21 Temmuz 2006 Sayı: 2006/28 (28)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist haydutların yüz yıldır süren talan savaşı bölge halklarını yıkımdan yıkıma sürüklüyor
  İşgalci İsrail ordusu taş üstünde taş bırakmıyor
  İşgalci İsrail ordusu bir kez daha Lübnan topraklarına girdi
  Emperyalizmin Ortadoğu seferini durdurmak için devrimci mücadeleyi yükseltelim!
  İMF uşağı hükümet emre itaat için hazırolda bekliyor
"Sağlıkta tasarruf" ölüm demektir!
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - IV / Yüksel Akkaya
  Seçim tartışmaları ve liberal tutarsızlık / Orta sayfa
  KESK eylemlerinden...
  Sendikalaşma mücadelesi üzerine bir Enorcon işçisiyle konuştuk
  G-8 şefleri siyonist vahşete
kalkan oldu.
  Emperyalist saldırganlık bir kez daha Küba halkının iradesine çarpacak!
  İngiltere'de parayı veren “Lord” oluyor...
  Irak’ta kitlesel eylem hazırlığı
  İsrail saldırısı ve hedefleri / SOSYALİST-ŞOREŞGER
  İsrail'in Lübnan ötesi
Ortadoğu tehdidi / Abu Şehmuz Demir
  4-6 Ağustos’ta Mamak 3. Kültür Sanat Festivali’nde
buluşalım!.
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İsrail saldırısı ve hedefleri...

Sık sık tekrarlarız, tekrarlamakta yarar var. Bu dünya ve siyaset gerçekliği karşısında ham hayaller görenlerin varlığı nedeniyle bunu her fırsatta yapmak gerekir. Dünyamızı yöneten temel bir yasa var: Bu da GÜÇ YASASI'ndan başkası değildir. Hak, adalet, hukuk, ahlak, insani ölçüler gibi değerler, bu yasanın karşısında bir anlam ifade etmemektedir. Gücün varsa hükmün sürer, gücün varsa etkin de vardır, bir yaptırım olanağın da… Gücün varsa sözün de bir değeri vardır. Gücün varsa “haklı” da görülürsün, en utanmaz ve iğrenç saldırıların, katliamların, “global kabadayılıkların” “meşru” görülür. Gücün sınırlıysa, o zaman, en küçük bir itirazın, karşı duruşun bile “terörizm”le lanetlenmeye başlanır, boyun eğmen “öğütlenir”, sonra açıkça dayatılır. Küçük gücün dağıtılmaya, mütevazı direnişin ezilmeye çalışılır ve sonuçta büyük güç sahibi zorbalar, “global kabadayılar” için bir tehdit olmaktan çıkarılır.

Güç Yasası, “doğası” gereği, tek, rakipsiz, mutlak egemen olmak ister, varlığını, stratejisini ve kurumlaşmasını buna göre düzenler…

Dünyamızın bugünkü haline bakın, bu sözlerimizin anlamını daha iyi görür ve anlarsınız!

Tarihi okuyun, yine aynı gerçeklikle karşı karşıya kalırsınız!

Güç ve mutlak egemenlik yasası, buna “tanrısı” da denilebilir, kavranmadan, siyaset ve “siyasal analiz” adına yapılan herşeyin boş ve aldatmaca olduğunu bir kez daha vurgulamak durumundayız.

İsrail, tutsak düşen askerleri için Filistin ve ardından Lübnan'ı ateşe verdi. Bütün savaş ve ateş gücünü harekete geçirdi… Lübnan'ın alt yapısını, stratejik noktalarını yerle bir etti. Yüzlerce insanı, kadını ve çocuğu katletti, binlercesini yersiz yurtsuz bıraktı. Dahası bu kıyım ve zorbalık hareketi şiddetlenerek devam edeceğe benziyor. Hatta bu saldırganlığın işgal hareketi biçiminde yürütüldüğünün işaretleri çoğalmaktadır.

Belli ki, İsrail siyonizmi, bu kez bir taşla iki kuş vurmak istiyor. Bir askerinin Hamas, iki askerinin Hizbullah tarafından tutsak alınması, işin gerçekten bahanesidir. Yapılan saldırıların boyutları, kapsamı ve şiddeti düşünüldüğünde bunun daha kapsamlı bir planın hayata geçirilmesi olduğu, bölgesel ve uluslararası boyutları olduğu anlaşılacaktır…

