8 Temmuz 2006 Sayı: 2006/26
  Kızıl Bayrak'tan
   Kurultay çalışmasının hedefleri ve başarı ölçütleri
  Köhne düzeninizi yeni “terör” yasanız da kurtaramayacak!
  Yeni TMY CHP’nin tam desteğiyle çıktı
  Demokratik hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltelim!
  Tersane İşçileri Birliği’nden işçi cinayetini protesto eylemi
  Sivas katliamını unutmayacağız, utturmayacağız!
2 Temmuz eylemlerinden...
DİSK Genel-İş Sendikası 1 No’lu Şube Sekreteri Kemal İkisivri...
Sendikal ihaneti aşmanın yolu
Ludist hareketten ‘’mevzuatiçi’’ sendikacılığa: Y. Akkaya
Reformist solda “Zeytin Dalı” heyecanı
  Gençlik kampında buluşalım!
  Siyonistlerden Filistin halkına toplu cezalandırma...
  Savaş kundakçıları terörist İsrail devletinin kalkanı
  ABD emperyalizmi Nepal halkının iradesini kırmaya çalışıyor
  General Motors işçileri Portekiz’deki sınıf kardeşleriyle dayanışma içinde
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi’nde 2 Temmuz etkinliği...
  TUYAB Ulucanlar’daki kadın tutsaklara saldırıyı protesto etti...
  Mamak’ta 2 Temmuz mitingine çağrı yürüyüşü...
  Partizan ile sınıfın mücadele ve örgütlenmesinin önündeki engeller üzerine konuştuk...
  Çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmak için...
  Ortadoğu’da çirkin pazarlıklar dönüyor
  Filistin, Afganistan, Irak... Sırada İran var...
  Bir-Kar: Filistin halkıyla dayanışmaya!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Castleblair işçileri bir kez daha  patronun saldırılarıyla birlikte sendikal ihanete maruz kaldılar...  Gelişmeler üzerine bir Castleblair işçisiyle konuştuk...

“Sendikal ihaneti aşmanın yolu güçlü taban örgütlülükleri yaratmaktan geçiyor”

- Castleblair’de sözleşme sürecinin başlaması ile birlikte patronun saldırıları ve ikinci kez sendikal ihanetle karşılaştınız. Bize bu süreci kısaca özetler misiniz?
Castleblair işçisi: Sendikal ihanet daha önceki sözleşmeyle birlikte başladı. Sözleşme sürecinin başlamasıyla hazırlanan bir taslak vardı. Ama sendika teleplerimizi dikkate almadan patronun istediği sözleşmeyi bizlere dayattı. Patronla bunu pazarlığını yaptı. Bu sözleşmenin imzalanmasının önünde engel olarak gördükleri öncü işçileri ise işten atıp istedikleri sözleşmeyi imzaladılar. Sendikanın engellemesinden dolayı bizler de atılan arkadaşlarımıza sahip çıkamadık.
Bundan sonra yeniden örgütlenmeye ve yeni sürece hazırlanmaya başladık. Bir takım eğitim çalışmaları önümüze koyduk. Bunu öncelikle sendikadan talep ettik. Ancak sendika bu talebimizi dikkate almadı. Onlar sınıf mücadelesinden uzak, kendi çıkarlarına göre hereket ediyorlardı. İşçilerin aidatları gelsin, burası DİSK’e bağlı bir yer olarak gözüksün, bürokratları rahatsız edecek işçiler olmasın yeter. İşçilerin mücadelesi çok da önemli değildi onlar için.
Bir önceki süreçte öncü işçilerin atılmasıyla sendika bürokratlarını tanımıştık ve bizler de buna göre bir çalışma koyduk önümüze. Bir takım öncü arkadaşlarla başladık bu çalışmaya ve onlarca işçiye ulaştık. Bu çalışma kendini hissettirmeye başlayınca sendikacılar, temsilciler ve patron bizim anti propagandamızı yapmaya başladılar. ‘’Bunlar terörist, bunlar illegal örgüt’’ gibi çirkin bir tarzda bize karşı yoğun bir propaganda yapıldı. Herşeye rağmen biz birçok defa temsilcilerin ve sendikanın istemediği bir takım kararları uygulatabiliyorduk.
