8 Temmuz 2006 Sayı: 2006/26
  Kızıl Bayrak'tan
   Kurultay çalışmasının hedefleri ve başarı ölçütleri
  Köhne düzeninizi yeni “terör” yasanız da kurtaramayacak!
  Yeni TMY CHP’nin tam desteğiyle çıktı
  Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltelim!
  Tersane İşçileri Birliği’nden işçi cinayetini protesto eylemi
  Sivas katliamını unutmayacağız, utturmayacağız!
2 Temmuz eylemlerinden...
DİSK Genel-İş Sendikası 1 No’lu Şube Sekreteri Kemal İkisivri...
Sendikal ihaneti aşmanın yolu
Ludist hareketten ‘’mevzuatiçi’’ sendikacılığa: Y. Akkaya
Reformist solda “Zeytin Dalı” heyecanı
  Gençlik kampında buluşalım!
  Siyonistlerden Filistin halkına toplu cezalandırma...
  Savaş kundakçıları terörist İsrail devletinin kalkanı
  ABD emperyalizmi Nepal halkının iradesini kırmaya çalışıyor
  General Motors işçileri Portekiz’deki sınıf kardeşleriyle dayanışma içinde
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi’nde 2 Temmuz etkinliği...
  TUYAB Ulucanlar’daki kadın tutsaklara saldırıyı protesto etti...
  Mamak’ta 2 Temmuz mitingine çağrı yürüyüşü...
  Partizan ile sınıfın mücadele ve örgütlenmesinin önündeki engeller üzerine konuştuk...
  Çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmak için...
  Ortadoğu’da çirkin pazarlıklar dönüyor
  Filistin, Afganistan, Irak... Sırada İran var...
  Bir-Kar: Filistin halkıyla dayanışmaya!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

ABD emperyalizmi Nepal halkının iradesini kırmaya çalışıyor

Bir ülkede emekçilerin iradesi siyasi yönetim üzerinde etkili olabilecek düzeye ulaşmışsa, orada kapitalist-emperyalist düzenin efendileri için sorun alanı oluşmuş demektir. Zira ülke yönetimi üzerinde etkili olmak siyasi bilinç, örgütlülük ve kitlesel eylem gerektirir ki, emekçilerin bu düzeyi yakalaması hem ulusal hem de küresel egemenleri daima huzursuz eder. Savaş makinesi orduların -özellikle bağımlı ülkelerde- gerici rejimlerin en etkili aktörleri olması, bu tür ülkelerde emekçilerin iradesini kırma ihtiyacının süreklilik arzetmesinden kaynaklıdır.
Son aylarda Nepal’de yaşanan gelişmeler, dünya jandarması ABD’nin bu ülkeye de kanlı ellerini atmasına vesile oldu. Bu müdahale, Nepal Komünist Partisi/Maoist’in (NKP/M) yönetimde yeralmasının kaçınılmaz olmasından kaynaklanıyor. Çünkü NKP/M önderliğindeki gerilla savaşı ve yaygın kitle gösterileriyle kralın devrilmesi ülkede yeni bir süreç başlatmış, bu aşamadan sonra yönetimin yeniden şekillenmesi zorunlu hale gelmişti.  Mevcut koşullarda krallığın yıkılmasında en etkin rolü oynayan NKP/M’yi yönetim dışında tutmak, burjuvazi için tercih edilecek bir seçenek değildi. Silahların bırakılması karşılığında yönetimi NKP/M ile paylaşmak, liberal burjuvazi için tek çıkış yolu gibi görünüyor. Başbakanın gerilla lideriyle masaya oturup anlaşması  bundan kaynaklanıyor.
Nepal’in verili durumdaki özgül koşullarına rağmen hükümetin NKP/M ile yönetim paylaşımı konusunda anlaşması, Beyaz Saray’da rahatsızlık yarattı. Savaş kundakçılarının Katmandu yönetimine müdahalesi sonucu hükümet NKP/M ile yetki paylaşımını silah bırakma şartına bağladı. ABD’nin Nepal büyükelçisi James F. Moriarty’nin açıklaması ile hükümetin tavır değişikliğinin nedeni anlaşıldı. Başbakan Girija Prasad Koirala ile görüşen Moriarty, NKP/M’nin kurulacak geçici hükümette yeralmaları durumunda, Nepal’e yaptıkları yardımı kesecekleri tehdidini savurdu. ABD halen Nepal’e gelişim, eğitim, sağlık hizmetlerini destekleme adı altında yıllık 45 milyon dolar “yardım” yapıyor.
ABD emperyalizminin tehdit ve şantajları liberal burjuvazi üzerinde etkili olmuş görünüyor. Ancak bu tehditlerin 10 yıldır Nepal Komünist Partisi önderliğinde monarşiye karşı savaşan emekçiler üzerinde etkili olması olası görünmüyor.

