8 Temmuz 2006 Sayı: 2006/26
  Kızıl Bayrak'tan
   Kurultay çalışmasının hedefleri ve başarı ölçütleri
  Köhne düzeninizi yeni “terör” yasanız da kurtaramayacak!
  Yeni TMY CHP’nin tam desteğiyle çıktı
  Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltelim!
  Tersane İşçileri Birliği’nden işçi cinayetini protesto eylemi
  Sivas katliamını unutmayacağız, utturmayacağız!
2 Temmuz eylemlerinden...
DİSK Genel-İş Sendikası 1 No’lu Şube Sekreteri Kemal İkisivri...
Sendikal ihaneti aşmanın yolu
Ludist hareketten ‘’mevzuatiçi’’ sendikacılığa: Y. Akkaya
Reformist solda “Zeytin Dalı” heyecanı
  Gençlik kampında buluşalım!
  Siyonistlerden Filistin halkına toplu cezalandırma...
  Savaş kundakçıları terörist İsrail devletinin kalkanı
  ABD emperyalizmi Nepal halkının iradesini kırmaya çalışıyor
  General Motors işçileri Portekiz’deki sınıf kardeşleriyle dayanışma içinde
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi’nde 2 Temmuz etkinliği...
  TUYAB Ulucanlar’daki kadın tutsaklara saldırıyı protesto etti...
  Mamak’ta 2 Temmuz mitingine çağrı yürüyüşü...
  Partizan ile sınıfın mücadele ve örgütlenmesinin önündeki engeller üzerine konuştuk...
  Çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmak için...
  Ortadoğu’da çirkin pazarlıklar dönüyor
  Filistin, Afganistan, Irak... Sırada İran var...
  Bir-Kar: Filistin halkıyla dayanışmaya!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Reformist solda “Zeytin Dalı” heyecanı ve sıkıntısı

Reformist solda “Zeytin Dalı” heyecanı

Burada arabaşlığa çıkardığımız sözleri “Zeytin Dalı” üzerine yazıların ilkine ek olarak yayınladığımız Veysi Sarısözen imzalı yazıya (Türkiye’ye özgü ‘Zeytindalı’) sunuş başlığı olarak kullanmıştık. Fakat bu sözler Veysi Sarısözen’in yazısının havasını çok iyi yansıtıyor olsa da reformist blokun öteki bazı bileşenlerinin durumuna tam olarak uymuyor işin aslında. Bazıları için bu heyecanı, seçimlerin yaklaşmakta olduğu bir dönemde sıkıntının artması olarak düşünmek duruma daha uygun düşmektedir. Zira bu çevreler herşeye rağmen “Zeytin Dalı” politikasının ve “yerli Prodi” arayışının ne anlama geldiğini bilebilecek ve bunun yaratacağı sıkıntıları tartabilecek durumdadırlar. Reformist kimliğe oturmakta ve bunu sindirmekte aldıkları mesafe ne olursa olsun genel söylem planında hala da devrimden, sosyalizmden, marksist ilkelere bağlılıktan sözedebilen, tabanının hiç değilse bir kısmını da hala bu söylemler üzerinden tutan çevreler bunlar. “Zeytin Dalı” politikasını ve “yerli Prodi” arayışını bu söylemlerle bağdaştırabilmek pek de kolay iş değil, bunu onlar da çok iyi bilmektedirler. Duydukları ve şu sıralar bir ucundan açığa da vurdukları sıkıntı buradan doğmaktadır.
Veysi Sarısözen’in saflarında Genel Başkan Yardımcısı olarak yer aldığı SDP’nin (Sosyalist Demokrasi Partisi) ise böyle bir sıkıntısı yok. Tersine ondan yansıyan yeni bir seçim öncesinde işin daha çok olumlu manada heyecanıdır. Türkiye solunun kuyrukçu kesiminin denebilir ki en kuyrukçu örneğini oluşturan SDP’ye göre Kürt hareketi ne eylerse güzel eyler. “Zeytin Dalı” politikasına ve “yerli Prodi” arayışına yaklaşımları da bunun bir örneğidir. Kürt sorununa gösterdikleri takdire değer ilgi ve bu ilginin somutlanmış ifadesi olarak Kürt hareketinin eteğinde politika yapmak çizgisi, bu çevrenin halihazırda en büyük övüncü ve neredeyse biricik siyasal tesellisidir. O tüm öteki alanlardaki başarısızlığını, güçsüzlüğünü ya da yetersizliklerini bu özel alanda gösterdiği tutumun sağladığı öznel tatminle dengelemeye çalışmaktadır.
