21 Temmuz 2006 Sayı: 2006/28 (28)
  Kızıl Bayrak'tan
   Emperyalist haydutların yüz yıldır süren talan savaşı bölge halklarını yıkımdan yıkıma sürüklüyor
  İşgalci İsrail ordusu taş üstünde taş bırakmıyor
  İşgalci İsrail ordusu bir kez daha Lübnan topraklarına girdi
  Emperyalizmin Ortadoğu seferini durdurmak için devrimci mücadeleyi yükseltelim!
  İMF uşağı hükümet emre itaat için hazırolda bekliyor
"Sağlıkta tasarruf" ölüm demektir!
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - IV / Yüksel Akkaya
  Seçim tartışmaları ve liberal tutarsızlık / Orta sayfa
  KESK eylemlerinden...
  Nükleer santral karşıtı şenlik başarıyla gerçekleştirildi
  Sendikalaşma mücadelesi üzerine bir Enorcon işçisiyle konuştuk
  G-8 şefleri siyonist vahşete
kalkan oldu.
  Emperyalist saldırganlık bir kez daha Küba halkının iradesine çarpacak!
  İngiltere'de parayı veren
“Lord” oluyor...
  Irak’ta kitlesel eylem hazırlığı
  İsrail saldırısı ve hedefleri / SOSYALİST-ŞOREŞGER
  İsrail'in Lübnan ötesi
Ortadoğu tehdidi / Abu Şehmuz Demir
  4-6 Ağustos’ta Mamak 3. Kültür Sanat Festivali’nde
buluşalım!.
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 
Seçim tartışmaları ve liberal tutarsızlıklar

Seçimlere endeksli tartışmalar

Düzen cephesinde muhtemel bir erken seçime ilişkin tartışmalar gündemden düşmüş bulunuyor. Bu tartışmalar burjuva gericiliğinin iç çekişmelerinin ürünüydü ve odaklaştığı temel sorun cumhurbaşkanlığı seçimiydi. Ortalık şu sıralar bir parça durulmuş görünse de gerçekte olay tüm önemini koruyor. Çekişmeyi şiddetlendiren sorunlar bütünü yerli yerinde duruyor ve onların düğümlendiği sorun -cumhurbaşkanlığı seçimi- zaman içinde gittikçe yakınlaşıyor. Bu, beklenmedik şu veya bu gelişmenin ya da taraflardan birinin üstünlük elde etmeye yönelik yeni bir hamlesinin, çatışmayı her an yeniden şiddetlendirebileceği anlamına gelmektedir. Bununla birlikte bunun önümüzdeki sonbaharda bir erken seçime vardırılması olasılığı artık gündemden düşmüştür ve yeni bir erken seçim tartışması ilerde ancak en erken gelecek ilkbahar üzerinden gündeme gelebilir.

Bu gelişme haliyle reformist solda erken seçim beklentilerine paralel olarak gündeme gelen seçim politikası ve ittifakları tartışmasının da hızını kesti. Reformist bloku oluşturanlar her seçim öncesinde ve sonrasında kurdukları ittifak ilişkilerinin seçimlere değil mücadeleye yönelik olduğunu ve dolayısıyla süreklilik göstereceğini söyleyip dursalar da, sonuçta olup bitenin salt seçimlere ve parlamenter başarıya endeksli olduğunu olaylar tüm açıklığı ile göstermektedir. Böyle olunca konuya ilişkin tartışmalar da seçim öncesinde gündeme gelmekte ve seçim değerlendirmelerinin hemen sonrasında ise bir sonraki seçime kadar geride kalmaktadır. Nitekim bu tartışmanın geride kalan haftalarda bir kez daha gündeme gelmesi yine yeni bir seçim olasılığı üzerine idi ve şu günlerde hız kesmesi de aynı olasılığın gündemden düşmesi sonucu oldu. Bu davranışın yılları bulan toplam tablosu, hiç de mücadeleye değil fakat tümüyle parlamentarizme endeksli bir tutumun tipik ifadesi olarak durmaktadır orta yerde.