 

--------------------------------------

Afganistan: İşgal ordularının
kayıpları artıyor

Afganistan işgalinin üzerinden yıllar geçti. Ancak ABD-NATO önderliğindeki işgal ordularıyla, düşkün Hamid Karzai başkanlığında kurulan kukla yönetimin tüm çabalarına rağmen, başkent Kabil dışında kayda değer bir kontrol sağlanamıyor. Ülkede “güvenliği” sağlamak amacıyla yapıldığı söylenen sayısız saldırıda, eski Amerikan beslemeleri Taliban güçlerinden çok yoksul halkın katledilmesi, işgalcilerle işbirlikçilerine duyulan öfkeyi daha da arttırmaktadır.
Genelde üslerine sığınarak zaman geçiren işgal güçleri, bu inlerinde de güvende olamıyorlar. Halkın üzerine havadan bomba yağdırmak için bazen üslerin çıkan NATO kuvvetleri, artık sığındıkları inlerinde de saldırıya uğruyor. Bu tür saldırıların giderek sıklaştığını emperyalist merkezler de itiraf etmek durumunda kalıyor.
Düzenlenen son saldırılarda, Sangin bölgesinde, 2 İngiliz askerinin öldürüldüğü ve 4 koalisyon askerinin yaralandığı İngiltere Savunma Bakanlığı sözcüsü tarafından da açıklandı. Diğer bir saldırı ise Kandahar’da gerçekleşti. Askeri yetkililer Kandahar üssüne 2 roket isabet ettiğini, saldırıda 2 Kanada, 2 Amerikan askeri ile 3 yabancı sözleşmeli personelin yaralandığını kaydetti.
Bu tür saldırıların arttığı, Kabil’de bile halkın işgal güçlerine karşı ayaklanacak kadar öfkeli olduğu günlerde, Pakistan-Afganistan ziyaretini gerçekleştiren ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, işbirlikçilerine “umut” dağıtmaya teşebbüs etti.
Savaş kundakçısı bakan, Pakistan’daki temasları ardından Afganistan’a geçerek Hamid Karzai soysuzu ile buluştu. Basına açıklama yapan Rice, “Pakistan ve Afganistan’la birlikte, ‘ortak düşmanları’na karşı yürüttükleri mücadeleden zaferle çıkacaklarını” iddia etti.
İşgalci NATO güçlerinin “zafer kazanacakları”na “Rice dahil” kimse ihtimal bile vermiyor. Kukla bir ordu kurup, ABD adına Afganlıları birbirine kırdırma girişimi şimdiye kadar sonuç vermedi. Dolayısıyla Rice’ın sözlerinden, üslerinde bile saldırıyla uğrayan işgal güçlerinin, hava bombardımanlarını yoğunlaştırıp daha çok kan dökecekleri sonucu çıkartılabilir ancak. NATO’nun Afganistan’a ek kuvvet göndermeye hazırlanması da, halkı hedef alacak hava saldırılarının yoğunlaştırılacağına işaret ediyor.
Bu gelişmeler, Afgan halkının ödediği bedellerin ağırlaşacağını gösteriyor. Ancak bu, hiç de işgal güçlerinin zafer kazanacağı anlamına gelmiyor. Tersine, her işgalci güç gibi Afganistan’daki NATO kuvvetleri de, barbarlığı arttırarak kendi çöküşlerini hızlandıracaklardır.

 

------------------------------------------

Bolivya Kurucu Meclis seçimleri...

