13 Ekim 2006 Sayı: 2006/40 (40)
  Kızıl Bayrak'tan
   Sermaye düzeni tüm kurum ve kesimleriyle emperyalizmin hizmetinde
  Askeri darbe tartışmaları ve sınıfsal tutum
  Sivilleşme iddiaları ve ordu-polis çatışması üzerine
  AKP hükümeti ve ordu
  ABD Türkiye'yi ikinci bir İsrail yapmak istiyor
Ekonomideki yıkım tablosu ve sermayenin “yabancılaşma” korkusu
Gençliğin baskı ve soruşturma karşıtı
eylemlerinden
Eski bir talebenin hatıra defteri veya notlarına dair/ Yüksel Akkaya
 İstanbul İşçi Kurultayı'na doğru...
Daha fazla çaba, daha fazla inisiyatif, daha fazla enerji, başarıya daha etkin bir kilitlenme! / Orta sayfa
  Kurultay çalışmalarından
  Eylem ve etkinliklerden
  Tuzla Deri-İş Genel Başkan Yardımcısı
Musa Servi ile sınıf hareketinin sorunları
üzerine konuştuk
  Düzen medyasındaki avanaklar halkı “avanak” yerine koymaya çalışıyor.
  Devlet terörüne karşı omuz omuza!
  Ekim Gençliği’nden
  Türk-İş Genel Mali Sekreteri ve Demiryollş
Sendikası Genel Başkanı Ergün Atalay'dan Kızıl Bayrak'a yanıt
  Rice'ın gezisi ve Ortadoğu'da kirli oyunlar
  Morales yönetimi maden işçilerinin
katledilmesini önleyemed
i
  Dünyadan
  “Yeni bir dünya, yeni bir kültür için enternasyonal gençlik buluşması''
başarıyla gerçekleştirildi!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Eski bir talebenin hatıra defteri veya notlarına dair...

Yüksel Akkaya

Yazının başlığını gören pek çok kişi için yarattığı çağrışım belli olmalıdır; söyleyeceklerimiz bizim “muhtasar” hayatımızdaki deneyim ve öğrendiklerimizle ilgilidir. Biz yine de Gogol'a sevgilerimizi iletip, kendi “muhtasar” hayatımızdan hareket ederek, epeyce yaşlanmış biri olarak, “talebe” hareketi üzerine kendimizce birkaç kelam edelim… (Bu türden “girizgahlar” devrimci, radikal sol hareketler için çok netameli ve sakıncalıdır, biliyorum, bunu bilmekle birlikte Kızıl Bayrak “camiasının” bu türden “kırmızı çizgilerle” sorunu olmadığını bildiğim için ben de bu hakkımı “istismar” ederek kullanıyorum!).

Bir kez ve çok kez hepimizin bilmesi gereken şeylerden biri üniversiteler ve üniversite öğrenciliği devrimin merkezi değildir! Öyle olduğu için üniversite öğrencilerine ve mücadelesine atfedilen değerin sınıf mücadelesindeki yeri, ne yazık ki, çok önemli değildir. Toplumsal işbölümü açısından üniversiteler ve buradaki öğrenci sosyalistler açısından bakıldığında bunlar “rezerv” olarak bir kenara “not edilse” bile, taşıdıkları “kimlik” nedeni ile sorunlu oldukları dünden bugüne bir gerçek olarak ortada durmaktadır. Bu durumda, emekçilerin çocukları olan sosyalist, devrimci üniversite kuşağından beklentileri daha “akil” kurmakta yarar var.

Sınıf mücadelesinin bir parçası olarak eğitim hakkı açısından üniversiteli öğrencilerin mücadelesine bakıldığında ortada “ucube” bir sorun durmaktadır. Bu sorun bir türlü çözülemediği için, üniversite öğrencileri içinde sosyalistler, devrimciler tüm haklı argüman ve söylemlerine rağmen 1980'den beri kan kaybetmekte, 1980'li yılların ortasındaki görkemli “isyanının” düzeyine bir daha ulaşamamış bir konumda durmaktadır. Kuşkusuz, bunun çok farklı nedenleri bulunmaktadır. Ancak, bu nedenlerin içinde öznel olarak, devrimcileri ve sosyalistleri etkileyen nedenler çok daha önemlidir.

