28 Mayıs 2005
Sayı: 2005/21 (21)


  Kızıl Bayrak'tan
  Her yerde devlet terörü ve her yerde saldırı!
  Ordu buyurdu, cüppeliler ipi çekti,
Eğitim-Sen’e kapatma kararı verildi
  Yargıtay'ın Eğitim-Sen kararı; İnkar politikasına devam!
  Eğitim emekçilerinin eylemlerinden
  Kapatma kararına karşı eğitim emekçileri alanlarda
  Seydişehir direnişi
  İSDEMİR’de TİS kazanımla sonuçlandı
  Kamu TİS görüşmeleri başladı
  İşten atılan Coca-Cola işçileri direnişte!
  AKP hükümeti Beyaz Saray yolunda...
  Yeni Türk Ceza Kanunu 1 Haziran’da yürürlükte
  Derviş evine döndü!
  Güney Kürdistan sorunu üzerine
tamamlayıcı düşünceler/2
(Orta sayfa)
  KESK Kongresi/Yüksel Akkaya
  Arap halkı Sünni-Şii çatışmasına
sürüklenmek isteniyor
  Caferi’yi ağırlayan işbirlikçiler
Washington’daki efendilerine
yaranmaya çalışıyor

  Kontra şefleri koruyan Bush yönetimi Havana ve Caracas’ta protesto
edildi

  Özbekistan; Emekçi halkların örgütlü gücü
zorba diktatörlerden hesap soracaktır!
  Almanya’da eyalet seçimleri ve SDP’nin çöküşü
  Bir kez daha “savaş” üzerine
  İ.Ü.'’nde militan yaz okulu eylemi
  Sakarya’da faşist saldırılara karşı yürüyüş
  19 Aralık davası
  İşçi Kültür Evleri; Etkin bir kampanya hazırlığı
içindeyiz
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Irak'ta tehlikeli gelişmeler...

Arap halkı Sünni-Şii çatışmasına sürüklenmek isteniyor

Irak'ta Kürtler, Türkmenler ve farklı halklara mensup azınlıklar yaşıyor, ancak bu ülkenin büyük çoğunluğunu Arap halkı oluşturuyor. Buna rağmen medya tekellerinin Irak'la ilgili haber veya yorumlarında Arap halkının esamesi bile okunmuyor. Irak'tan sözedilirken Şiiler, Sünniler, Kürtler, Türkmenler şeklinde bir sıralama yapılıyor. Yani gerici medya, Şiilerle Sünniler'in Arap ulusal kimliğini fiilen yok sayıyor.

Oysa Şiilerle Sünniler Arap ulusunun mensuplarıdır. Buna rağmen mezhebe dayalı ayrımların bu kadar kolay karşılık bulabilmesinin tarihsel nedenleri var elbet. Bunlardan biri Irak'ta uluslaşma sürecindeki sorunlarla bağlantılı iken, bir diğer önemli neden ise, -arada bazı kesintiler olmakla beraber- Irak'ın kuruluşundan beri emperyalistlerin desteğindeki gerici rejimlerin Kürt ve Türkmen halklarının yan sıra, Şii mezhebine mensup Araplar'a karşı ayırımcı, faşizan politikalar izlemeleriyle de bağlantılıdır.

Irak'a egemen olan gerici rejimin 21. yüzyıla devrettiği bu sorun, normalde tarihsel gelişim süreci içinde aşılabilirdi. Fakat emperyalistlerin Irak'ı kuşatmaya aldığı son 15 yıl içinde bu sorun aşılmak bir yana, özel politikalarla daha da içinden çıkılmaz bir noktaya çekilmiştir. Son yüz yılda ulusal kimliğin bu kadar geri plana, mezhepsel kimliğin de bu kadar öne çıktığı bir zaman dilimine rastlamak mümkün değildir. Sadece bu olgu bile, emperyalistlerin ezilen halkları özgürlük ve demokrasiye değil, fakat Ortaçağ karanlığına sürüklemeye çalıştığını göstermeye yeter.

Bu politika, bölgenin ulusal, dinsel, mezhepsel vb. bileşimini en ince ayrıntısına kadar inceleyip dosyalayan ABD emperyalizminin kirli çıkarlarına göre uygulanmıştır. Zira işgal altındaki bir ülke ne kadar parçalanırsa, işgale karşı yükselecek direniş de o kadar zayıf olur. İki yıldır Irak'ın işgaline karşı gelişen direnişin henüz tüm ülkeye yayılamamasının temel nedenlerinden biri bu yapay ayrımlardır. Eğer Irak'taki Arap halkı Şii-Sünni diye bölünmemiş olsaydı, direnişin çok daha yaygın ve güçlü olacağı tartışmasızdır.

