21 Temmuz 2006 Sayı: 2006/28 (28)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist haydutların yüz yıldır süren talan savaşı bölge halklarını yıkımdan yıkıma sürüklüyor
  İşgalci İsrail ordusu taş üstünde taş bırakmıyor
  İşgalci İsrail ordusu bir kez daha Lübnan topraklarına girdi
  Emperyalizmin Ortadoğu seferini durdurmak için devrimci mücadeleyi yükseltelim!
  İMF uşağı hükümet emre itaat için hazırolda bekliyor
"Sağlıkta tasarruf" ölüm demektir!
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - IV / Yüksel Akkaya
  Seçim tartışmaları ve liberal tutarsızlık / Orta sayfa
  KESK eylemlerinden...
  Sendikalaşma mücadelesi üzerine bir Enorcon işçisiyle konuştuk
  G-8 şefleri siyonist vahşete
kalkan oldu.
  Emperyalist saldırganlık bir kez daha Küba halkının iradesine çarpacak!
  İngiltere'de parayı veren “Lord” oluyor...
  Irak’ta kitlesel eylem hazırlığı
  İsrail saldırısı ve hedefleri / SOSYALİST-ŞOREŞGER
  İsrail'in Lübnan ötesi
Ortadoğu tehdidi / Abu Şehmuz Demir
  4-6 Ağustos’ta Mamak 3. Kültür Sanat Festivali’nde
buluşalım!.
  Eylem ve etkinliklerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İsrail'in Lübnan ötesi Ortadoğu tehdidi

Abu Şehmuz Demir

İsrail stratejik merkezlerinin Ortadoğu'yu “Kuşatma ve Güvenlik Stratejisi” doğrultusunda, 28 Haziran'dan bu yana Filistin topraklarında artarak devam eden işgal hareketinin, hedef ve amaçları bir İsrail askerinin (Gilad Şalid'in) kurtarılması boyutlarını aştı. İsrail boynunu Lübnan topraklarına doğru uzattı. 1975'den 1989'a kadar devam eden Lübnan iç savaşı ve ardından Suriye tarafları El Taif kasabasında biraraya getirerek iç savaşın sona ermesini sağladı. Ancak, İsrail geçmiş dönemlerde olduğu gibi bu süreçte de, Lübnan'a yönelik saldırı ve işgal hareketinin yanı sıra iç çatışmaların artması için elinden ne geliyorsa yaptı. Dahası, geçen yılın ilk aylarında muhafazakar Refik Hariri ile başlayarak Komünist Partisi eski lideri Geroges Hawi ve bir dizi suikastla çalkalanan Lübnan, 1975 öncesi yaşanan ve iç savaşın çıkmasına neden olan mezhepler ve topluluklar arası kaos dönemine çekilmeye çalışıldı. Ancak duyarlı Lübnan halkı böylesi bir oyuna gelmedi ama, İsrail ve müttefikleri Lübnan'ın hassas konumunu mozaik, etnik çok kültürlülüğünün fay hatlarını sürekli tetiklemeye çalışarak, içte birbirleriyle boğazlaşma sürecine çekmeye çalıştı. Süreç içerisinde İsrail'in bu planı tutmadı. Tutmayınca Lübnan'a direkt savaş başlattı.

İsrail, Lübnan'ın mozaik ve çok kültürlü etnik yapısından dolayı geçmiş dönemlerde olduğu gibi, iç savaşın bitiminden sonrada sürekli Lübnan'da iç kargaşanın peşinde olmuştur. Bu vesileyle Lübnan topraklarının 1978'den bu yana işgalinin yanısıra, ülkedeki cemaatleri ve mezhepleri karşı karşıya getirmek için o dönemde olduğu gibi yine Beyrut'u, Hermel'i, Sur'u vb. gibi yerleri şu anda da bombalayarak, Şiiler'i, Sünniler'i, Dürziler'i, Maruniler'i (Hıristiyanlar) birbirleri ile karşı karşıya getirmeye çalışıyor.