Sözleşme sürecinin başlaması ile taslak hazırlandı, biz de sözleşmede %20 zam, 4 tam ikramiye, erzak, kömür yardımı ve performans dayatması ile işçilerin kolayca işten atılmasını sağlayan bir takım uygulamaların son bulması gibi taleplerde bulunduk.
Patron da önden hazırlıklarını yapmıştı. Üretimden gelen gücümüzü zayıflatmak için işlerini fasona vermeye başlamıştı. Bunda sendika bürokratlarının da parmağı vardı. Sendika bürokratlarının ve patronun asıl amacı sendikal bürokrasiye karşı çıkan, onların kirli işlerini ortaya çıkaran öncü işçileri yalnızlaştırıp varolan örgütlülüğü bitirmekti. Buradaki öncü işçiler hem patron için, hem bürokratlar, hem de geleceğin bürokratları olacak temsilciler için olumsuz bir örneği temsil ediyordu. Sürekli bizi işçilerden yalıtmak için bilinen yalanlarla anti propagandamız yapılıyordu. Bizim “‘illegal örgütler”’in istediğini dayattığımızı söylüyorlardı.
Daha sözleşmenin başlangıcında sendikacılar ve avukatları toplantı yaparak fabrikanın kapanacağını dillendirdiler, bundan dolayı tazminatların peşin olarak alınmasını ve fabrikadan ayrılmayı görüşeceklerini söylediler. Daha görüşmeler yeni başlamıştı ama onlar fabrikanın kapanmasından söz ediyorlardı. Fabrikayı kapatacak adam çoğunluk yetkisine gitmez, sözleşme görüşmelerine de başlamazdı. Sendikacılar bilinçli bir tutumla işçileri ürkütüp tazminata yönlendirerek çıkmalarını sağlamaya çalışıyordu. Bu öncü işçilerden kurtulmanın farklı bir yöntemiydi.
DİSK Tekstil yöneticileri bir önceki sözleşme döneminde olduğu gibi açıktan bir satışla bunu yapmak yerine umutsuz bir ruhhali yaratarak, işçileri bıktırıp işten çıkmalarını sağlayarak sonuca gitmeye çalıştılar. Nitekim bunu başardılar da. Kendileri de sözleşmenin başında ifade etmişlerdi, “geçen sözleşmede yıprandık yine aynı süreci yaşamak istemiyoruz” diye.
İşçilerin atılması ve sendikanın sahip çıkmaması onların daha rahat teşhir olmalarını sağladığı için sendika bürokratları işçilerin kendi istekleriyle işten çıkması için uğraşıyorlardı. İşçiler “ne yapabiliriz” diye sorduklarında temsilciler ‘’siz bilirsiniz istiyorsanız çıkın’’ diyerek patronun bu saldırısını güçlendiriyorlardı.
Bizler de buna teslim olunmamasını, çeşitli eylemliliklerin yapılmasını (basın açıklaması, üretimin yavaşlatılması gibi) önerdik. Ama sendika bu önerileri kabul etmedi. “Bunları yaparsak 25. madeden atılırız, tazminat alamayız” gibi ipe sapa gelmez şeyler söyleyerek engelledi. Bize ‘’Marks&Spencer’ı protesto etmek ve üretimin yavaşlatılması dışında eylem önerileri alalım’’ diyerek asıl niyetlerini, patronla kirli ilişkileri olduğunu ortaya koyuyorlardı aslında.
Biz sendikacıların tutumunu teşhir ettiğimiz ve işçiler üzerinde belli bir etki yarattığımız için bizi işçilerden yalıtmaya çalıştılar. Fabrikada bulunan ve ileri tutum alan tüm işçileri patron önce üst kata çıkardı. Daha sonra da yıllık izne çıkardı. Biz bunu kabul etmedik. Kararlı bir şekilde fabrikaya girdik. Sendikaya rağmen arkadaşlar da bizi destekledi. Biz jandarma, patron ve sendikacıların baskısına maruz kaldık bunu kabul etmediğimiz için. Sendika yine bu eylemliliği kırdı. İşçileri ‘’yasadışı iş yapıyorsunuz, bu yasal değil, tazminatsız atılırsınız’’ gibi şeylerle tehdit ettiler. Bu işçilerde bir kırılma yarattı. Biz izne çıkarıldıktan sonra birçok işçi istifa etti.