Bu Ortaçağ kalıntısı ayırımların sakıncaları, direnişin belli bölgelere sıkışması ile sınırlı değil. İlkinden de büyük olan sakınca, gerici çevrelerin kimi zaman bir temenni olarak gündeme getirdiği Şii-Sünni çatışması için de nesnel bir zemin oluşturmasıdır. Gerici rejimlerin Şiiler üzerinde devlet terörü estirmelerine rağmen, Irak'ta Şii-Sünni çatışması yaşanamamıştır. Bu yönüyle olumlu bir tarihsel mirasa sahiptir Arap halkı. Yine son günlerde yaşanan bazı gelişmeler böyle bir çatışmanın ateşlenebileceği kaygısını yaratmaktadır.

Daha önce Şiiler'i hedef alan bazı bombalı saldırılar sonucunda yüzlerce insan katledilmiştir. Her yönüyle provokatif olan bu kitlesel katliamların kimler tarafından planlandığı pek de açıklığa kavuşturulmadı ama, Irak halklarının çıkarlarına ters olduğu kesindir.

Şiiler bu tür saldırılara herhangi bir karşılık vermemişti. Son günlerde ise, hem Şii, hem de Sünni din adamları peş peşe öldürülmeye başlandı. Bazı Sünni çevreler, din adamlarının Bedir Tugayları tarafından öldürüldüğünü iddia ederek, Abdülaziz El-Hekim'in başkanlığını yaptığı Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi'ni sorumlu tuttu. Bedir Tugayları sorumlularından Hadi El Amiri ise, bu suçlamaları reddetti. Bu tartışma basına da taşında. Müslüman Din Adamları Birliği'nin Sünni lideri Haris el Dari ile, Şii milis gücü Bedir Tugayları'nın lideri Hadi el Emri, El Arabiye televizyonunda yayınlanan programa katılarak, karşılık suçlamalarda bulundular. Özellikle bu tartışma gerilimi daha da arttırdı.

Tam bu aşamada, varlığı halen tartışmalı olan ve El Kaide'nin Irak'taki sorumlusu olduğu iddia edilen Ebu Musab el Zerkavi, bir açıklama yaparak, yangına körükle giden ifadelerle Şiiler'e saldırdı. (Kısa süre önce bu aynı kaynaktan yapılan bir açıklamada “sivillerin cihat için ölmesinde bir sakınca olmadığı” söylenmişti) Her iki açıklamanın da Irak halklarına ve işgal karşıtı direnişe zarar verecek içerikte olduğu açıktır.

Bu arada olayın tehlikeli bir mecraya girmesi üzerine devreye giren Mukteda Sadr, tarafları tehlikeli gidişat konusunda uyararak sorunların çözümü için girişimlerde bulundu. Sadr'ın arabuluculuğunu kabul eden her iki taraf da, çatışmalar büyümeden sorunların çözülmesine katkı sunacağını dile getirdi.

Bu girişim ile olayların farklı bir evreye sıçraması engellenebilirse, Irak halkları ve direniş kazanmış olacaktır. Aksi durumda çatışmaların trajik boyutlara varması ve mazlum Irak halklarının ödeddiği emperyalist işgalden kaynaklı bedellere yenilerinin eklenmesi gibi ciddi bir tehlike ortaya çıkacaktır. Oysa ezilen halklara gerekli olan, etnik, dinsel, mezhepsel vb. yapay ayırımları bir yana bırakıp, emperyalist barbarlara karşı ortak bir direniş bayrağı altında örgütlemektir.

------------------------------------------------------------------------------------------

“İstifa ediyorum, çünkü haksız ve gayr-ı meşru bir savaşta dövüşmek istemiyorum...”

İşgal karşıtı tepki büyüyor

Irak'ta ikinci yılını geride bırakan emperyalist işgalin gayr-ı meşru bir saldırganlık olduğu, ilerici-devrimci güçler ile emekçi halklar tarafından baştan beri biliniyordu. Milyonlarca insanın işgal ordularının saldırısını engellemek için alanlara çıkması bunun somut göstergelerinden biridir. Bu gerçek, gelinen aşamada artık bizzat işgal orduları askerleri tarafından da dile getirilmektedir.

Bunun son örneği Irak'taki İngiliz işgal ordusunda sıhhiyeci olarak görev yapan George Solomou adlı İngiliz askerinin, “İşgalin artık bir parçası olmak istemiyorum” diyerek istifa etmesiyle gündeme geldi. Arazi Ordusu'nda yıllardır görev yapan Solomou, orduya hitaben yazdığı mektupla istifa nedenlerini kamuoyuna da açıkladı.

