21 Temmuz 2006 Sayı: 2006/28 (28)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist haydutların yüz yıldır süren talan savaşı bölge halklarını yıkımdan yıkıma sürüklüyor
  İşgalci İsrail ordusu taş üstünde taş bırakmıyor
  İşgalci İsrail ordusu bir kez daha Lübnan topraklarına girdi
  Emperyalizmin Ortadoğu seferini durdurmak için devrimci mücadeleyi yükseltelim!
  İMF uşağı hükümet emre itaat için hazırolda bekliyor
"Sağlıkta tasarruf" ölüm demektir!
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - IV / Yüksel Akkaya
  Seçim tartışmaları ve liberal tutarsızlık / Orta sayfa
  KESK eylemlerinden...
  Sendikalaşma mücadelesi üzerine bir Enorcon işçisiyle konuştuk
  G-8 şefleri siyonist vahşete
kalkan oldu.
  Emperyalist saldırganlık bir kez daha Küba halkının iradesine çarpacak!
  İngiltere'de parayı veren
“Lord” oluyor...
  Irak’ta kitlesel eylem hazırlığı
  İsrail saldırısı ve hedefleri / SOSYALİST-ŞOREŞGER
  İsrail'in Lübnan ötesi
Ortadoğu tehdidi / Abu Şehmuz Demir
  4-6 Ağustos’ta Mamak 3. Kültür Sanat Festivali’nde
buluşalım!.
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşgalci İsrail ordusu taş üstünde taş bırakmıyor...

Halkların direnişi emperyalist-siyonist planları bozacak!

Lübnan halklarını hedef alan İsrail'in vahşi saldırısı ikinci haftasına girdi. Saldırının onuncu gününde siyonist cellatların katlettiği Lübnanlı sayısının 300'e ulaştığı bildirilirken, bu rakamın birkaç katı da insan yaralandı.

Başkent Beyrut dahil Lübnan'ın kent ve kasabalarını bombalayan İsrail ordusu, köprüleri havaya uçuruyor, otoyolları tahrip ederek kullanılamaz hale getiriyor, elektrik santrallerini vurarak devre dışı bırakıyor. Kısacası Lübnan halklarını topyekûn cezalandırıyor. ABD, BM, AB, Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü gibi uluslararası güçlerin doğrudan veya dolaylı desteği ile devam eden İsrail saldırganlığı, Lübnan'ı havadan, karadan ve denizden ulaşılamaz, dış dünyaya kapalı bir ülke haline getiriyor.

Yardım kuruluşları, İsrail'in şiddetli bombardımanları sonucu en az yarım milyon kişinin evlerini terketmek zorunda kaldığını açıkladı. Suriye'ye kaçan onbinlerce Lübnanlı ise, okullar ve camilerde yaşam savaşı veriyor. Suriye'ye göç edenlerin sayısının 150 bini geçtiği ve bu rakamın sürekli arttığı gelen haberler arasında.

İsrail barbarlığı bu safhadayken, siyonist orduya yakın kaynaklar, saldırının henüz en şiddetli aşamaya ulaşmadığını, dolayısıyla önümüzdeki günlerde çatışmaların daha da yoğunlaşabileceğini söylüyor.

“Uygar batı” ile “Müslüman” işbirlikçileri direnen halkların karşısında

Demokrasiden, özgürlükten, insan haklarından, dünya barışından, dinden, imandan, ahlaktan, haktan, hukuktan söz eden bütün gerici güçler, İsrail saldırganlığını seyretmekle kalmıyor, düpedüz bu vahşeti destekliyor. Güya barışı korumakla mükellef olan BM; dünyanın en kıyıcı ordusu aracılığıyla “demokrasi” ihraç eden ABD; insan hakları ve özgürlük şampiyonluğunu kimseye kaptırmayan AB; dinin bütünleştirici gücüyle Ortadoğu'ya “huzur” vaadeden İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), Araplar'ın çıkarını koruma iddiasındaki Arap Birliği... Tümü de, İsrail'in vahşette sınır tanımayan saldırganlığına şu veya bu ölçüde arka çıkmaktadır. İKÖ ve Arap Birliği'nde İran ve Suriye tarafından çıkarılan aykırı sesler ise, bu örgütlerin politikalarını değiştirecek durumda değildir.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan, “İsrail'e yönelik saldırıların durdurulması” için bölgeye uluslararası güçlerin konuşlandırılmasını talep ediyor. ABD Başkanı haydut Bush ise, İran'la Suriye'nin Hizbullah'ı kullanarak bölgeyi karıştırdığını iddia ediyor; İsrail vahşetini ise, “kendini savunma” olarak tanımlayarak açıktan destekliyor. Bu arada neo-faşist çetenin bazı akıl hocaları, İran'ın nükleer tesislerini bir an önce vurarak ABD'nin Tel Aviv'deki dostlarını yalnız bırakmadığını göstermesi gerektiğini vaazediyor.