Abdullah Öcalan yaklaşmakta olan seçimlerden hareketle ortaya “Türkiye’ye özgü ‘Zeytin Dalı’” diye bir politika mı koymuştur, bu PKK-DTP çizgisindeki Kürt hareketinin kendisi kadar SDP için de belirleyici bir çerçevedir artık. Onlara düşen kendilerini bu politikaya uyarlamak ve bu arada sözkonusu politikanın Türkiye’ye özgü yorumuna kendi cephelerinden katkıda bulunmaktır.
Genel Başkan Yardımcısı Veysi Sarısözen’in yazısı da bu davranış çerçevesine oturmaktadır ve bu daha yazının başlığı üzerinden kendini göstermektedir. Genel söylem planında hala da devrimcilikten ve sosyalizmden bahsedebilen bu insanlar, böyle bir iddiası olmayan fakat bağımsız düşünebilen sosyal-demokrat Kürt aydını Orhan Doğan kadar bile olamıyorlar; “Zeytin Dalı” politikasının ve “yerli Prodi” arayışının  Türkiye’nin emekçisi ve mazlum Kürt halkı için ne gibi bir anlamı olabilir ki diye sormak ihtiyacı duymuyorlar. Orhan Doğan, amacınız ezilenlere umut aşılayacak bir sol alternatif örneği aramaksa Latin Amerika örneklerine bakınız, Kürt sorununa düzen içi bir çözüm bulmaksa günümüz İspanya’sına ya da ‘90’lı yılların Güney Afrika’sına bakınız demek istiyordu. Oysa hala da devrimcilik taslamayı sürdürenler bu kadarını bile yapamıyor, ortaya atılan politikanın genel çerçevesini olduğu gibi benimseme yoluna gidiyorlar. İtalya’da hıristiyan demokrat kökenli bir neo-liberalin liderliğinde gerçekleşen sol-liberal koalisyonu, “solu iktidar adayı yapma”nın bir modeli olarak kendilerince Türkiye’nin koşullarına uyarlıyorlar.
Fakat bunu salt Kürt hareketinin yörüngesinde politika yapmak zaafına bağlamak yine de yanıltıcıdır. Temelde sözkonusu olan bu partinin sol liberal ideolojik yaklaşımıdır. Bu yaklaşım özellikle de sosyal-demokrasinin ele alınışı alanında geçmişten kalma derin köklere sahiptir. SDP, ‘70’li yıllarda Türkiye devrimci hareketinde CHP’nin yaygın biçimde “faşizmin koltuk değneği” olarak değerlendirildiği bir dönemde bu aynı partiyle ilgili kaba hayaller besleyen bir grupsal kökenden gelmektedir. Onun önceli durumundaki hareket (Kurtuluş) bu konuda dönemin devrimci akımlarından çok başta TKP olmak üzere dönemin revizyonist akımlarına yakındı. CHP ile ittifak politikası reformist TKP için temel önemde bir politikaydı, “ulusal demokratik cephe”nin esası bu ittifaka yönelikti ve bu politika dönemin devrimci hareketi içinde yankısını Kurtuluş şahsında buluyordu. Bu, Kurtuluş’un dönemin revizyonist-reformist hareketiyle ideolojik yakınlığının tek alanı da değildi. Tersine buradaki ideolojik zaafiyet belirgin biçimde genel bir nitelik taşımakta, tüm temel sorunlar üzerinden kendisini bir biçimde göstermekteydi. Eski TKP’li Veysi Sarısözen’in eski Kurtuluşçularla birlikte günümüz SDP’sinde buluşması bu açıdan rastlantı da değildir. Geçmişteki ideolojik ve duygusal yakınlığın günümüze sembolik bir uzantısı sayılmalıdır bu.