Mektup, ilkin işgal ordularının Irak'taki varlığının gayr-ı meşruluğunu ortaya koyuyor. Mektupta dile getirilenler elbette bilinen şeyler. Emperyalist saldırı hazırlığının başlamasında beri ilerici-devrimci-sosyalist basın işgalcilerin vahşi yüzünü döne döne teşhir etmektedir. Fakat buna rağmen Solomou'nun mektubu önem taşıyor. Zira emperyalist işgali dolaysız bir şekilde ve içeriden teşhir etmektedir. Bundan dolayı ne Bush liderliğindeki savaş kundakçıları, ne de başında “fino köpeği” Blair'in bulunduğu Londra'daki şebeke bu açıklamalara itiraz etme cesareti gösterememektedir.

Solomou mektubunda şunları yazıyor:

“Arazi ordusundan istifa ediyorum, çünkü haksız ve gayr ı meşru bir savaşta dövüşmek istemiyorum. Iraklılar'ın pek çok şeye ihtiyacı var: Tıbbi malzemeye, altyapılarının yeniden inşa edilmesine, işe, aşa. İhtiyaç duymadıkları tek şey, caddelerinde yabancı askerler görmek” şeklindeki ifadeler, zalim işgalin Irak halklarını ne hallere düşürdüğünü gösteriyor. Altyapısı yıkılmış kentler, işlevsizleşen eğitim ve sağlık sistemi, işsizlik, yoksulluk, açlık... Tüm bu musibetlere her an zindana atılıp işkence görme riski ile ölümle burun buruna yaşamanın ‘sıradanlaşması'nı da eklemek gerek.

“İngiltere'de çoğu insan Irak savaşının yanlış olduğunu düşünüyor ve bunun sebebi de, muhtemelen, buradaki savaşın gerekçesi olarak ortaya atılan bütün iddiaların fos çıkmış olması. Artık resmi olarak da biliniyor ki Irak'ta hiçbir kitle imha silahı yoktu. Bu savaşın dünyayı daha güvenli kıldığı düşüncesi ise, hastalıklı bir şakadan başka bir şey olamaz.”

Bu sözler, savaş kundakçılarının işgal için öne sürdüğü gerekçelerin yalan, kanıt olarak gösterilen belgelerin ise sahte olduğunun, böylece emperyalist saldırıyı başlatanların herkesi aldattığı gerçeğinin artık işgal ordularındaki askerler tarafından da bilindiğini gösteriyor.

Emperyalist savaş, vahşi işgali sürdürmenin aracı olan askerleri canından ediyor ya da sakat bırakıyor, ruhsal yönden çökertip bir enkaza çeviriyor. Solomou, bu olguya ilişkin dolaysız gözlemini mektubunda şöyle aktarıyor: “Bunu söylemek çok acı aslında, çünkü birliklerimiz ıstırap içinde. İki yakın arkadaşım Irak'ta sakat kaldı. Hayatları yıkıldı. Şunu da söylemeliyim: Ordu, sağlıklarıyla ilgili gereken herşeyi yapmadı, zayıf tedavi gördüler. Raporlara bakılırsa, 80 ölünün yanısıra 700-800 İngiliz askeri ciddi biçimde yaralandı. Çok daha fazlası ruhsal rahatsızlık çekiyor... Askerlik görevinin üzerinden 10 seneden çok zaman geçmesine karşın her gün ruhsal bozukluklarla mücadele eden eski askerler tanıyorum. Sırf George Bush Ortadoğu'daki petrolü kontrol etsin diye gencecik hayatların kaybedilmesi ve yıkılması utanç verici.”

Emperyalist işgal devam ettiği sürece Irak halkları direnecektir. Bu ise işgal ordularının yıkım ve katliamlarını aralıksız şekilde sürdürmesi demektir. İşgal ordularının içinden gözlem yapan İngiliz askerinin, “...Bizler, Irak'ta yabancı hakimiyetinin sembolleri haline geldik. İşte bu nedenle orada güvenliği sağlamamızın hiçbir yolu yok. Bunu ancak Iraklılar'ın kendisi yapabilir. Biz orada ne kadar kalırsak, işler de kontrolden o kadar çıkacak. Iraklılar'ın kendi geleceklerini inşa etmelerine izin vermeliyiz...” ifadeleri, işgalin Irak halklarına yıkım ve ölümden başka bir şey sunmasının mümkün olmadığı gerçeğinin anlatımıdır.