Üniversiteler devrim merkezleri değildir. Üniversite öğrencileri, devrimi gerçekleştirecek özneler değildir. Böyle olduğu için kendisine çok önemli “bürokratik” değer atfeden öğrenci hareketini, daha geri planda ama çok daha anlamlı bir yerde “değerlendirmek” gerekir.

Genç idik, öğrenci idik. Kapısını çaldığımız sıradan işçiler bize siz ilkin kendi “mekteplerinizi düzeltin, sonra bize akıl verin” derlerdi. Daha devrimci olanlar, “iyi ki geldiniz!” derler ama soğuk, mesafeli dururlardı!... Hepsi mi, elbette ki hayır! Ama böyle düşünenlerin sayısı çok da fazla değildi, bugün olduğu gibi. Bu durumda, üniversite öğrenci hareketine ne yapması ve ne yapmaması konusunda dünden kalan muhtasar hayatların toplamı üzerinden bir kez daha bakmakta yarar var.

Ateşi çalmaya çıkan emekçilerin çocukları, üniversitelerde devrim ve sosyalizmi tartıştıkları kadar bir de gündemlerine asıl sorunları, öğrencilerin temel meselelerini almaları gerekiyor. Örneğin bir iktisat bölümü öğrencisi kendisine anlatılanların ne kadar anlamsız olduğunu yaşayarak daha ikinci sınıfta idrak ediyor. Gıda, barınma ve ulaşım sorunları en çok canını sıkan sorunlar olarak ortada duruyor. Ne var ki, ulvi meseleyi kendisine sorun edinmiş olan devrimci, sosyalist öğrenci için bunlar genellikle ikinci planda kalıyor. Zira, o devrimci, sosyalist öğrenci, ilkin bu “cahil cühela” takımına devrimi ve sosyalizmi öğretmeye kalkıyor. Ne yazık ki öğrenci hareketi tarihi de bu türden yaklaşımların genellikle yenilgilerinin tarihi olarak karşımızda duruyor.

O zaman, sorulması gereken soru şu: Sorun nerede? Sorunun yanıtı bir parça 1968-1971 sosyalist hareketinin radikalleşmede uçlara savrulmasında yatıyor. Ülkenin toplumsal koşulları yerine, hızla öğrenilen “teorilerin” ülkeye adapte edilme çabası, köksüz olarak yerini aldığı dönem daha sonra buna uygun koşulların oluştuğu ortamda gür bir meşelik olarak can verirken neyin nasıl ve ne zaman yapılması gerektiğine ışık tutuyordu. Ne yazık ki, uzun sürmüş tarihinde üniversite öğrenci hareketi bu deneyimlerden dersler çıkarmak yerine, kısır bir “varlık” mücadelesi vererek hem kendisini ve mücadele alanını daraltmış, hem de uzun vadede işçi sınıfının bir parçasına dönüşecek olan öğrenciler farklı uçlara savrulmuştur. Son çeyrek yüzyıllık tarih, bu türden savruluşların tarihidir, bütün iyi niyetli, önemli çabalara rağmen. Bu durumda, devrimci, sosyalist hareketin bir kez daha politikalarını, bu çerçevede strateji ve taktiklerini yeniden gözden geçirmesi gerekiyor.

Üniversite başlı başına bir muhalefet ve mücadele alanıdır; ama hiçbir zaman devrimci ve sosyalist hareketin ne merkezi ne de en önemli unsurudur. Baba ya da annesi bir işletmede çalışan bir öğrencinin yapması gereken, ebevyenlerinin ve benzeri insanların yaşadığı soruna destek çıkmak, ancak bu sorunu üniversitede temel sorun yapmak değildir. Devrimci ve sosyalist “işbölümü” çerçevesinde herkes kendi işini yapmalıdır. Nasıl ki, bir işçi kendi fabrikasında öğrenciler adına eylem yapmıyorsa (ki yapsa çok iyi olur!), öğrenciler de kendi kurumlarında işçi sınıfı adına eylem yapmayabilir (bu bir zorunluluk değil, güçlü bir hareket olarak koşullar uygunsa pekala yapılabilir, ama asli iş değil, tali bir iş ve destek olarak).