Buradan bakıldığında “Zeytin Dalı” politikasına bu denli rahat bir uyumu basitçe Kürt hareketine uyum ihtiyacının ifadesi saymak, SDP gerçeğinin özünü gözden kaçırmak olur. Unutmamak gerekir ki SDP eski Kurtuluş bile değil, fakat onun 12 Eylül yenilgisi ve ‘89 çöküşünün sarsıntısı altında devrimcilikten tümden kopmuş liberal bir kalıntısıdır yalnızca. Düzen solu bu partinin geldiği gelenek için geçmişten beri zaten potansiyel bir müttefikti, kendisinin de tümden düzenin icazet alanına kaydığı bir dönemde bu haydi haydi böyledir. Meselenin asıl özü budur. Dolayısıyla liberal sol çizgiye kaymış Kürt hareketi SDP için bu tür politikaların nedeni değil, fakat olsa olsa Kürt sorununun sağladığı duygusal zemin sayesinde bir tür manevi kalkanıdır. Nitekim gerçekte 25 yılı bulan tasfiyeci çürümenin vardığı son aşamadan başka bir şey olmayan burjuva parlamentarizminin bütün bir kabalığı da Kürt halkıyla birlikte hareket etme demagojik duygusal söylemi içinde mazur gösterilmeye, enternasyonalizmin bir gereği olarak yutturulmaya çalışılmıyor mu?
Abdullah Öcalan’ın kuru bir formül olarak ortaya attığı “Zeytin Dalı” politikasının vakit yitirmeksizin benimsenmesi ve “Türkiye’ye özgü ‘Zeytindalı’” başlıklı yazılara konu edilmesine de tüm bu gerçeklerin ışığında bakmak durumundayız.

“Solu iktidar adayı yapma”nın
önünü tıkayan handikap

Yazısına Türkiye toplumunun son yıllarda giderek daha da sağa kaydığını saptayan bir akademik araştırmanın sonuçlarından giren SDP Genel Başkan Yardımcısı Veysi Sarısözen, bu saptamaya “Özellikle son Diyarbakır serhildanından bu yana Kürt toplumu sola, Türk toplumu sağa kayıyor” değerlendirmesiyle bir düzeltme getiriyor. Aynı araştırma  sonuçlarına göre “Türkiye’de sol parti olarak Demokratik Toplum Partisi’nin” görüldüğüne de vurgulu sözlerle işaret ederek, bütün bunlarla sözü şuraya bağlıyor:
“Günümüzün Türkiyesi’nde tartışılan konu, ‘solun iktidar adayı’ olup olamayacağıdır. CHP ve DSP’den umut kesenler, bu soruya yanıt ararken, Türk toplumundaki sağa kayışı durduracak somut bir çözüm yolu bulamıyor. Milliyetçiliğe kayan Türk toplumunda yeniden güç elde etmenin milliyetçiliğe kayış olduğu görüşleri çoktan iflas etmiş bulunuyor. İşte büyük yankılar uyandıran araştırmanın ortaya koyduğu gerçek de, özel olarak DTP’yi ve genel olarak Kürt toplumundaki sola kayışı hesaba katmayan her türlü ‘solu iktidar adayı yapma’ girişiminin başarısızlığa uğramaya mahkum olduğu gerçeğidir.”
Bu sözlerdeki temel tema, sağa kayan Türkiye’de ‘solu (yeniden) iktidar adayı yapma’ üzerinedir. Veysi Sarısözen bunun ilkin milliyetçiliğe başvurularak ve ikinci olarak da sola eğilimli önemli bir Kürt kitlesine dayanan DTP dışlanarak başarılamayacağını anlatmaya çalışıyor. Akademik bir  araştırmanın verilerinden ve onun yolaçtığı tartışmalardan hareketle kendince düzen solunun “açmazlar”ını ortaya koyuyor. Millliyetçilik yaparak ve DTP’yi dışlayarak solu iktidar adayı yapamazsınız diyor, şu sıralar gericilikte düzen sağıyla yarışan bildiğimiz o düzen soluna. Bununla o, İtalya’da başarıyla uygulanan “Zeytin Dalı” politikasının Türkiye’de önünü tıkayan temel engele de işaret etmiş oluyor.
Bu yaklaşım bize 2004 Mart’ı yerel seçimlerinde o günün “yerli Prodisi” olan Murat Karayalçın liderliğinde biraraya gelebilmenin mantığını da açıklıyor. O günün SHP’sinin bugünün CHP ve DSP’sinden tek farkı, o günün DTP’si demek olan DEHAP’ı “hesaba katması”ydı. Bugünün CHP ve DSP’si aynı şeyi yapabilse, bunlarla birlikte Türkiye’nin “Zeytin Dalı”nı oluşturmanın önünde hiç değilse ilke planında herhangi bir engel kalmayacak. İşbirlikçi büyük burjuvazinin sol maskeli temsilcisi konumundaki bu partilerle yapılacak bir seçim işbirliği, Türkiye’de “sola iktidar olma”nın kapılarını açacak.