Öte yandan Lübnan halkına, ülkenin nüfusunun üçte birinden fazlasını oluşturan Şiiler ve Şiiler içinde örgütlü olan Hizbullah'ın varlığı gerekçe gösterilerek, Lübnan topluluğunu karşı karşıya getirmenin yolları aralanıyor. Çünkü BM, İsrail ve müttefiklerinin Hizbullah hareketinin silahsızlandırılması (Hizbullah'ın silahsızlandırılması öyle çok kolay bir olgu değil) için sürdürdükleri baskılar içerde cemaatler arası “sizin askeri varlığınızdan veya gücünüzden dolayı ülke bombalanıyor” gibi tartışmalar ortamına çekilmeye çalışılıyor. Ve aynı güçler tarafından, savaşın gerekçesini de bu cemaatin örgütlülüğüne bağlanıyor.

Ancak İsrail'in gerçek niyetinin ne olduğu ortada. ABD, Almanya vb. gibi batı merkezlerinin İsrail'in bir ülkenin bağımsızlığına yönelik tüm yeraltı sistemi ve köprüler gibi stratejik noktaların bombalamasına destek vermeleri müslüman ülkelere karşı ikiyüzlülüktür.

Bu vesileyle Hizbullah lideri Hasan Nasrullah İsrail'in saldırısının ilk gününde El Menar TV'sinde yaptığı konuşmada, İsrail'in bölgede ve Lübnan halkına yönelik sürdürdüğü savaşın yanısıra psikolojik savaşa dikkat çekerek, “ulusal savunmadan bahsedecek olursak, öncelikle düşmanın tanımının yapılması gerek” diyor ve ekliyordu; “Bize göre Lübnan'ın düşmanı, İsrail'dir. İsrail'in düşman olduğunu kabul eden kardeşlerle konuşmak doğaldır ama, İsrail'i düşman kabul etmeyenlerle konuşmak vakit öldürmektir ve gereksizdir” diyerek, kimi Arap ülkelerini ve içteki cemaatleri Suriye karşıtı tanımlıyor ve kendilerinin silahlı varlığına yönelik eleştirileri kastediyordu.

İsrail'in, Lübnan topraklarında 1978'den bu yana dönem dönem estirdiği barbarlık yeni olmadığı gibi, son da olmayacak. İsrail uluslararası emperyalizmden aldığı sınırsız destek ile 1978-82-93 ve 1996 yıllarında Lübnan topraklarına girerek, Seabe, Kufer gibi toprakları ve tepeleri işgal ederek halen o toprakları elinde bulundurmaktadır. İsrail elinde bulundurduğu ve kendisine ait olmayan bu toprakların yanısıra, bu ülkeye yönelik çeşitli bahaneler öne sürerek, işgal ve saldırı hareketlerini her beş yılda tekrarlamıştır. Ancak İsrail'in şimdiki saldırısı 1982 yılında FKÖ'ye yapılan saldırı gibi kapsamlıdır.

Geçmişte de olduğu gibi, İsrail politikacıları hepbir ağızdan “Kuzey sınırımız Hizbullah'dan dolayı tehlike içerisinde” gibi çeşitli argümanlarla bölge devletlerine dayattığı ve BM tarafından belirlenen çizgiler tam olarak “sınırlarımızı yansıtmıyor ve isteklerimize denk düşmüyor” anlayışıyla yayılmacı politikada ısrar ediyorlar. İsrail siyonizminin yetiştirdiği ve tüm ömrünü Araplar'a karşı savaşlarla geçiren Ortadoğu'nun Napolyon'u Ariel Şaron, “sınırlarımızda Suriye ve İran tarafından desteklenen Hizbullah en büyük korkumuz. Hizbullah aracılığıyla Lübnan'da etkisini gösteren Suriye, Irak'ta terörist örgütleri destekleyerek endişelerimizi artırmaktadır” demişti. Ve Suriye'ye yönelik bilinen süreç işletilerek, Suriyeliler'in deyimiyle “Bir elmanın iki yarısı” dediği, Lübnan'da 30 yıllık askeri varlığına son verildi. Ve Suriye üzerinde uluslararası tehditler yoğunlaştı. Yani İsrailliler'e göre bölgede rüzgar yanılıp da sınırın ötesine cansız bir şeyi fırlatsa bunun suçlusu kadim düşman olarak gördüğü Suriye'dir.