AB'nin başını çeken İngiltere, Almanya, Fransa gibi emperyalist güçler ise, İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu sayıklamanın ötesine geçerek, esir alınan İsrail askerlerinin bir an önce serbest bırakılması gerektiğini söylüyor. İKÖ Bakanı Ekmeleddin İhsanoğlu ırkçı siyonistleri “mağdur” gösteren Abant Platformu kürsüsünde boy gösterirken, Arap Birliği'nin etkin üyeleri Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün gibi gericilik abidesi rejimler, İsrail'e söz söylemekten çekinirken, Hizbullah'la Hamas'ı utanmadan suçlayabiliyor.

Öte yandan, dinci tabanın desteği ile ayakta duran AKP hükümeti ile başı Recep Tayyip, arabulucu kılığına girerek, işgalci İsrail ordusu ile direnen halkları aynı kefeye koymaya çalışıyor. Ancak siyonistlerin saldırganlığı, “arabulucu Tayyip”i kenara itti. Zira onlar arabulucuya değil, kan dökmeye ve yayılmacı emelleri peşinde koşmaya ihtiyaç duyuyor.

Kenara itilen Recep Tayyip, “islam alemini İsrail'in gazabından kurtaran kahraman” olma emelleri suya düşünce fena öfkelendi. Artvin'de kitle önünde konuşan Başbakan, “hiçbir sebebin siviller üzerine bombalar yağdırmayı, insaf sınırlarını aşarak şehirleri tarumar etmeyi haklı gösteremeyeceğini, bunları yapanların insanlığa hizmet etmek yerine düşmanlık tohumları ektiklerini” söyleyerek bir kez daha “ipin ucunu” kaçırdı. Oysa kentleri tarumar eden siyonist canilerle arkasındaki emperyalist güçler, şu anda üstünde oturduğu mevkiyi Tayyip'e “bahşedenler”dir aynı zamanda. Büyük Ortadoğu/büyük İsrail projelerinin başarısı için harcadığı çaba bu gönül borcundan kaynaklıdır. Dolayısıyla bu “sert çıkış”ın tabana hitap eden bir demagojiden ibaret olduğu gün gibi ortadadır.

Gerici koalisyonu sınıfsal çıkarlar birleştiriyor

Dünyanın en kural tanımaz ordularından birinin saldırısına direnen Filistin ve Lübnan halklarına karşı zımnen kurulan koalisyonun bu kadar geniş olması tesadüf değil. Tersine, bütün bileşenler, Ortadoğu'nun halihazırdaki en diri iki direniş odağının çökertilmesini istiyor. İsrail'in temel çıkarlarıyla çakışan bu “ortak dilek”, bütün bu güçlerin siyonist barbarlığa sahip çıkmalarının asıl gerekçesi.

Ortadoğu gibi dünyada egemenlik uğruna süren çatışmaların en önemli merkezi olan bir bölgede, halkların gösterdiği bu inatçı direniş, başta İsrail ve hamisi ABD olmak üzere, geniş koalisyon bileşenlerinin tümü için risk kabul edilmektedir. Üstelik bu direniş, halen anti-kapitalist olmaktan uzak islamcı akımların önderliğinde olduğu halde bu kadar kaygı uyandırıyor. Ancak bunun hep öyle devam etmeyeceğini onlar da biliyor. Zira 20 yıl öncesine kadar bu direniş ilerici-devrimci hareketlerin önderliği altındaydı. Belli koşullar oluştuğunda önderliğin tekrar asıl olması gereken yere, devrimci-komünist akımlara geçmesi de kaçınılmazdır.