Sosyalizme Doğru Hareket ilk seçimden güçlenerek çıktı

Bolivya’da Ocak ayında yönetime gelen Evo Morales liderliğindeki Sosyalizme Doğru Hareket (MAS), anayasayı yeniden yazacak kurucu meclis üyelerinin belirlenmesi için yapılan seçimden başarıyla çıkarak oylarını yüzde 7 civarında arttırdı. Zengin bölgelerin özerklik talebinin de oylandığı seçimde, seçmenlerin yüzde 55’i özerkliğe karşı çıktı.
Birkaç ayda ülkedeki petrol ve doğalgaz tesislerini kamulaştıran Morales, kır yoksullarına da toprak dağıtmaya başladı. Yağmacı kapitalistlerin itirazlarına rağmen MAS yönetiminin attığı bu adımlar, hareketin yoksullardan aldığı oy oranında bir artışa yol açmış görünüyor. Resmi olmayan sonuçlara göre Morales’in desteklediği adaylar 255 sandalyeden 135’ini kazanmıştır.
Sonuçların belli olmasından sonra bir basın açıklaması yapan Morales, partisinin pazar günkü seçimlerde, Aralık’taki başkanlık seçimlerinde elde ettiği %53.7’lik oy oranını aşarak %60’ın üzerinde destek kazandığını belirtti. Morales, “Bu sonuçlar değişim için bize daha fazla güç verdi” dedi.
Morales, zengin eyaletlerin özerklik talebinin de oylandığı seçimde bütün ulusun %55’inin “hayır” diyerek özerkliği reddettiğini, ancak özerkliğe evet diyen, Santa Cruz başta olmak üzere sağın kalesi pozisyonundaki dört eyaletin taleplerinin de dikkate alınacağını söyledi. Oysa Morales, daha önce “yalnızca oligarkların işine yarayacağını” söyleyerek özerkliğe karşı çıkmıştı.
Seçimlerden güçlenerek çıkmasına rağmen MAS, rahat karar alabilmek için gerekli üçte iki çoğunluğu elde edemedi.
Bolivya’nın sol muhalefeti ise seçimleri boykot etmeyi tercih etti. Bazı kaynaklar, Bolivya İşçi Merkezi’nin (COB) başını çektiği sol muhalefetin, kalesi durumundaki El Alto’da bile MAS’ın güç kazandığını belirtiyor.

 

---------------------------------------

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)
görüşmeleri çıkmaza girdi

Başını ABD, AB, Japonya gibi emperyalist güç odaklarının çektiği DTÖ, yerküreyi büyük sermayenin sınırsız dolaşım alanı haline getirmek için uzun süredir çaba harcıyordu. Ancak son yıllarda Çin’in örgüte katılması, Brezilya, Hindistan gibi büyük ülkelerin ise örgütün resmi çizgisi dışına çıkacak gücü kendilerinde bulmaları işin rengini değiştirmeye başladı. Bu gelişmeler, Temmuz ayı içinde piyasaların serbestleştirilmesini karara bağlamak amacıyla yapılan DTÖ görüşmelerinin çıkmaza girmesine yolaçtı.
Bilindiği üzere emperyalist güçler, belli ürünlerin kendi pazarlarına girişini engellemek için ya kota uyguluyor, ya da gümrük duvarlarını yüksek tutuyorlar. Buna karşın bağımlı ülkelerin pazarlarına sınırsız giriş hakkı istemekten de geri durmuyorlar. Aslında bu yolda epey mesafe de katettiler. Yine de dünya henüz onlar için tam bir serbest dolaşım alanı haline gelmedi. Çin, Brezilya, Hindistan gibi büyük ülkelerin tutumu, batılı emperyalistlerin önünde ciddi bir engel teşkil etmeye başladı. DTÖ’de anlaşma sağlanamamasının esas nedeni, bu iki güç arasındaki çıkar çatışmalarının giderek derinleşmesidir.
Çin, Hindistan, Brezilya ile peşlerinden giden bağımlı ülkeler, anlaşmanın önündeki en önemli engelin, zengin ülkelerin tarım sektöründe korumacı tutumlarını sürdürmekte ısrar etmeleri olduğunu savunuyor. “Kalkınmakta olan ülkeler” diye tabir edilen bu taraf, özellikle Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Birliği’ni, tarım teşvikleri ve ithalat vergilerinde yeterli kesinti yapmaya yanaşmamakla suçluyor.
ABD, AB ve Japonya ise, önemli ödünler vermeye hazır olduklarını, ancak kalkınmakta olan ülkelerin de sanayi ürünleri için pazarlarını yeterince açmadıklarını iddia ediyorlar. İşte DTÖ Başkanı Pascal Lamy, gelinen bu noktayı ‘’Kriz yaşıyoruz’’ şeklinde ifade ediyor.
Geçen yıl sonunda Hong Kong’da yapılan zirvede uzlaşmaya varılamadığı için, içinde bulunduğumuz Temmuz ayı sonuna kadar bir çerçeve anlaşması oluşturulması hedeflenmişti. Görüşmelerin tıkanması, hedeflenen çerçeve anlaşmasının sağlanmasını zorlaştırıyor.
DTÖ zirveleri, işçi sınıfı ile emekçilerin ürettiği değerlerin yağmasından aldıkları payları büyütmek uğruna tepişen asalak kapitalistlerin arenasıdır. Kısa süre öncesinde kadar büyük emperyalist güçler, bu arenada ciddi bir engelle karşılaşmadan at koşturabiliyordu. Son gelişmeler, bu dönemin artık giderek sona erdiğini gösteriyor.