Yine de başlamış bulunan tartışmalar altan alta bir biçimde sürecektir. Zira erken ya da zamanında, Türkiye'de yeni bir seçim sürecine gerçekte artık girilmiş bulunmaktadır. Zamanında yapılacağı varsayılsa bile seçime bir yıldan biraz fazla bir zaman kalmıştır. Kaldı ki bunun daha erken bir tarihte gerçekleşmesi de hala ihtimal dahilindedir. Herkes gibi reformist sol da bunun farkındadır ve bu nedenle yaklaşmakta olan seçimlere yönelik tartışmayı vesile doğdukça sürdürecektir. Gerçekleşmiş bulunan sınırlı tartışmaların bazıları payına yarattığı sıkıntılı açıklıklar bunu özellikle gerektirecektir.

Sınırlı tartışmaların yarattığı açıklıklar

Tartışmalar henüz başlangıç aşamasındayken hız kesmiş olmakla birlikte bu haliyle bile önemli açıklıklar sağlamıştır. Bizi de seçimlerden çok bu ilgilendirmektedir. En önemli açıklık Kürt hareketi cephesindedir. Bu iddia ilk bakışta şaşırtıcı görünebilir. Öyle ya, ortaya attığı “Zeytin Dalı” önerisi daha baştan ölü doğmuş bir politika iken ve bu da yaşanan sınırlı tartışmalar içinde bizzat Kürt hareketinin geniş kesimlerince böyle kabul edilmişken, bunun ötesinde ne yapabileceğini ise görünürde tümüyle belirsizlik içinde bırakmışken, Kürt hareketinin tutumunda ne türden bir açıklıktan sözedilebilir ki diye düşünülebilir.

Açıklık öncelikle, Kürt sorunu karşısında çok dar sınırlarda da olsa esneklik gösterebilecek her türden düzen partisi ile seçim ittifakı yapılabileceği noktasındadır. Kürt hareketi yerinde bir tutumla bu konuda düzen partileri arasında sağ ya da sol ayrımı yapmamakta, tümüne eşit mesafede durmaktadır. Zira tersinden de tümü halen Kürt sorununa eşit mesafede durmaktadır. Olduğu kadarıyla aralarındaki çok sınırlı farklılıklar ise gerçek politikadan çok demagojik ve hesaplı söylemlerden doğmaktadır. Kürt hareketi erken kesilen erken seçim tartışmalarını vesile ederek, bu konuda bir parça esneme gösterecek olan her düzen partisiyle ittifaka, hatta onu koşulsuz olarak desteklemeye hazır olduğunu, birinci dereceden yetkilileri aracılığıyla ilan etmiştir.

Bu önemli bir açıklık olmakla birlikte gerçekte fazlaca bir yenilik taşımamaktadır. Nisan ‘99 genel seçimlerinden beri Kürt hareketinin seçimlere yönelik ittifak politikasının genel çerçevesi budur. Bu çerçevede ANAP'tan Saadet Partisi'ne kadar bir dizi partiyle seçim ortaklıkları aramıştır. Buna rağmen seçimlerde reformist solla başbaşa kalmışsa eğer, bu tam da düzen partilerinden kendine seçim müttefiki olarak bir muhatap bulamamasından ötürü olmuştur. Kaldı ki böyle bir muhatabı son yerel seçimlerde salt Karayalçın şahsında bulduğunda ise, onun tabansız SHP'sinin “çatı”sına bile razı olmuş, bu arada reformist solu da bu doğrultuda ardından sürüklemiştir.

Sınırlı tartışmaların yarattığı açıklıkların bundan da önemli olanı, reformist solla ilişkiler konusundadır. Kürt hareketi son birkaç seçimdir blok kurduğu reformist solu gelinen yerde artık bir yük saymakta, bunu da gitgide daha açık biçimlerde ortaya koymaktadır. Bu söylemlerden öteye davranışlara yansımakta, son DTP kongresinin haberine ilişkin “protokol krizi” de bu türden bir davranışı sembolize etmektedir.

