28 Mayıs 2005
Sayı: 2005/21 (21)


  Kızıl Bayrak'tan
  Her yerde devlet terörü ve her yerde saldırı!
  Ordu buyurdu, cüppeliler ipi çekti,
Eğitim-Sen’e kapatma kararı verildi
  Yargıtay'ın Eğitim-Sen kararı; İnkar politikasına devam!
  Eğitim emekçilerinin eylemlerinden
  Kapatma kararına karşı eğitim emekçileri alanlarda
  Seydişehir direnişi
  İSDEMİR’de TİS kazanımla sonuçlandı
  Kamu TİS görüşmeleri başladı
  İşten atılan Coca-Cola işçileri direnişte!
  AKP hükümeti Beyaz Saray yolunda...
  Yeni Türk Ceza Kanunu 1 Haziran’da yürürlükte
  Derviş evine döndü!
  Güney Kürdistan sorunu üzerine
tamamlayıcı düşünceler/2
(Orta sayfa)
  KESK Kongresi/Yüksel Akkaya
  Arap halkı Sünni-Şii çatışmasına
sürüklenmek isteniyor
  Caferi’yi ağırlayan işbirlikçiler
Washington’daki efendilerine
yaranmaya çalışıyor

  Kontra şefleri koruyan Bush yönetimi Havana ve Caracas’ta protesto
edildi

  Özbekistan; Emekçi halkların örgütlü gücü
zorba diktatörlerden hesap soracaktır!
  Almanya’da eyalet seçimleri ve SDP’nin çöküşü
  Bir kez daha “savaş” üzerine
  İ.Ü.'’nde militan yaz okulu eylemi
  Sakarya’da faşist saldırılara karşı yürüyüş
  19 Aralık davası
  İşçi Kültür Evleri; Etkin bir kampanya hazırlığı
içindeyiz
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Güney Kürdistan sorunu üzerine tamamlayıcı düşünceler/2

H. Fırat

Kürt sorunu burjuva düzen tabanı üzerinde çözülemez

Kürtler'in birbirine komşu dört devletin sınırları içinde kendi iradelerine rağmen zorla tutulmaları ve en temel ulusal haklarından yoksun bırakılmaları, Kürt sorununun ve dolayısıyla direnişinin tarihsel-siyasal temelidir, demiştik. Ağırlık merkezi zaman içinde ülkeden ülkeye yer değiştirse de neredeyse bütün bir 20. yüzyıl, bu temelin kaçınılmaz olarak ürettiği Kürt ulusal direnişlerine ve tersinden de bu direnişlerin kanlı yol ve yöntemlerle bastırılmasına sahne oldu. Fakat sonuçta sorun bugüne dek çözülmemiş olarak kaldı. Dahası günümüzde ağırlaşmış biçimiyle her bir ezen ulus devletinin iç toplumsal ve siyasal yaşamında her zamankinden daha özel ve önemli bir yer tutar hale geldi. Kürt direnişini bastırmakta olduğu kadar asimilasyon ve entegrasyonda da öteki ülkelere göre çok daha başarılı olan Türk devletinin, üstelik İmralı teslimiyetinin sağladığı imkanlara rağmen, bugün bu sorunun ağırlığı altında eziliyor olması gerçeği, onca çabaya rağmen sonuçta varılan yeri tüm açıklığı ile göstermektedir.

Bütün bir 20. yüzyıl tarihi göstermiştir ki, bu sorunun üzerinden atlamanın, inkar, imha ve asimilasyonla ondan kurtulmanın bir olanağı yoktur. Kürt sorunu güçlü tarihsel-toplumsal temeli olan siyasal bir sorundur ve çözülmek, çözülerek aşılmak durumundadır. Sorunu yaratan neyse çözümüne de oradan hareketle bakmak gerekir. Zora dayalı birlik ve onu tamamlayan ezen ulus ayrıcalıkları son bulmadan bu sorunu çözmeyi ummak ham hayalden başka bir şey değildir. Bugünkü İmralı çizgisinin Kürt sorunundaki gerici-ütopik karakteri de öteki şeyler yanında bu gerçeği görmezlikten gelmesinde yatmaktadır. Zorla dayatılan bir üniter devlet kabulü ve bu temel üzerinde sürekliliğini koruyacak olan ezen ulusun siyasal ayrıcalıkları (ki İmralı çizgisinin Kürt sorununa ilişkin sözde çözümünün temeli artık budur), bu sorunun çözülmeden kalması demektir. Bu ise barışçı reformlara dayalı birlikçi çözüm adı altında boş hayallerle oyalanmak, gerçek çıkarları sorunun köklü devrimci ve dolayısıyla kalıcı çözümünde olan Kürt ve Türk halklarını boş yere oyalamak anlamına gelir.