İsrail, Filistin'de seçimleri kazanan ve hükümeti kuran Hamas'ı, mevcut haliyle kabul etme ve sindirme eğiliminde değil; bunu her fırsatta dile getirmiştir. Onun istediği, İsrail'in varlığını gerçekten kabul eden, varlığını meşru gören, silahsızlanmış, kendisi için güç ve dolayısıyla tehdit olmaktan çıkmış bir Hamas'tır. Ekonomik ambargolar, siyasal tecritler gelinen noktada pek sonuç vermedi, Filistin halkını da Hamas'a karşı bir direnişe yöneltemedi. Dolayısıyla hükümet olan Hamas'ı askeri olarak ezmek ve süreç içinde kendi istediği “kabul edilebilir” sınırlara çekmek için harekete geçti. Bunda başarılı olup olmayacağı, ayrı bir tartışma konusudur; ancak İsrail'in karşısında kafa tutacak, direnecek bir askeri ve politik güç istemediği, var olanları da ezmek ve yok etmek istediği, bütün politik ve askeri stratejisini bunun üzerine kurduğu çok açıktır!

Hamas dışında kendisi için en büyük tehdit ve tehlike olarak Lübnan Hizbullah hareketini gören İsrail, bu gücü dağıtmak ve bir tehdit olmaktan çıkarmak istedi. Bunun için eş zamanlı harekete geçti. Lübnan'ı 1978, 1982, 1993 ve 1996 yıllarında işgal eden İsrail, bir kez daha işgal etmeye, en azından daha önce başaramadığı tampon bölge uygulamasını gerçekleştirmeye çalışıyor. Bunun için bütün askeri gücünü harekete geçirdi, Lübnan'ı her açıdan ateşe verdi. Bu, sadece bir intikam hareketi mi? Kuşkusuz bu yönü de var. Çünkü Hizbullah'ın direnişi karşısından tutunamamış, tampon bölge oluşturamamış ve geri çekilmek durumunda kalmıştı. Bunun bir rövanşı, intikamı alma yönü olmakla birlikte, daha uzun vadeli ve geniş boyutları olduğu açıktır.

Öncelikle, Hizbullah'ı askeri ve politik bir güç olmaktan çıkarmak istediği çok nettir, kendilerinin de yaptıkları açıklamalarda bunu açık olarak belirtiyorlar. Hizbullah'ın silahsızlanmadan, Kuzey'de bir güç olmaktan çıkarılmadan askeri hareketlerini sürdürme kararında olduklarını dile getiriyorlar.

İkincisi, bu saldırı ve yıkım hareketiyle Lübnan'ın nazik ve ince iç dengelerini bozmak, iç kaos ve çatışma ortamını yaratarak geçmişte olduğu gibi güçlü bir işbirlikçi yerel ayak oluşturmak istiyorlar. Bilindiği gibi, Lübnan dinsel, etnik ve mezhepsel dengelere sahip, iç ve dış müdahalelere son derece duyarlı, aynı zamanda Araplar arası ilişki ve çatışmalarda bir maket işlevini görebilecek bir alan… Bundan dolayı her zaman İsrail'in ilgi ve saldırı alanı içinde olmuş, dengeleriyle oynanmış, yerel ayaklar üzerinden denetlenmeye çalışılmıştır! Bu planın bir kez daha yürürlüğe konulduğunu görüyoruz…

Üçüncüsü, Lübnan'ın bölgesel planlar içinde önemli bir yeri var. Lübnan ve özellikle Hizbullah üzerinden Suriye'yi köşeye sıkıştırmak, giderek teslim almak, sonuçta İsrail için bir güç olmaktan çıkarmak, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli ve yakın hedefi durumundadır. Geçen yıl Hariri suikastından sonra Suriye üzerinde kurulan baskı ve Lübnan'ı terketmeye zorlanmasıyla başlayan süreç, yürütülen Lübnan saldırısıyla ikinci aşamaya sıçratılmış bulunuyor. Bu aşamada bu adım derinleştirilir mi, yoksa bir mesaj ve diplomatik baskı etkeni olarak mı kalır? Bu sorunun kesin cevabını vermek çok güç, ancak bölgeyi ABD ve İsrail stratejileri doğrultusunda düzenleme ve yeniden kurma süreci derinleştirilerek devam ediyor…

Dördüncüsü, bu saldırının diğer bir hedefi de Hizbullah'ı açıktan ve doğrudan desteklediği bilinen İran'dır. Filistin'de Hamas'ın zayıflatılması ve etkisizleştirilmesi, Lübnan'da Hizbullah'ın güçten düşürülmesi, sadece İsrail'i çok güçlendirmeyecek, aynı zamanda Suriye ve İran'ı da yalnızlaştıracaktır.

Beşincisi, bu gelişmelerin bir sonucu olarak Irak'taki işgal karşıtı hareket daraltılacak ve moral açıdan darbelenmek istenecektir!

Görüldüğü gibi İsrail saldırısı ile ABD'nin Ortadoğu stratejisi örtüşüyor, bir ve aynı şeyi anlatıyor.