Bu yük saymanın gerisinde öncelikle düzen partileri içinden muhatap arama tutumuna inandırıcılık kazandırma kaygısı vardır. Sözkonusu olan düzen soluyla “Zeytin Dalı” politikası çerçevesinde biraraya gelmek olabilseydi elbette pek bir sorun kalmazdı. Böyle bir durumda ittifak ilişklerinin reformist solu kapsaması “Zeytin Dalı” politikasının ruhuna tümüyle uygun düşer, onun zorunlu bir gereği olarak gerçekleşirdi. Nitekim 28 Mart yerel seçimlerinin “yerli Prodisi” olan Karayalçın, eksenini düzen solunun oluşturacağı kendi “Zeytin Dalı” yelpazesine Kürt hareketi dışındaki tüm reformist solu da dahil ederken bu politikanın ruhuna uygun hareket etmektedir. Fakat dünün “yerli Prodisi”nin bile kendisini dışladığı bir durumda düzen solu ile, dolayısıyla da “Zeytin Dalı” politikası ile yapılabilecek bir şey olmadığı konusunda Kürt hareketi gelinen yerde artık yeterince gerçekçidir. Bu gerçekten hareketle de zorunlu olarak düzen sağına, kendi ifadesiyle “sağdaki liberal partilere” bakmakta, olanaklıysa müttefiklerini buradan bulmaya çalışmaktadır. Bunu ise reformist solla sürdürülecek bir ilişkiyle bağdaştırmak haliyle olanaklı değildir. Ne “sağdaki liberal partiler” ve ne de reformist sol bakımından. Dolayısıyla dünkü seçim müttefiklerinin bugün yük olarak görülmesi ilkin bu politik yönelimin bir sonucudur.

Fakat mesele bundan ibaret değildir. Daha da önemli olanı, Orhan Doğan'ın açık sözlülükle ifade ettiği gibi, parlamenter alanda reformist solla yapılabilecek fazla bir şey olmadığı düşüncesidir. Son tartışmalar vesilesiyle Kürt basınında, reformist solla ittifakın Kürt hareketinin oylarını artırmak bir yana düşürdüğü yaygın bir düşünce olarak sık sık dile getirilmiştir. Kendisi hala da reformist solla ittifaktan yana olan bir Özgür Gündem yazarı, reformist solla ittifakı yük sayan görüşün Kürt hareketi içinde “ağırlıkta olduğunu” önemle vurgulamakta, bağımsız adaylarla seçime katılma eğilimini de bu yaygın düşünce ile ilişkilendirmektedir (Delil Karakoçan, 5 Temmuz ‘06).

Liberal tutarsızlık

PKK-DTP çizgisindeki Kürt hareketi reformist solun Kürt sorunundaki hassasiyetini ve desteğini politik bakımdan elbette önemsemektedir, bu açıdın bir sorun sözkonusu değildir. Fakat aynı reformist solun parlamenter mücadele alanında bir olanaktan çok bir handikap haline geldiği konusunda da artık daha gerçekçi düşünmekte ve davranmaktadır. Meselenin tüm özü ve özeti budur. Fakat Kürt hareketinin eteğinde politika yapan ve parlamentarizm çizgisine kaydığı ölçüde bunu kendisi için vazgeçilmez sayan reformist solun anlamadığı ya da anlamazlıktan geldiği de budur.

DTP kongresinin Özgür Gündem'de veriliş tarzına gösterilen duygusallık yüklü tepkiler de bu anlamama ya da anlamazlıktan gelme tutumunun yansımalarıdır. Özgür Gündem'in davranışı anlamlı bir mesaj yüklü olmalı ki bu denli önemsenip yazılara konu edilebilmiştir. Konuyu bir EMEP'li yazardan sonra bir SDP'li yazar da (üstelik olaydan neredeyse iki hafta sonra) sitem yüklü sözlerle köşesine taşımış, dahası bunu “demokrasi güçlerinin birliği ve halklar arası kardeşlik zeminini zedeleyen” bir tutum olarak niteleyebilmiştir.*

Burada dikkate değer olan, Kürt hareketinin liberal ideolojik-siyasal açılımları karşısında susanların, bunun emekçilerin ve halkların ilişkileri ve çıkarları bakımından ne anlama geldiği üzerinde durmak gereği duymayanların, kendilerine yönelik önemsiz bir protokol sorunu konusunda aşırı bir alınganlık ve hassasiyetle ortaya çıkmaları, bunu da gülünçlük ölçüsünde bir tutumla “halklar arası kardeşlik” ilişkilerine bağlamalarıdır. Bu fazlasıyla yadırgatıcı tutumun gerisinde, bu çevrelerin Kürt hareketinin liberal sol çizgisiyle esasa ilişkin bir sorunlarının olmaması gerçeği gizlidir. Onların Kürt hareketiyle kuyrukçuluğa varan aşırı uyumlarının temelinde ideolojik-politik uyum vardır. Kürt hareketiyle devrimci döneminde ilişki kurmaktan özenle kaçınanların ve bunu keskin ilke farklılıklarına bağlayanların (TDKP-EMEP), tam da İmralı açılımlarının ardından onunla istikrarlı bir uyuma girmelerinin başkaca bir anlamı olabilir mi?