Bu vesileyle İsrail Genelkurmay Başkanı Dan Halutz, “asıl düşmanlarımız işte şu dağların ardındalar” diyor ve Suriye'yi parmağıyla gösteriyordu. İsrail'in yayılmacı ve savaş politikaları sürdürmesindeki kaygıları ise, coğrafik olarak kuşatılmış Arap dünyasında kendilerine Kudüs Kralı Salamo tarafından keşfedilen ve Kitab-ı Mukaddes'in vaatettiği topraklara sahip olamamanın dürtüsüyle hareket edip sağı solu bombalamaktalar. İsrail siyonist rejimi duyduğu gelecek korkusuyla bugün Filistin'i, Lübnan'ı ve yarın bir başka hudutların çizgilerini çiğnemeye hazırlanıyor. Bu korku onun bugünkü saldırılarının tek temelini oluşturuyor. İsrail'in şu an bölgede uygulamak istediği savaş stratejisi, Filistin'i, Lübnan'ı aşan Suriye'yi ve hatta İran'ı kapsayabilecek bir çılgınlığın stratejisidir.

Zira 1990'lı yıllardan sonra Ortadoğu'da 1 ve 2. Körfez Savaşı vb. gibi çeşitli krizler bölgedeki güç dengelerini İsrail'in lehine çevirdiği gibi, İsrail çılgınlığı da gün geçtikse artmakta.

İsrail'in bölge topraklarına yönelik geliştirdiği “Beka stratejisi” doğrultusunda Lübnan iç savaşla parçalanmalı, Müslüman toplumu ve özellikle daimi düşman olarak algıladığı Hizbullah'ın beli kırılmalı ve yönetimden tasfiye edilmeliler. Ülke yönetimi gerici faşist Falanjist (El Ketabi) partileri gibi örgütlenmelere bırakılmalı ve Doğu Arap ile Batı Arap ülkelerinde mümkünse iç çatışmalar hızlandırılmalı. Bu strateji doğrultusunda, Ortadoğu'da İsrail devleti lehine kriz ve sorunlar kullanılarak, İsrail ekonomisinin konumu bölgede pekiştirilmeli ve bölgenin işsiz insan potansiyeli ülke lehine kullanılmalı. Bu doğrultuda da İsrail siyasal ve stratejik hedeflerine yakınlaşmanın hatlarını oluşturmaya çalışıyor.

İsrail bu ve buna benzer çeşitli stratejileri doğrultusunda, İsrail'in Ortadoğu'daki güvenliğini sağlama almak, Yahudi ulusunun siyasal ve ekonomik egemenliğini üstün kılmak, Samariya ve Yahuda da yaşamış Hahamlar'ın hayallerinin gerçekleşmesi için çabalamakta. Bu içgüdülerle hareket eden İsrail rejimi yarım asırdan fazla bir süredir devlet terörünü Ortadoğu'da resmi politika olarak sürdürdüğü gibi, bölgenin çatışmacı tarafı olup, Ortadoğu'nun huzurunu bozan ve gidişatına çomak sokan çizgide hareket etmiştir/ediyor.

