde biraya gelerek gericiliğe, kadrolaşmaya, sürgünlere, özelleştirmelere karşı yürüyüş gerçekleştirdiler. Yürüyüş AKP il binası önünde yapılan basın açıklaması ile son buldu.

“Sürgünler geri alınsın! Baskılar bizi yıldıramaz!” pankartı açan emekçiler yürüyüş boyunca “Parasız eğitim, parasız sağlık!”, “Gerici, ırkçı, faşist eğitime son!”, “Sözleşmeli köle olmayacağız!”, “Savaşa değil eğitime bütçe!”, “Sermaye defol üniversiteler bizimdir!” sloganlarını haykırdılar. Çarşı merkezinden geçilerek AKP il binası önüne gelindi. Burada Eğitim-Sen Adana Şube Başkanı Güven Boğa basın açıklaması metnini okudu. Boğa, toplumun genelini kapsayan saldırılardan bahsetti. Eğitim-Sen olarak mücadeleyi sürdüreceklerini, baskı ve sürgünlerle kamu emekçilerinin yıldırılamayacağını vurguladı.

Açıklamanın ardından Eğitim-Sen'in hazırlamış olduğu AKP karnesi siyah bir kurdeleyle AKP önüne bırakıldı. Eylemde Eğitim-Sen'in devam eden kampanyasının sonucu olarak gerçekleştirilecek 6 Kasım mitingine çağrı yapıldı. Ayrıca aynı gün BDSP'nin gerçekleştireceği Lübnan'a gönderilen askerlerle ilgili eyleme kamu emekçileri davet edildi.

Sendika temsilcilerinin, devrimcilerin ve çeşitli DKÖ'lerin de destek verdiği eyleme yaklaşık 100 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Adana

 

Eskişehir: “Norm kadro kıyımına son!”

Eskişehir Eğitim-Sen ve Türk Eğitim-Sen üyesi eğitim emekçileri 10 Ekim günü gerçekleştirdikleri eylemle meslek liselerinde yaşanan sıkıntıları ve norm kadro uygulamalarını protesto ettiler.

Saat 12:30'da Cumhuriyet Lisesi önünde toplanan emekçiler burada bir basın açıklaması yaptılar. İki ayrı basın metninin okunmasının ardından PTT önüne yürüyüş gerçekleştirdiler.

Yürüyüş boyunca meslek liselerindeki yanlış uygulamalardan kaynaklı, öğretmenlerin ve meslek lisesi öğrencilerinin mağduriyetini vurgulayan ve eylemin amacını anlatan konuşmalar yapıldı. Meclise faks çekilmesinin ardından eylem sona erdi.

Eylemin sonunda yapılan konuşmada, bunun bir uyarı eylemi olduğu vurgulandı, taleplerin dikkate alınmaması durumunda eylemliliklerin yaygınlaşarak devam edeceği ifade edildi. Basın açıklaması sırasında ve yürüyüş boyunca sık sık “Norm kadro uygulamasına son!”, “Eğitim haktır satılamaz!”, “Okullar halkındır satılamaz!” sloganları atıldı. Eyleme yaklaşık 70 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Eskişehir

 

Bursa: “Parasız, nitelikli eğitim!”

Eğitim-Sen'in ”Parasız, nitelikli eğitim” kampanyası çerçevesinde çalışmalarına devam eden Eğitim-Sen Bursa Şubesi, 7 Ekim günü yaptığı eylemle, AKP'li Büyükşehir Belediyesi'nin uygulamalarını protesto etti.

Çiçekçiler Parkı'nda imza standı açan eğitim emekçileri yaptıkları açıklamada, belediyenin standlara müdahalesini, pankartlarının asılmasını engellemesini eleştirdiler. Emekçiler tüm bu engellemelere rağmen parasız ve nitelikli eğitim için mücadeleye devam edeceklerini vurguladılar.

Kızıl Bayrak/Bursa

---------------------------------------------------------------------------------------

AL-CO Tencere önünde işçilerin direnme kararlılığı

AL-CO Tencere işçileri aylardır patron saldırısına karşı militanca direndiler. Bir yandan da yetki başvurusunun sonucunu bekleyen işçiler, son günlerde sendikanın direnişe olan ilgisizliğine tepki göstermeye başladılar. Sendika yetkilileri işçilere, “fabrika önünde beklemenin artık çok bir anlamı yok” (jandarma, işçileri fabrika önüne sokmuyor, işçiler fabrikaya yakın bir yerde bekliyorlardı) vb. açıklamalarla direnişi zayıflatan tutumlar sergilemeye başladılar. Sendikacıların bu tutumuna tepki gösteren işçiler, toplu olarak BMİS Kocaeli Şube Binası'nda beklemeye başladılar.

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, 4 Ekim günü AL-CO Tencere'de yaşananlarla ilgili fabrika önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Yaptığı açıklamada; patronun kural tanımaz tutumuna karşı tüm yasal yolları kullandıklarını ancak patronun bu tutumunu devam ettirmesi durumunda başka dilden konuşacaklarını söyledi ve “bu mücadelede gerekirse şehit bile veririz” ifadesini kullandı.

İşçiler bu açıklamanın günü kurtarmak için yapılmış bir manevra olduğunu, sendikanın kendilerine “iş arayanlar arasın!” dediğini ifade ederek, direnişin tekrar canlanması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazır olduklarını dile getirdiler.

Öte yandan AL-CO Tencere Fabrikası'nın bulunduğu Trakya Sanayi AŞ'de TİS süreci hızlanıyor. Grev kararını asan Birleşik Metal'de örgütlü Trakya Sanayi AŞ işçileri sendika ve patron arasındaki görüşmeleri takip ediyorlar.

Kızıl Bayrak/Kocaeli

 

Pirelli'de işten atmalara karşı eylem ve sendikal ihanet

Kocaeli'nin Köseköy İlçesi'nde kurulu olan Türk Pirelli Fabrikası patronu 3 Ekim günü uzun süreli istirahat aldıkları ve verimsiz çalıştıkları gerekçesiyle, 6 işçiyi iş akitlerini feshederek attı. Lastik-İş Sendikası'nda örgütlü olan işçiler üretimi durdurarak eyleme geçtiler. İş durdurma eylemini gece vardiyasından çıkmayarak fabrika içinde sürdürdüler. Fabrikaya sabah saatlerinde gelen Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan işten atmalarla ilgili patronla görüştü. İşçilerin kararlılığı karşısında eyleme devam edeceklerini söyleyen Karacan, işçiler eylemlerine devam ettikleri takdirde toplam 75 işçinin işine son vereceğini söyleyen patronun tehdidi ile karşılaştı. Pirelli patronu işten atmakla tehdit ettiği 19 işçinin adını da sendika yöneticilerine verdi.

Bu tehdit karşısında kararlı bir tutum sergilemek yerine geri adım adan Lastik-İş Genel Başkanı, bir kez daha ihanetçi kimliğini gösterdi. Eylem sonlandırılarak öğle saatlerinde işçiler tekrar çalışmaya başladılar.

Bu açık ihanet yetmezmiş gibi, Lastik-İş Kocaeli Şube Başkanı Hasan Hüseyin Çakar basına yaptığı açıklamada, Genel Başkanları'nın atılan işçilerin işe alınması için büyük çaba harcadığını, ancak daha fazla işçinin işten atılmaması için işyeri temsilcileriyle beraber bu kararı aldıklarını söyleyerek, ihaneti sahiplendi.

Pirelli Fabrikası'nda daha önce de toplu işten atmalar yaşanmış ve sendikanın tavrı yine aynı olmuştu.

Kızıl Bayrak/Kocaeli