Tutarsızlık Kürt hareketinin aynı liberal çizgi temelinde geliştirmeye çalıştığı yeni ittifak arayışlarının sorun edilmesindedir. Kürt hareketi Kürt sorununa ilişkin istemlerini kimlik ve kültürel hak sınırlarına indirgemiş, bu temelde düzenle ve devletle barışıp bütünleşmeyi kendisine stratejik bir çizgi olarak belirlemiştir. Bunu “barışçı demokratik çözüm” olarak olumlayıp sahiplenenlerin, bu çizgi doğrultusunda “barışın dili” üzerine güzellemeler yazanların, bu çizginin mantığı içinde bir yere oturan “sağdaki liberal partiler” ile ittifak arayışlarını da içlerine sindirmek zorundadırlar. Bu arayışlarla sorunları yoksa eğer, o halde protokol listesinde anılmamalarını da sorun etmemek zorundadırlar. Zira bugüne kadar kendilerine cömertçe kucak açan ve büyük propaganda olanakları tanıyan Kürt hareketi, eğer bu sembolik davranışla artık bundan geri durabileceği izlenimi veriyorsa, protokol listelerinde anılmamanın böyle bir sembolik anlamı varsa, demek ki yeni politik yönelimler çerçevesinde bu artık bir ihtiyaç olarak belirmektedir. Liberal kuyrukçulara düşen bunu da anlayışla karşılamak ve “Kürt halkına karşı enternasyonal görevler”i çerçevesinde sineye çekmektir. İmralı sonrası çizgiye verilen destekte samimiyet ve tutarlılık, bunu hiçbir biçimde kendisiyle ilişkilere endekslememeyi gerektirir. Protokol listesi krizi üzerinden çıkarılan gürültü bu alandaki kaba tutarsızlığın bir yansımasıdır.

Libaral sol ve ulusal sorunda liberal çizgi

Kürt sorunu ve hareketiyle ilişkiler bakımından Türkiye'nin reformist solu iki ana küme oluşturmaktadır. İrili ufaklı grupları bir yana bırakarak solda adı öne çıkmış gruplar üzerinden bakıldığında, bu kümelerden ilkini ÖDP ve TKP, ötekini EMEP ve SDP oluşturmaktadır. İlk kümeyi oluşturanlar Kürt hareketiyle araya belirgin bir mesaf koymaktadırlar. Liberal sol akımlar olarak elbette bunu devrimci ilkeler ve çizgi nedeniyle değil, fakat temelde topluma egemen şovenizmin kendine özgü birer sol yankısı olarak yapmaktadırlar. ÖDP'de bu gizlenemeyen, zaman zaman da gizlenmesine gerek bile duyulmayan bir kabalıkta yapılmaktadır. Yakın zamanda solda seçim ittifakları üzerine verdiği bir demeçte ÖDP Genel Başkanı bunu her zamankinden daha kaba bir biçimde açığa vurmuş, Kürt hareketinin “terör ve bölücülük” kaynağı olduğu imasında bulunmuştur. ** ÖDP'den farklı olarak TKP, izlediği sosyal-şoven çizgiyi marksist ilkelerle örtmeye, böylece daha incelikli biçimler içinde sunmaya çalışmaktadır. Başından itibaren reformist bir konumda bulunan, daha sonraları 28 Şubat'ın dümen suyunda politika yapmaya yönelen ve gelinen yerde “ulusal sol”un sol versiyonu olan “yurtsever cephe”ler kuran TKP'nin Kürt sorunu karşısındaki tavrı özünde ÖDP ile aynı çizgidedir.