Bu düşünüş mantığı şu tespitin de doğrulanması demektir:
“Türkiye gibi bir ülkede tüm güçlük, Kürt sorunu gibi doğası gereği rejimin temellerine dokunan bir sorundan çıkmaktadır. Kürt sorununun yarattığı özel handikap olmasa, o çok çarpıcı bulunan Zeytin Dalı örneğini Türkiye’ye uyarlamak demek, seçimlere yönelik olarak CHP, DSP ve SHP gibi tipik düzen partilerinden DTP, ÖDP ve EMEP gibi reformist sol partilere kadar geniş bir ittifak kurmak demektir.” (“Zeytin Dalı”na Hazırlanan Reformist Sol Prodisini Arıyor..., Kızıl Bayrak, 2006/24)

Reformist solun hayalleri ve
reel politikanın gerçekleri

 Düşünüş mantığı böyle olmakla birlikte Kürt sorunu handikapının İtalya türü bir “Zeytin Dalı”nı hiç değilse “bugünkü aşamada” olanaklı kılamadığının farkında olan Veysi Sarısözen, böylece bugünkü koşullarda olanaklı olabilecek “Türkiye’ye özgü ‘Zeytindalı’” sorununa geçiyor. Zaman içinde “solun iktidar adayı olmasını gönülden isteyen ve lider sultasından bunalan sosyal demokrat çevreler”i kazanması ve kapsaması umulan “Türkiye’ye özgü ‘Zeytindalı’”nı şöyle formüle ediyor:
“Kendi arasında, her biri kendi bağımsız parti ve örgütünü koruyan sosyalist hareketin (SDP, ÖDP, EMEP, ESP v.b.) federal bir parti içinde birleşmesi, bu federal partinin de, bir bakıma Kürt demokratik hareketinin cephesi niteliği taşıyan Demokratik Toplum Partisi ile konfederal bir parti çatısı altında ittifak içine girmesi...”
Abdullah Öcalan’ın federalizm ve konfederalizm üzerine yeni terminolojisini onun “Türkiye’ye özgü ‘Zeytindalı’” politikasına kendince uyarlamaya çabalamak dışında formülün buraya kadar olan kısmında dikkate değer herhangi bir yan yok. Parlamenter yolla “solu iktidar adayı yapma” sorununun tartışıldığı ve bunun da “Zeytin Dalı” politikası olarak kavramlaştırıldığı bir yerde, “SDP, ÖDP, EMEP, ESP v.b.”inden oluşan “federal” partinin herhangi bir kıymeti harbiyesi olmaz, doğası gereği olamaz. Düşünce ve hayallerini artık burjuva parlamentarizmi üzerine kuranlar, onun buna ilişkin gerçeklerini de hesaba katarak konuşmak zorundadırlar. Veysi Sarısözen gibilerinin kaba tutarsızlığı buradadır.
Oysa Kürt hareketinin kendisi bu konuda son derece gerçekçidir ve giderek daha açık konuşmaktadır. Şu sıra Kürt hareketinde “Şeytanın Avukatı” rolünü oynayanlardan biri olan Orhan Doğan’ın, ayakları yerden kesik biçimde kendilerine olmayacak roller atfedenlere nezaketi de elden bırakmayarak hatırlatmaya çalıştığı da bu olmuştu. Aynı şeyi daha diplomatik bir dille ve yine nezaketi elden bırakmayarak şu son günlerdeki röportajlarında DTP Genel Başkanı Ahmet Türk de döne döne dile getirmektedir. DTP yöneticileri, tam da seçime yönelik ittifaklar çerçevesinde, düzen partileri içinden Kürt sorununda bir parça esneklik gösterebilecek muhataplar aramaktadırlar kendilerine. Bunu da bilinçli bir tutumla “sol ittifak” yerine “geniş bir demokratik cephe oluşturma” formülünü tercih ederek dile getirmektedirler.
Tüm bunlar görmek isteyenlerin görebileceği açıklıktadır. Nitekim görenler ve yarattığı sıkıntıyı dile getirenler de var. Bunlardan biri, EMEP’li Kiraz Biçici, “Bugüne kadar en kötü şartlarda dahi Kürtlere yakın durmayı stratejik bir tercih olarak gören güçleri bir kalem darbesiyle marjinal olarak damgalayan” Orhan Doğan’ın sözlerinden duyduğu rahatsızlığı günlük Kürt basınında dile getirmek ihtiyacı duydu (Özgür Politika, 2 Temmuz ‘06). Bu sözler Orhan Doğan’ın anlatmaya çalıştığının özünü anlamaktan uzaktır, fakat duyulan sıkıntıyı da bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır.