--------------------------------

Dünya Ticaret örgütü Cenevre’de toplandı...

Yeni saldırı kararları alınıyor!

50 ülkeden ticaret bakanları uluslararası tekellerin önündeki tüm engelleri kaldırmak üzere, 30 Haziran’da Cenevre’de biraraya geldiler. Toplantıda bakanlar, sanayi ve tarım ürünlerinin ithalatında uygulanan gümrük duvarlarını ne kadar indirecekleri konusunu tartışacaklar. Amaç, uluslararası ticareti daha kolay ve ucuz hale getirerek gelir düzeyini arttırmak olarak kamuoyuna yansıtılıyor. Ancak gerçeğin bu olmadığı biliniyor. Tekelci kapitalizm küresel düzeyde sermaye dolaşımının önünde hiçbir engel görmek istemiyor. Bu yüzden tekelci sermayenin temsilcileri, dönem dönem DTÖ’de aldıkları yasa hükmünde kararlarla, sermayenin “dolaşım ve birikim özgürlüğü”nün önündeki engelleri kaldırıyorlar.
Varılacak olası anlaşmanın daha sonraki görüşmeler için çerçeve oluşturacağı bildiriliyor. Eğer bir anlaşmaya varılırsa, bundan sonraki adım tek tek ürün bazında gümrük tarifelerinde yapılacak indirimleri görüşmek olacak. Karara bağlanması gereken zorlu konular arasında telekomünikasyon ve bankacılık gibi hizmet sektörlerinin rekabete açılması da var. Ancak bu konunun görüşülmesine henüz başlanmadığı belirtiliyor.
Müzakerelerin büyük bölümü toplam üye sayısının beşte birini oluşturan 30 bakan tarafından yürütülüyor. Uygulamanın gelişmekte olan ülkelerin aleyhine olduğu eleştirisi yapılırken, DTÖ yetkilileri, az gelişmiş ülkelerin de görüşmelerde yer aldıklarını ileri sürüyor. Gerçekte ise, emperyalist tekelci sermayenin isteklerini kendi ülkelerine uygulama zorunluluğu ile karşı karşıya kalan bağımlı ülke bakanları için yapacak çok fazla bir şey kalmıyor. Kapalı kapılar ardında süren bu toplantıların içeriği hakkında çok az bilgi kamuoyuna sunulmuş durumda.
Uluslararası tekelci kapitalizmin en önemli birliklerinden biri olan DTÖ, sermayenin küresel stratejilerine yön veren kuruluşlar arasında ilk sıralarda yer alıyor. Merkezi Cenevre’de olan DTÖ, soğuk savaş döneminde anti-komünizmi merkeze alan yapısıyla, uluslararası sermayenin ilk önemli kurumlarından biri olma ayrıcalığına sahiptir. Kurulduğu dönemden bugüne kapalı kapılar ardında çalışmalarını sürdüren DTÖ’de alınan kararlar işbirlikçi sermaye ile yönetilen ülkelerde yasa niteliğini taşıyor. Hiçbir ülke burada alınan kararlara itiraz etme hakkına sahip değil. Kararlar harfi harfine yerine getiriliyorlar.
Amaç, uluslararası ticareti daha kolay ve ucuz hale getirerek gelir düzeyini arttırmak deniliyor! Gerçekte ise, tekellerin ürünlerini çeşitli ülkelerdeki yasal engellere takılmadan dolaysızca ihraç edebilecekleri, hatta çıkarılacak yeni yasalarla rekebet avantajı elde edecekleri bir küresel pazar amaçlanıyor. Emekçilerin gelir düzeyini arttırmak kapitalistleri ilgilendirmiyor. Tersine, emperyalist tekeller sermayenin dolaşımı önündeki tüm engelleri adım adım temizleyerek işçi sınıfı ve emekçileri dünya ölçüsünde yoksullaştırıyorlar. Tek tek ürünlerin gümrük tarifelerinde yapılacak indirimler sonuçta yüzbinlerce emekçinin işten atılmasına yol açacak. Telekomünikasyon ve bankacılık gibi hizmet sektörlerinin rekabete açılması, bu alanların tümüyle emperyalıst tekellerin elinde toplanmasını getirecek.
Dünya Ticaret Örgütü’nün aldığı kararlar, sonuçlar önümüzdeki onyılları etkileyecek kapsamdadır. Sermayenin küresel saldırısının şiddetinin artırılarak sürdürülmesine en iyi yanıt ise, sosyalizm programını kuşanmış bir devrimci sınıf hareketi olacaktır.