Bu saldırı karşısında Lübnan ve Filistin halklarının yanında olmak, onların direnişlerini desteklemek devrimci duruşun bir gereğidir. Bu gereklilik, Hamas ve Hizbullah'ın ideolojik ve politik çizgilerinden bağımsızdır. Zalimin karşısında mazlumun yanında olmanın bir gerekliliğidir. Elbette Ortadoğu'da devrimci dalganın yeniden yükselişe geçişi ile ABD ve İsrail saldırganlığının geriletilmesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu nedenle halkların direnişinin yanında olmak salt ilkesel ve ahlaki bir gereklilik değil, politik bir zorunluluktur da!

Diğer bir önemli gelişme de şudur, zamanlama bakımından İsrail saldırganlığı ile bağlantılıdır: TC devleti, son yaptığı zirvelerle “Sınır ötesi operasyonu” daha yüksek perdeden dillendirmeye başladı. Son dönemde çatışmaların artması, asker ölümlerinin çoğalması bu gelişmenin bahanesi yapılmaktadır. Aslında PKK/Kongra-Gel ve yurtseverlik bakımından hiçbir politik ve askeri anlamı olmayan çatışmaların bahane olduğu, iç ve dış politikada kullanılan malzemeler olduğu da bir olgudur. TC için temel mesele, yeniden düzenlenmekte olan Ortadoğu'da hiçbir alanda Kürtler'e siyasal yaşam alanının bırakılmamasıdır! Bunun için öncelikle Güney Kürdistan'daki federe devletin ortadan kaldırılması ve ABD'nin Kürt politikasında kendi çizgisine çektirilmesi öncelikli hedefidir. Bunda başarılı olup olmayacakları ayrı bir konudur, ancak bugünlerde en üst düzeyde dile getirilen “Sınır ötesi operasyonu” planı, anılan hedefi gerçekleştirmenin önemli bir adımıdır. En başta politik ve diplomatik baskı kurmak ve bununla ABD'yi İran ve Suriye Kürtler'i konusunda duyarlı davranmaya zorlamak istediği açıktır. Bu noktada ABD'nin paradoksları ve açmazları var. Türkiye'ye rağmen ve onu tamamen karşıya alan bir Büyük Ortadoğu Projesi'nin yürümeyeceğini biliyor, ancak İran ve Suriye'ye dokunulmadan da aynı projenin yürümeyeceğini de… TC de bu açmazın farkındadır ve özellikle buna oynamakta ve en az zararla çıkmayı ummaktadır…

“Hazır İsrail sınırlarının dışında askeri harekâta girişmişken ve uluslararası alanda ciddi bir tepki görmemişken, biz de benzer bir girişimde bulunalım, aynı gerekçelerle ABD'yi ortak operasyona ikna edelim, ya da yapacağımız bir operasyona itiraz etmemesini sağlayalım!”

TC'nin hesabını yukarıdaki bu cümle ile özetlemek mümkün! Ancak yapılan ilk açıklamalara bakılırsa ABD, TC'nin Güney'i bombalama ve operasyon yapma girişimlerine sıcak bakmamaktadır. Bunun işleri daha da sarpa sardıracağını, Irak dengelerini sarsabileceğini düşünmektedir.

Kısacası Ortadoğu herşeye gebe, ancak ne yazık genelde devrimci güçler politik olarak çok zayıf, gelişmelere müdahale etme şansları çok sınırlı… Ama öyle de olsa bu süreçte gelişme olanakları da var. Bunun için öncelikle doğru bir çizgi izlemeleri gerekir. İçinde çelişkiler de olsa İsrail saldırısı ile TC'nin saldırı hazırlıkları arasındaki bağları görmeden, her iki saldırganlığa karşı da aynı ciddiyet ve tutarlılıkla tavır almadan gelişmek bir yana devrimci kimliği korumak bile olanaksızlaşır. Yine burada İslamcı hareketler karşısında devrimci ve bağımsız durmadan, anti-emperyalizm adına Baas gericiliği ve sömürgeciliği ile Molla gericiliği ve sömürgeciliği karşısında net ve ikirciksiz bir duruşa sahip olmadan Ortadoğu'da devrimci çizgiyi geliştirmek ve onu ciddi, tutarlı ve samimi bir çizgi haline getirmek de olanaksızdır!

Bu nedenle anti-emperyalist tavır ile anti-sömürgeci duruşu aynı çizgide birleştirmek, bunların tutarlı bir sentezini somutlaştırmak, aynı zamanda, diğer politik akımlar karşısında bağımsız bir duruşu anılan sentezin temel bir unsuru olarak algılamak çok önemlidir! Başarının da bu bütünlüklü duruştan geçeceğine inanıyoruz.

SOSYALİST-ŞOREŞGER

(Kürdistan Devrimci Sosyalistleri)