İsrail'in Ortadoğu'nun çok kültürlü merkezi olan Lübnan'a saldırısı uluslararası düzeyde çeşitli destekçilerin yanısıra, başta bölge devletleri olmak üzere saldırıya tepkiler de çeşitli cephelerden gösteriliyor. Üç haftadır Filistin topraklarında İsrail vahşetinin devam etmesine rağmen biraraya gelmeyen ve her biraraya gelişlerinde de İsrail ve batı mağrurlarına karşı hiçbir ciddi karar alamayan Arap Birliği, bu yazı kaleme alındığı sırada Mısır'da bölgesel sorunları gündemlerine alan gecikmeli toplantısına devam ediyordu. Bana göre Arap Birliği 2003'te ABD ve müttefiklerinin Irak'ın işgal edilmesinde ciddi kararlar alamadıkları gibi, İsrail'in Lübnan saldırısına yönelikte ciddi kararlar almadan toplantıyı sonuçlandıracaklardır. Yani Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat'ın, Irak'ın işgaline yönelik Arap Birliği'nin Şerm-el Şeyh toplantısında dediği gibi, “Saddam Hüseyin'i görmedim yakından tanımam etmem. Ayrıca biri, karşısındakini sevebilir veya ondan nefret edebilir. Bunlar kişisel tavırlardır. Ancak ortada basit bir soru var: Irak'a saldırı konusunda anlaşmazlığa düşme hakkımız var mı? Irak'ı seviyor muyuz, sevmiyor muyuz? Irak'ın vurulmasından yana mıyız, değil miyiz? Eğer Irak'a saldırıyı haklı buluyorsak, o zaman burada, Zirve'de toplanmamızın ne anlamı var? Arap Birliği Örgütü'nün varlığından bahsetmemiz boşuna değil mi?” (Aktaran Faik Bulut, Araplar'ın Gözüyle Irak İşgali) diyerek, adeta bugünkü Lübnan sorununa da parmak başmış oluyordu. Doğrudur Arap zirvesine katılanların Lübnan konusunda görüş ayrılığı, mezhep ve inanç farklılığı olabilir. Ancak Lübnan'ın İsrail tarafından vurulmasına bu dar görüş ve bakışaçışıyla yaklaşıldığı sürece (öyle de olacak), İsrail Ortadoğu'da at oynatmaya devam etdecektir. Oysa ellerinde İsrail'e ve savaşı destekleyen Batı merkezlerine karşı birçok imkanlar olmasına rağmen, bu vahşetin bir an önce önünün alınmasında yine maval davranacaklardır.

G-8'lerin Rusya'daki zirvesinin toplantısına katılmak için Almanya'ya giden G. Bush, meslektaşı Almanya Başbakanı Angela Merkel ile birlikte “İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu” arsızca dile getirerek İsrail'in saldırıya devam etmesi mesajını veriyorlardı. Aynı kıtanın diğer bir ülkesi olan Fransa ise, İsrail'in “orantısız güç kullanmasını” protesto ediyordu. Çünkü Lübnan'ın siyasi sistemi 1943'te Fransa, Suriye ve Lübnan arasında yapılan Ulusal Pakt (El Misak El Vatani) anlaşması gereğince, ülkenin en tepesinde Maruniler, ikinci kademe yani başbakanlık Sünniler'e ve üçüncü kademe, Meclis Başkanlığı gibi bazı bakanlıklar Şiilere ve Dürzilere verilir. Fransa Lübnan'da bu mozaik sistemin devam etmesinden yanadır. Bu vesileyle İsrail'in Lübnan saldırısını, Fransa'nın Avrupa'nın diğer ülkelerinden farklı dil kullanmasını ve İsrail'i “orantısız davranmakla” eleştirmesinin gerisinde hem ülkedeki 20 bin civarında vatandaşının bulunması hem de Ulusal Pakt çerçevesinde ülke üzerinde uluslararası tarihsel geçmişe sahip olması var.