İşte gerici koalisyonun geleceğe dair asıl kaygısı da burada düğümleniyor. Bundan dolayı sorun, bu direniş damarının kırılamaması noktasında odaklanıyor. Zulmün en katmerlisi bile bunu sağlamaya yetmediği gibi, halklar nezdinde itibarı yükselen direniş, kendine güvenen bir güç olarak halen dimdik ayaktadır.

Halkları köleleştirme seferi bozguna uğramaya mahkumdur

Büyük Ortadoğu/büyük İsrail projesinin başarıya ulaşabilmesi için halkların iradesiz köleler sürüsü haline getirilmesi gerekiyor. ABD-İsrail önderliğinde diğer gerici güçlerin desteğiyle devam eden bu saldırının hedefinde şu aşamada -Irak halklarının yanısıra- Hamas ve Hizbullah şahsında Filistin ve Lübnan halkları var. Bu halkları teslim almak ise, ancak direniş odaklarını dize getirmekle mümkündür. Zincirlerinden boşalan siyonist barbarlığın ilk hedefi de budur.

Saldırının hedefindeki halklar ağır bedeller ödüyor, daha ne kadar süre ödeyeceği de belli değil. Dahası bu tehlike bölgenin bütün halkları için de geçerlidir. Zira emperyalist-siyonist haydutlar sürüsü komutasındaki vahşetin nereye varacağını kestirmek zor. Ancak emperyalist-siyonist güçlerin çok kan dökmeleri onlara her zaman zafer getirmiyor. Öyle olsaydı, 60 yıldır kan döken siyonist zebaniler amaçlarına ulaşmış olurlardı. Oysa icraatlarındaki gözü dönmüş saldırganlık, hiç de öyle olmadığını ortaya koyuyor. Ezilen halkların tarihi ise, zulmün arttığı yerde direnişin de güçlendiğini göstermektedir.

İsrail saldırısının başlamasından sonra Hizbullah'ın gösterdiği direniş, siyonist şefleri bile şaşkına çevirecek cinsten oldu. Özel zırhlarla korunan tankın tahrip edilmesi, Füze kalkanıyla korunan İsrail hücum botunun vurulması, bir uçağın düşürülmesi, İsrail kentlerindeki hedeflerin isabetli bir şekilde vurulması, İsrail ordusunun karadan işgal girişimlerinin gerillaların yoğun ateşiyle defalarca püskürtülmesi, bunların hiçbiri beklenmiyordu. Kaldı ki, Hizbullah bugünkünden daha zayıf olduğu dönemde bile İsrail ordusunu Güney Lübnan'dan kovabilmişti. Şimdi hem silah donanımı açısından, hem de başta Lübnan olmak üzere bölge halklarından aldığı destekle, önceki yıllardan çok daha güçlüdür. Dolayısıyla emperyalist, siyonist, gerici koalisyonun Hizbullah'ı silahsızlandırıp safdışı etme hevesleri kursaklarında kalacaktır.

Aynı durum Filistin direnişi için de geçerlidir. Zira bu halk zorbalara teslim olmayacağını defalarca kanıtlamıştır. Artık emperyalist-siyonist projeye destek verenler dahi, bu saldırganlığın Hizbullah ve Hamas'ı zayıflatmaya yetmeyeceğini, hatta daha da güçlendireceğini teslim ediyorlar.

Ancak bu durum, sürecin Filistin-Lübnan halkları açısından zorlu geçeceği gerçeğini değiştirmiyor. Bu onurlu halklar her açıdan destek bekliyor ve her türlü olanak sefer edilerek desteklenmeyi hak ediyor. Gerici koalisyon ne kadar genişse, halkların direniş cephesini de en az o kadar genişletmek için çaba harcamalıyız. Direnişi bölgenin tümüne yaymak, anti-emperyalist, anti-siyonist güçlerin temel amaçlarından biri olmalıdır.