Orhan Doğan sözkonusu partileri küçümsemediğini, verdikleri mücadeleye saygı duyduğunu, fakat parlamenter mücadele alanında onlarla yapılabilecek bir şey de olmadığını söylemişti ve bunda da kendi mantığı içinde tümüyle haklıydı. O bununla, kendini düzene uyarlamış bir Kürt hareketinin bunun gerektirdiği ittifaklara yönelmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Kaldı ki bunu şu sıra söyleyen yalnızca o da değil; tersine, Kürt hareketinden birçok kimse bunu vesile doğdukça açıkça dile getiriyor. Tek koşul, Kürt sorununda bir nebze olsun esneklik gösterilebilmesidir. Ahmet Türk’ün son günlerdeki röportajlarında Turgut Özal örneğine olumlu atfı da bu çerçevede fazlasıyla açıklayıcıdır. Ahmet Türk açıkça, yeter ki Kürt sorununda belli bir açılımla ortaya çıksınlar, biz düzen partileri arasında ayrım yapmaz, bu açılımı yapan her kimse onunla ittifaka girer, hatta buna bile gerek görmeden onu dışardan tek taraflı olarak tüm gücümüzle destekleriz diyor. Bu, CHP ve DSP gerçeği ortadayken, 28 Mart seçimlerinin “yerli Prodi”si Murat Karayalçın bile onlara paralel bir tutuma meyletmişken, “Türkiye’ye özgü Zeytin Dalı” politikasının ölü doğmuş bir politika olduğu gerçeğinin zimnen kabul edilmesidir. Legal Kürt hareketinde artık “Zeytin Dalı” yerine gitgide “demokratik cephe”den sözedilmesinin gerisinde de bu var. Zira ilki sol etiketli bir partiler ittifakını dile getirirken, ikincisi bu tür bir ayrıma dayanmayan çok daha esnek bir siyasal ilişkiyi akla getirmektedir.
Kürt hareketinin eteğine tutunarak parlamenter heveslere kapılanlar bu gelişmeleri saptamakta ve anlamakta isteksiz görünüyorlar. Fakat onlar bu alanda Kürt hareketi için gitgide bir yük haline geldiklerini ve Kürt hareketine ille de destek vereceklerse bunun bu tür heveslerden bağımsız olması gerektiğini de artık anlamak zorundadırlar.
Ahmet Türk’le röportajında ANF muhabiri bu gerçeği şu açıklıkta formüle etmekte bir sakınca görmüyor: “Sol ittifaklar yapıldı ve başarıya ulaşmadı. Çoğu kez legal Kürt hareketinin sol partilerle yaptığı ittifakların oy oranlarını artırmaktan ziyade düşürdüğü gibi bir gözlem de var toplumda...” (Ahmet Türk röportajı, 4 Temmuz 2006). Bu gözlem kuşkusuz genelleştirilmiyor, “toplumda”ki görüşlerden biri yumuşaklığında dile getiriliyor. Yine de formülasyonun kendisi ve bunun kamuoyu önünde bir soru olarak DTP başkanına yöneltilmesi çok şey anlatıyor.
Öte yandan bu görüşün etki alanına EMEP’li Kiraz Biçici ayrıca tanıklık ediyor. Orhan Doğan’ın dile getirdiği “marjinal” yaklaşımını kastederek şunları söylüyor: “Özellikle Türkiye’deki Kürt basınında bu etkinin güçlü bir karşılığı var. Sık sık örnekleri yaşanan bu mesafeli tutum yer yer provokatif nitelik kazanıyor. Bunun son örneği DTP Kongresi’ne katılan EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel ve SDP Genel Başkanı Filiz Koçali(’nin) ertesi gün gazete tarafından kongre katılımcıları arasında anılmamasıydı. Aradan günler geçmesine rağmen bu tutum düzeltilmedi…”
Bu sözlerde, özellikle de devamında, naiflik ölçüsünde bir duygusallık olmakla birlikte işaret ettiği olgu yine de dikkate değerdir. Büyük tartışmalara ve yankılara konu edilen DTP kongresine katılmış dünkü blok müttefiklerinin günlük Kürt basınında artık adı bile anılmıyorsa bunun gerisinde bir neden olmalıdır. Bunun Orhan Doğan’ın dile getirdikleriyle örtüşen bir nitelikte olduğunu bize EMEP’li Kiraz Biçici’nin kendisi söylüyor.