Özetle, İsrail Lübnan ve diğer Ortadoğu bölgelerinde fay hatlarını önümüzdeki süreçte tetiklemeyi sürdürecek. Bölge dengelerini Batı merkezleri İsrail lehine çevirmeye çalıştıkları sürece ve bu merkezlerin İsrail'e verdiği sınırsız destek ile İsrail yayılmacı politikada ısrar edecektir. Artı, İsrail, başta ABD olmak üzere Batı'yla İran ve Suriye arasında devam edecek bir gerginlik işine yarayacaktır. Bu vesileyle İsrail'in bölgeye yönelik tehditleri ABD'nin benzer tehditlerinden ayırt edilemez tehlike içermekte. Şöyle ki; İsrail'in bölge ülkelerine yönelik sürdürdüğü birçok tehdit ve psikolojik savaş ister istemez İran'ı ve Suriye'yi içine alacaktır. Özellikle İran, İsrail'in Lübnan'ın içine girmesine ve karada Hizbullah'la çatışmasını, İran'ın “siyasal egemenlik” anlayışına yönelik tehdit olarak görecek, algılayacaktır. Bu nedenle de karşı koymaya kalkışabilir. O zaman da felaketler/facialar ve El Nekbalar yaşanmış olur.

Kısacası İsrail elli yılı aşkındır bölgede ateşle oynadığı gibi, bugün de bölgenin geleceğine dair ateşle oynamakta. Bu vahşete ve zulme karşı çıkılmalıdır. İsrail'in saldırısı salt Hizbullah meselesi değildir. Onun “yeni sınırları” belirleme çerçevesinde asıl niyeti Ortadoğu halklarının topraklarından bir parça daha fazla koparmak ve adım adım Ortadoğu'daki egemenliğini pekiştirmektir. Bu vesileyle ülkesinin gerici ve baskıcı rejimlerinden kaçıp Ortadoğu'nun Lübnan'ında nefes almış siyasetçiler, İsrail'in bu vahşeti ve zulmü karşında Lübnan halkına destek çıkmalı ve İsrail'in yayılmacı siyasetine karşı durmalıdır.

15 Temmuz ‘06

----------------------------------------------------------------------------------------

ABD İsrail'i savundu, Suriye ve İran'ı kınadı!

ABD emperyalizmi Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi kimi zaman doğrudan kendisi ülkeleri işgal ederek, kimi zamanda İsrail gibi ileri karakolları aracılığıyla Ortadoğu halklarını katletmeye devam ediyor. Her gün onlarca Iraklı'yı işkencelerden geçiren, çocuk-yaşlı demeden insanları katleden, evleri yıkan ABD'nin, Filistin ve Lübnan'a saldırdığı için İsrail'i kınamasını kimse beklemiyordu. “Özgürlük ve demokrasi” götürmek adı altında halkları köleleştiren ABD emperyalizminin saldırganla saldırıya uğrayanı, haklıyla haksızı ayırmasını ve haklıdan yana taraf olmasını da öyle.

ABD bir kez daha saldırıya uğrayanı “suç”lu ilan etti ve saldırgana sahip çıktı. Amerikan Senatosu, İsrail'i destekleyen ve Hizbullah, Hamas, Suriye ve İran'ı kınayan bir kararı onayladı. Benzer bir kararın Temsilciler Meclisi'nde de onaylanması bekleniyor.

Senatoda Cumhuriyetçi çoğunluk grubu Başkanı Bill Frist, “Senato'nun güçlü ve açık bir şekilde, İsrail'in, saldırılara karşı kendini savunma hakkı bulunduğunu ifade ettiğini belirterek, İsrail hükümetine ihtiyatlı hareket etme çağrısında bulundu.

Onaylanan kararda, ‘'Senato'nun, İsrail devletine, İsrail'in kendini savunma hakkına ve terörist gruplar ile bu grupların saldırılarını destekleyen devletlerin caydırılması için gerekli önlemleri almasında İsrail'e güçlü desteği'' bir kez daha ifade edildi.

Ayrıca, ‘'Hizbullah ve Hamas'a verdikleri destekten ötürü'' İran ve Suriye hükümetleri kınandı. ABD'nin “terörist ülkeler” listesinde bulunan bu iki ülke, Hizbullah ve Hamas'ın İsrail'e karşı saldırılarından dolayı sorumlu tutuldu.