Ne yazık ki sosyalist, devrimci öğrenci hareketi, kendi gerçekliği üzerinden değil de daha ileri ve umulan bir gerçeklik üzerinden bir mücadele ve muhalefet örgütlemeye kalktığı için kendi potansiyeline ulaşamadan, soluksuz bir nehir olarak ilk karşılaştığı kumsalda kaybolmaktadır. Son çeyrek yüzyıllık deneyimin gösterdiği bu “yalnızlaşmayı” aşmak için tek bir hedefe kilitlenmek gerekmektedir: Üniversite öğrenciliğinin sorunları. Kuşkusuz “boş zamanlarda” öğrenciler sınıfın örgütlenmesinde çok önemli işlevler üstlenebilir. Ancak, genel deneyimler göstermektedir ki, bu işi yapanlar “yukarıdan” bakan, üniversite öğrenci kimliğini “aşan” kişiler olmalıdır.

Örneğin basit bir dolmuş ya da yemek fiyatı ile ilgili bir “çıkış” önemli ve olumlu bir tepki görürken, bilmem ne sorunu ile ilgili radikal bir talep utanç duyulacak bir şekilde bir tepki görmemektedir. Bu durumda, çürümekte olan bir öğrenci kitlesini ayağa kaldırmak için daha “akil” ve “sakil” politika ve eylem hattına ihtiyaç vardır. Üniversiteler devrim merkezi değildir, dün olduğu gibi bugün de. Ama üniversiteler kendisinden başlayarak halka halka yayılan önemli muhalefet merkezleri olabilir. Sorun bu sırayı ve zamanı iyi tespit etmektedir. Öğrenci hareketinin mücadelesinin düzeyini belirleyen önemli ölçüde bu algı ve buna bağlı eylem hattıdır. Dünden bugüne öğrenci muhalefetine, eylemlerine, kazanımlarına, kayıplarına daha soğukkanlı bir bakış, gelecek için daha önemli mücadele ve muhalefete olanak taşıyacaktır.

-------------------------------------------------------------------------------------

Trabzon'da “Nitelikli eğitim, nitelikli öğretmenle mümkün!” paneli

7 Ekim günü Eğitim-Sen Trabzon Şubesi ‘'5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü'' nedeniyle bir panel düzenledi. Panelin konusu ‘'Nitelikli eğitim, nitelikli öğretmenle mümkün!'' başlığını taşıyordu. Panele Prof. Dr. Rıfat Okçabal (Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi), Abbas Güçlü (Milliyet Gazetesi Yazarı), Nail Güreli (Milliyet Gazetesi Yazarı), Dç. Dr. Ömer Özyılmaz (AKP Erzurum Milletvekili), Engin Altay (CHP Sinop Milletvekili), Aladdin Dinçer (Eğitim-Sen Genel Başkanı) konuşmacı olarak katıldı.

Prof. Dr. Rıfat Okçabal, nitelikli eğitim vermek isteyen eğitimcilerin sistemin sorunlarından kaynaklı düştüğü sıkıntıları vurguladı. ÖSS maratonuna bir rakip mi yoksa çağdaş elemanlar mı yetiştirmek gerektirdiği konusunda çelişkide kaldığını dile getirdi. 12 Eylül faşist darbesinden sonra sorgulamayan, düşünmeyen bir gençlik yaratıldığını dile getirdi. Sermayenin, kendisine sermaye yetiştiren üniversitelere, yani özel okullara bütçe ayırdığını vurguladı.

Abbas Güçlü, özel üniversitelerin işçi-emekçi çocuklarına açılacağını da savundu. Çalışan her vatandaşın çocuğunu özel okullarda okutacağı safsatasını kendi üzerinden komik bir şekilde örneklendirdi.

Üniversite gençliğinin, kamu emekçilerinin ve yerelin ilgi gösterdiği panele 400'ün üzerinde kişi katıldı.

Trabzon Ekim Gençliği