 

--------------------------------

BBC ile istihbarat örgütü
M15 işbirliği

Burjuva medya kurumları içinde İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin, objektif haberciliği ve ifade özgürlüğünü temel alan bir yayın çizgisi izlediği iddia edilir. Bu iddianın yaygın kabul görmesi, kapitalist/emperyalist dünya sisteminin en profesyonel propagandacılarından biri olan bu kurum hakkında ciddi yanılsamalar yaratılabilmiştir. Oysa bu kurumun sicilinde sayısız kirli sayfa mevcuttur. Ancak kamuoyuna yeni açıklanan belgeler, BBC’nin bünyesinde çalışan personelin haklarını bile ayaklar altına aldığını gözler önüne serdi.
BBC, inceltilmiş kapitalist propagandanın yanısıra sinsi bir komünizm düşmanlığının simgesidir. Ortaya çıkan belgeler, BBC’nin sadece yayın alanında değil, fakat hayatın her alanında katı bir anti-komünist tutum içinde olduğunu göstermektedir. The Sunday Telegraph gazetesi, İngiliz istihbarat teşkilatı MI5’in BBC çalışanları hakkında yürüttüğü soruşturmasıyla ilgili gizli belgeleri açıkladı. MI5’in BBC’nin muhabirleri ve editörlerinin politik geçmişlerini araştırdığını bildiren gazete, BBC’nin 6 bin 300 çalışanının izlendiğini, politik fikir ve aktiviteleri nedeniyle bazı çalışanların ise terfi alamadığını ortaya çıkardı.
BBC yönetiminin isteğiyle kurumun binlerce çalışanı hakkında gizli servis tarafından dosyalar hazırlandığını yazan gazete, bu dosyalarda BBC çalışanlarının özel ve politik geçmişlerinin detaylı olarak incelendiğini, soruşturmaya uğrayanlar arasında ünlü muhabirlerin de bulunduğunu açığa çıkardı.
Sunday Telegraph gazetesinin açıkladığı 1983 tarihli BBC yazışmasında; “Çalışanların kişisel bilgilerini istihbarat teşkilatıyla paylaşıyoruz. Çalışanların uygunsuz bir politik bağlantıları varsa, bize bildiriyorlar, BBC olarak biz de bu bilgiyi değerlendiriyoruz” ifadeleri yeralıyor. Haberde, BBC’nin çalışanlarının yanısıra eşlerinin de politik geçmişlerini araştırdığı vurgulandı.
Ortaya çıkan belgeler, komünizm düşmanlığının borazanı BBC’nin 1980’lerin başında, İngiliz Komünist Partisi, Sosyalist İşçi Partisi, Devrimci İşçi Partisi gibi şu veya bu düzeyde sisteme muhalif olan politik örgütleri kara listeye aldığını gösteriyor.
The Sunday Telegraph gazetesi, bu kirli işbirliğine dair bilgilerin belli ölçüde bilindiğini, ancak BBC’nin üst düzey yetkililerinin sendikalar ve diğer basın kurumlarından gelen baskılara karşı MI5 ile ilişkilerini örtbas etmeye çalıştığını, açığa çıkanları ise inkar ettiğini, BBC’nin şimdiki yönetiminin de konuyla ilgili açıklama yapmaktan kaçındığını yazdı.
Söylemde, objektif haber akışının, düşünce ve ifade özgürlüğünün, bireysel hak ve özgürlüklerin dokunulmazlığını savunun BBC’nin ufku M15 istihbarat örgütüyle giriştiği işbirliği ile belirlenmektedir. Bu işbirliği tiksinti verici olmakla birlikte, şaşırtıcı değildir. Zira hem M15 hem de BBC İngiliz burjuvazisinin çıkarlarını korumakla mükelleftir.