İşçilerin işten çıkmasını sağlayarak bizi yalnızlaştıracak ve böylece sözleşmeyi kabul ettirmeye çalışacaklardı. Ama geriye sadece 70 işçi kalmasına rağmen, yapılan oylamada işçiler bu sözleşmeyi yine de kabul etmediler. Onlar bunun kabul edileceğini düşünüyorlardı. Oylama öncesinde sendikacılar işçileri yıldıracak konuşmalar yaparak sözleşmeyi kabul etmelerini, yoksa fabrikanın kapanacağını söylediler. Ama büyük bir çoğunluktan hayır çıktı. Biz bunun greve evet anlamına geldiğini, bundan sonraki süreçte greve hazırlık yapılması gerektiğini ifade ettik. Komitelerin oluşturulmasını, bunun maddi imkanlarının yaratılmasını ve eğitim çalışmaları yapılmasını önerdik. Yine hiçbir önerimiz kabul edilmedi. Sendikacılar ve temsilciler yine fabrika kapanacak propagandası eşliğinde işçilerin istifa etmesi için çaba harcadılar. Kalan 70 işçinin bir kısmı da istifa etti. 
En son insanlar iyice çaresizliğe itildikten sonra, temsilciler yaşanan bir kavgayı bahane ederek yanlarına bir grup işçiyi de alarak istifa ettiler. Son olarak bizler de 15 kişi kaldık. Kendi aramızda bir değerlendirme yaparak işten çıkmaya karar verdik. Başka bir seçeneğimiz de kalmamıştı zaten.
Tüm süreç boyunca yaşananlara, sendikanın tutumuna baktığımızda, burada açık bir ihanet olduğunu görüyoruz. Tüm sözleşme süreci boyunca sendika bir önceki sözleşme döneminde olduğu gibi patronla işbirliği içerisinde hareket ederek örgütlülüğümüzü dağıtmak için uğaştı. Ama bu sözleşmede sendika yöntem değiştirdi. İşçilere sahip çıkmayarak, onları umutsuzluğa iterek kendilerinin çıkmasını sağlamaya çalıştı. Bunu da başardı.
- Sendikal ihanetle daha öncede karşılaştınız. Bugün yine aynı süreci yaşıyorsunuz. Başka fabrikalarda da buna benzer ihanetler yaşanıyor. Sizce işçiler bu sorunun üstesinden nasıl gelebilirler?
Sendikal ihanetin ve bürokrasinin üstesinden gelmenin, onu aşmanın yolu güçlü taban örgütlülükleri yaratmaktan geçiyor. İşçilerin kendilerinin karar aldığı ve bu kararları uygulama iradesi gösterdiği örgütlülükler gerekiyor. Herşeyi sendikacıdan beklememek, kendi gücüne güvenerek bir şeyleri başarma iradesi göstermek gerekiyor. Bunun için sendikalı yerlerde de, sendikal örgütlenmelerde de bu gözetilerek hareket edilmelidir. İşçilere bu çalışma içerisinde sadece ekonomik temelde propaganda yapmakla yetinilmemeli, sınıf bilincini geliştirecek bir tarzda hareket edilmelidir. Bizler bir önceki sözleşme döneminde bu ihaneti yaşadığımız için buna karşı bir örgütlülük yaratmaya çalıştık. Ama bunda yetersiz kaldığımız için başarısızlığa uğradık. Bu örgütlülüğü biraz daha güçlendirmiş olsaydık bu ihanete geçit vermemiş olacaktık.
- Son olarak işçi ve emekçilere bir mesajın var mı?
Bizler sonuna kadar inançla mücadele ettik. Ama belli eksikliklerimiz oldu. Bundan dolayı başarısızlığa uğradık. Ama mücadeleye olan inancımızı hiçbir zaman kaybetmedik. Bugün başarsak da başarmasak da mücadelemize devam edeceğiz. Başta Muharrem Kılıç olmak üzere DİSK Tekstil yönetcilerini rahat bırakmayacağız. Sendikalar bürokratların değil biz emekçilerindir. Sendikalarımızı onların rant kapısı olmaktan çıkaracağız, bunun için mücadelemize devam edeceğiz.  
Bütün işçilere diyeceğim şudur, bu tür ihanetlerin yaşanması bizi mücadelemizden alıkoymamalı, tersine mücadele azmimiz daha da artmalıdır.