İsrail'e ateşkes çağrısı yapmayan ABD, tüm taraflara, masumların hayatlarını ve sivil altyapıyı koruma çağrısı yaptı. Hamas ile Hizbullah'ın elinde bulunan İsrail askerlerinin serbest bırakılması için mümkün olan tüm diplomatik yolların kullanılmasına olan destek dile getirildi.

ABD ve İsrail'in Ortadoğu'daki varlığı ve işgali sürdüğü sürece direniş de sürecektir. Ne ABD, ne de İsrail yıllardır zulme uğrayan Ortadoğu halklarının öfkesinden kurtulabilecektir.

---------------------------------------------------------------------------------------

İsrail saldırganlığına ilişkin açıklamalar…

İsrail Lübnan'ı vurmaya, haydutbaşı Bush ise İsrail'e destek vermeye devam ediyor. ABD hem Filistin hem de Lübnan halklarına yönelik katliamları onaylıyor. ABD İsrail'in Gazze'deki saldırılarını kınayan BM karar tasarısını veto etti. Ardından İsrail'in kendini savunma hakkını kullandığını söyledi.

Arap ülkeleri BM'ye, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri saldırılarında aşırı güç kullanması nedeniyle kınanmasını isteyen bir tasarı sundu. Güvenlik Konseyi toplantısında, 10 ülke kararı destekledi. İngiltere, Danimarka, Peru ve Slovakya çekimser kalırken, ABD önergeyi veto etti.

Suriye'nin tehdit edilmesi üzerine İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad, Suriye'ye yönelik herhangi bir İsrail saldırısının tüm İslam alemine yapılmış kabul edileceğini, İsrail'in çok sert bir karşılık göreceğini söyledi.

Suriye'de hükümette olan Baas Partisinin yaptığı açıklamada ise, “Suriye halkı, barbar İsrail'in suçlarına karşı Lübnan halkına ve kahramanca direnişlerine desteğini artırmaya hazırdır” denildi.

Çeşitli ülke liderleri ve kurumlar da saldırılara ilişkin açıklama yaptılar. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, “İsrail, Lübnan'ı yok etmek istiyor” dedi. BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Louise Arbour, İsrail ve Hizbullah'tan çatışmalarda sivilleri hedef almamalarını istedi. AB dönem başkanı Finlandiya ise saldırının yayılarak Suriye'yi de kapsamasından endişe ettiğini bildirdi.

Açıklama düzeyinde de olsa İsrail'den saldırıları durdurmasını talep eden ülkelerin yanısıra açıktan destekleyenler de var. Kanada bu ülkelerden biri. Kanada Başbakanı Stephen Harper İsrail'in Gazze ve Lübnan'da yaptıklarını ölçülü bulduğunu ifade etti. “İsrail'in kendini savunma hakkı var. Şartlar göz önüne alınırsa İsrail'in verdiği karşılığın ölçülü olduğunu düşünüyorum” dedi.

Suudi Arabistan, yaşananlardan Lübnan'da bulunan unsurların sorumlu olduğunu ifade etti. Hizbullah'ı ve ona destek verdiğini ifade ettiği İran'ı sert bir şekilde suçladı. örgütü ile bu örgüte destek veren İran'ı sert bir dille suçladı.

İspanya Başbakanı Jose Zapatero ise, İsrail'in Lübnan genelinde saldırarak hata yaptığını ifade etti ve AB'yi çatışmalara derhal son verilmesini istemeye çağırdı. İngiltere Başbakanı Blair, çoktan miadını dolduran yol haritasını Ortadoğu'daki tek çözüm olarak sundu, barış ve istikrar vaateden yol haritasına dönülmesi gerektiğini söyledi.

İtalya Başbakanı Romano Prodi, “İsrail'in güç kullanımındaki tırmanışı kınıyoruz. Her iki tarafı da derhal ateşkese çağırıyorum” diye konuştu.