Bu iki reformist partiden farklı olarak öteki kümeyi oluşturan EMEP ve SDP, Kürt sorunu karşısında belli bir hassasiyet göstererek, bunu Kürt hareketi ile yakın ilişkilerde somutlamaktadırlar. Egemen ulus şovenizminin ağır bir atmosfer oluşturduğu ve kudurgan bir fiili saldırganlığa dönüşebildiği bir toplumda, bu iki partinin Kürt sorunundaki bu hassasiyeti kuşkusuz bir anlam taşımakta, bu sorun çerçevesinde onları ilk kümeyi oluşturanlardan ayırmaktadır. Fakat izledikleri genel çizginin mantığı ve bu mantık içerisinde Kürt sorununun ele alınışı, özünde ÖDP ve TKP'den farklı değildir. Fark, Kürt sorununu ele alıştan çok bugünkü Kürt hareketiyle ilişkilerde kendini göstermektedir.

Bunu görebilmek için EMEP ile ÖDP'nin Kürt sorununu ele alışını karşılaştırmak yeterlidir. Hala da sosyalizm söylemi kullanan liberal sol bir parti olarak ÖDP'nin Kürtler'in kimlik ve kültürel haklarının tanınmasına gerçekte bir itirazı yoktur. Fakat gerçekte EMEP'in de Kürt sorununda bunu aşan herhangi bir tutumu, programı ve politikası yoktur. İmralı'yla birlikte Kürt hareketi istemlerini zaten bu sınırlara indirgemiştir ve dikkate değer bir tutumla EMEP'in Kürt hareketiyle yakın ilişkileri de bu noktadan itibaren gelişmiştir. Bugünkü EMEP'in bugünkü ÖDP'den temel farkı, Kürt hareketinin mevcut silahlı mücadelesini meşru sayması ve silahların bırakılmasını Türk devletinin belli adımlar atması koşuluna bağlamasıdır. Sorunun temel siyasal kapsamı, tam özgürlük ve her alanda tam eşitlik, her ikisi tarafından da es geçilmektedir. EMEP'in bu konuda, ulusal sorunda, ÖDP ile aynı kaba liberal platformda buluştuğu gerçeğini gizleyen etken, Kürt hareketi ile kurduğu ilişkilerdir. Burada unutulmaması gereken temel önemde nokta, bu ulusal liberal programın İmralı'dan beri artık bizzat PKK tarafından ortaya konulmuş ve tüm liberal sol adına da meşrulaştırılmış olması gerçeğidir. Önemle yineliyoruz. Bu çerçevede farklılık izlenen program ve politikanın özünde ve kapsamında değil fakat yalnızca Kürt hareketi ile ilişkiler alanındadır.

Bunun en dolaysız kanıtını, ÖDP Genel Başkanı'nın sosyal şoven demecine yönelttiği öfkeli eleştiri ile bizzat EMEP'li Mustafa Yalçıner ortaya koymaktadır. Hayri Kozanoğlu'nun “öncelikle Kürt muhalefeti taleplerini sadece kültürel haklar, kimlik, özgürlük ve demokrasiye indirgemelidir” şeklindeki sözlerini yerinde bur tutumla “gericilik” olarak niteleyen Mustafa Yalçıner sözlerini şöyle sürdürmektedir: “Kürtler'in talepleri zaten, onun ‘indirgemeliler' dediği noktada değil mi? Kürtler, Türkiye'nin demokratikleşmesini hedeflediklerini bas bas bağırmıyorlar mı? Kürtler'in neden taleplerini daha da geriye çekmeleri istenir?” (Yine birlik üzerine, Özgür Gündem, ‘04 Temmuz ‘06)

Kaba ve dayatmacı şoven bir tutuma yönelen öfkeli tepkisiyle övgüye değer olan bu sözler, gerçekte kişiler planında Kozanoğlu ile Yalçıner arasındaki, partiler planında ÖDP ile EMEP arasındaki ulusal program ortaklığını ortaya koyuyor. Mustafa Yalçıner Hayri Kozanoğlu'nun gerici-şoven tutumunun karşısına Kürt ulusunun temel siyasal haklarını savunarak değil fakat istenenin zaten halihazırdaki durum olduğu söylemiyle çıkıyor. Bu bir rastlantı da değil. EMEP yöneticilerinin hangi söylemine bakarsanız bakın, Kürtleri'n hak ve özgürlükleri adına savunulanlar Kürt hareketinin İmralı'dan beri “indirgediği” o sınırlı kültürel haklar sınırlarını hiçbir biçimde aşmıyor. Marksist ulusal sorun programı, ezen ve ezilen ulus arasında başta devlet ve siyaset alanı olmak üzere her alanda tam hak eşitliğine dayanır. Kürt hareketinin bilinen sürecin ve koşulların bir sonucu olarak kendi ulusal programını salt “kültürel haklar”a “indirgemiş” olmasının arkasına sığınarak marksist ulusal programın gereklerini gözardı etmek, küçük-burjuva kurnazlığı yüklü bir liberal tutumdur.