“Türkiye’ye özgü ‘Zeytindalı’ koalisyonu” ya da fantaziler dünyası....

Veysi Sarısözen’in sözlerinin finaline geçiyoruz.  Reformist solun “SDP, ÖDP, EMEP, ESP v.b.”nden oluşacak olan federal partisi ile “Kürt demokratik hareketinin cephesi niteliği taşıyan Demokratik Toplum Partisi”nin konfederal bir parti çatısı altında ittifak içine girmesi, ortaya konulan formülün henüz ilk kademesiydi. İkinci kademe içinse şunlar söylenmektedir:
“Böyle bir durumun gerçekleşmesi halinde, solun iktidar adayı olmasını gönülden isteyen ve lider sultasından bunalan sosyal demokrat çevreler, bir çırpıda Kürt hareketiyle doğrudan ittifaka girmeyi göze alamasalar bile, bu ittifakı sağlayan geniş sosyalist birliğin federal partisiyle işbirliğine yönelebilirler.”
“Türkiye’ye özgü ‘Zeytindalı’ koalisyonunun belki de en mümkün formu böyledir.”
İlk kademe için söylenenler Öcalan’ın yeni terminolojisine uyarlanmış olmak dışında gerçekte herhangi bir orijinalite taşımıyor. Bu tür bir birlik 2002 ve 2004 seçimlerine yönelik reformist seçim bloku şahsında zaten gerçekleşmişti. Denilecektir ki sözkonusu birlik önden bir reformist solun kendi içindeki “federal parti” birliği kurulmadan gerçekleşmişti, yeni öneride fark buradadır. Bizim buna yanıtımız, Kürt hareketinin birleştirici ekseni olmadığı sürece bahsi geçen partiler arasında bu tür bir “federal parti” birliğinin Veysi Sarısözen’in bir fantazisi olmaktan öteye bir anlam taşımadığıdır.
İkinci kademeye gelince, asıl “konfederal birlik” olsa olsa bu aşamada olanaklıdır. Böyle bir birlik Kürt hareketi ekseninde birleşmiş reformist sol blok ile “solun iktidar adayı olmasını gönülden isteyen ve lider sultasından bunalan sosyal demokrat çevreler” arasında elbette kurulabilir. İyi ama 2004 Martı yerel seçimlerinde Murat Karayalçın’ın liderliğinde kurulan birlik bundan başka neydi ki? Ve sözkonusu bu deneyimin de açıkça gösterdiği gibi, olanaklı olduğu ölçüde bu, bir kez daha ancak Kürt hareketinin birleştirici gücüyle olanaklı olabilir. “Solun iktidar adayı olmasını gönülden isteyen ve lider sultasından bunalan sosyal demokrat çevreler” böyle bir birlik için hiç de “geniş sosyalist birliğin federal partisi”ne ihtiyaç duymazlar. Çünkü bugünün koşullarında bu “federal parti”nin parlamenter alanda hiçbir şey ifade edemeyeceğini tüm dünyaları seçimler ve parlamento üzerine kurulu bu çevreler herkesten iyi bilirler. Parlamenter alanda esamisi bile okunmayan “geniş sosyalist birliğin federal partisi”ne bu konuda atfedilen rol bir kez daha Veysi Sarısözen’in boş bir fantazisinden ibarettir.
Fakat fantazinin asıl zirvesi sözlerin bitiminde duruyor:
“Düşünelim: Bir an için böyle bir koalisyonun kurulduğunu ve AKP ürkekliğinden bıkmış demokrat islamcı çevrelerin bu koalisyonla parlamento içinde işbirliğine yöneldiğini ve ordu da içinde, Türkiye’deki tüm kurumları TBMM’nin denetimine almak üzere harekete geçtiğini farzedelim... Ne olurdu? Siz yanıtı düşüne durun. Ben size ‘seçimlerin eli kulağında’ diyeyim.”
Salt fantastik düşünce alanında bile buradaki sıçramalı ilerleyiş doğrusu baş döndürücü. Hele bir de, hele de Türkiye gibi bir ülkede, seçim başarısı ve parlamento yoluyla başta ordu olmak üzere devlete çeki düzen verilmesi fantazisi yok mu!..
Liberalizmin de hayalleri varmış! demekten başka ne diyebiliriz ki bu kadarına…
(Devam edecek…)