Bu tutum salt EMEP'in değil, EMEP'ten ESP'ye tüm kuyrukçu akımların temel önemde bir tutarsızlığını da ortaya koymaktadır. Marksist ya da sosyalist olmak iddiasındaki hiçbir akım, ezilen ulusun iradesine saygı adı altında kendi ulusal sorun programını ve politikasını ezilen ulusun belli bir andaki eğilimine ya da onu kontrol altında tutan ulusal hareketin çizgisine indirgemez. Ezilen ulusla ve ona önderlik eden hareketle ilişkisini hiçbir biçimde buradan kurmaz. Marksist devrimci sınıf partisinin her konuda olduğu gibi ulusal sorunda da kendi bağımsız bayrağı, programı ve politikası vardır. Ezilen ulusun şu veya bu evredeki eğilimlerine ya da tercihlerine olduğu kadar ona yön veren parti ya da akımlarla ilişkilerine de buradan, kendi bağımsız ulusal programı ve politikası üzerinden bakar. Kuyrukçuluğu müzmin bir kimlik haline getirmiş bulunan akımlar kümesi, bağımsız devrimci sınıf çizgisi ile liberal kuyrukçuluk arasındaki bu temel ilkesel farkı anlayamamakta ya da anlamazlıktan gelmekte, ezilen ulusun iradesine ve tercihlerine saygı adı altında, burjuva liberal çizgideki Kürt hareketinin kuyruğunda sürüklenmektedir. EMEP gibileri için, kısaca değinmiş bulunduğumuz nedenlerle, gerçekte bu incelmiş bir sosyal şovenizmi örten bilinçli bir tutumun yansımasıdır. Türk şovenizminin toplumda oluşturduğu bugünkü ağır atmosfer olmasaydı, gerçekte ÖDP de bugünkü EMEP ile aynı tutum içerisinde olur, onun bugün durduğu yerde durmakta bir sakınca görmezdi. ESP gibileri içinse sorun bu açıdan elbette daha farklıdır, fakat yaratmakta olduğu akıbet bugünkü EMEP'ten farklı olmayacaktır...

(Devam edecek...)

 

* “... Kongreye SDP (Sosyalist Demokrasi Partisi), Genel Başkan Filiz KOÇALİ başkanlığında Genel Başkan yardımcıları, MYK ve PM üyelerinden oluşan kalabalık bir heyetle katıldı. Ne var ki yazarı olduğum Özgür Gündem gazetesindeki kongre haberlerinde, ne SDP'nin, ne de Genel Başkanı Filiz KOÇALİ'nin katılımcılar içinde ismine rastlamadım. Kardeş partilerden EMEK Partisi ve Genel Başkanı Levent TÜZEL'in adı da yoktu. Demokrasi güçlerinin birliği ve haklar arası kardeşlik zeminini zedeleyen bu tutumu yadırgadığımın bilinmesini istiyor, en azından yazarı olduğum gazeteyi bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum. (Barışın Dili, Mustafa Kahya, Ülkede Özgür Gündem, 7 Temmuz ‘06)

 

** “Bölge'de silahların susmadığı bir dönemden geçiyoruz. Bu ortamda yapılacak güç birliği çağrılarını ben gerçekçi bulmuyorum. Olası seçimlerde böyle bir ittifakın tartışılması için öncelikle Kürt muhalefeti taleplerini sadece kültürel haklar, kimlik, özgürlük ve demokrasiye indirgemelidir. Türkiye'nin demokratikleşmesini hedeflemelidir. Bunun için de Bölge'deki gerilimin düşmesi gerekiyor. Bu olmadan böylesi bir ittifak arayışı gerçekçi değildir.” (Solda ittifak arayışları, Özgür Gündem, 3 Temmuz 2006)