Zora dayalı birliğin son bulması, Kürtler için tam özgürlük, yani kendi kaderini tayin hakkının somut olarak gerçekleşmesi; eşitlik ise, her türden ezen ulus ayrıcalığının ortadan kalkması demektir. Ayrı devlet olarak varolma yolunu tutmaktan gönüllü birlik tercihine kadar hangi somut biçimi alırsa alsın sonuçta gerçek özgürlüğün ve eşitliğin anlamı budur. Özgürlük ve eşitlik bu temelde gerçekleştirilmeden sorun çözülmeden kalmış olacaktır. Bu sağlanmadığı sürece halkların çıkarına uygun biricik gerçek çözüm şekli olan gönüllü birliğe ulaşmanın da olanağı olmayacaktır.

20. yüzyıl tarihi burjuva düzeni tabanı üzerinde bu sorunun çözülemediğine tüm açıklığı ile tanıklık etmiştir. Kürtler'i egemenlik altında tutan burjuva rejimler, Kürtler'e özgürlük ve eşitlik tanımak bir yana, onları en sıradan ulusal haklarından bile yoksun bırakmak, dahası varlıklarını bile inkar etmek yoluna gitmişlerdir. Türk ve Fars burjuva gericiliği uzun onyıllar boyunca Kürtler'in ayrı ulusal kimliklerini kabul etmeye dahi yanaşmamışlardır. Irak-Arap gericiliği ise güçlü direnişin basıncı altında bunu hemen her dönem tanımak zorunda kalsa da Kürtler'in temel ulusal haklarına ve kendi kaderlerine egemen olma istemlerine düşmanlıkta gerçekte ötekilerden aşağı kalmamıştır. Güney Kürdistan'ın aynı zamanda son derece önemli bir petrol bölgesi olması, Arap burjuvazisini ne edip edip Kürtler ve Kürt bölgesi üzerindeki ayrıcalıklarını korumaya itmiştir.

Bu olgu, burjuva düzen altında genel olarak ulusal sorunun neden çözülemediğinin Kürt sorunu üzerinden de somut bir açıklamasını vermektedir bize. Burjuva düzen kendini ulusal biçimler içinde gösteren, ideolojik, politik ve kültürel planda özellikle olmak üzere her alanda ulusal biçimi kendine zırh edinen burjuva sınıf çıkarlarına dayanır. Bu olgu emperyalizme bağımlı ülkeler burjuvazisi için de aynen böyledir. Özellikle bünyesinde ulusal sorun barındıran ülkelerde, emperyalizme göbekten bağımlılık ile en azgın türden bir şoven milliyetçilik genellikle birbirini tamamlar (bu durumun en iyi örneğini bir kez daha bize işbirlikçi Türk burjuvazisi vermektedir). Her ulusun burjuvazisi kendi ulusal pazarına hakim olmak ve daha da önemlisi bunu ötekiler aleyhine büyütmek ister. Bu, emperyalist bir ülkeye özgü yayılma, egemenlik ve nüfuz mücadelesinin ötesinde, genel olarak her türden iktidar sahibi burjuvazi, dolayısıyla bağımlı ülkeler burjuvazisi payına da böyledir. Bağımlı ülkeler burjuvazisi, bu yayılma, topraklarını komşu ülkeler aleyhine geliştirme, başka ulusları ve azınlıkları baskı altında tutma işinde genellikle emperyalist efendilerinden dolaysız destek alır, ya da çoğu durumda bizzat onlar tarafından buna yönelik hevesleri ve eylemleri kışkırtılıp yönlendirilir.

Geçmişte ve bugün dünyanın her yerinde komşu devletler arasındaki ihtilaflar ve sonu gelmeyen gerici çatışmalar bunun ürünü ve ifadesidir. Her bir gerici burjuva devletin kendi bünyesindeki ulusları ve azınlıkları sistematik biçimde baskı altında tutması ve temel haklarından yoksun bırakması aynı gerçeğin bir başka yansımasıdır. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya'nın dağılma süreçlerinde ve sonrasında yaşanan trajik olaylar, kapitalizme çıplak geçişle ve iktidarın şu veya bu ulusun burjuvazisi tarafından dolaysız olarak ele geçirilmesi ile ulusal sorunların her biçimiyle sökün etmesi arasındaki dolaysız ilişkiyi göstermektedir. Devrimlerin özgürleştirdiği, eşit siyasal ilişkiler içinde gönüllü olarak onyıllar boyunca kaynaştırdığı halklar, burjuva karşı-devriminin açıktan egemen hale gelmesiyle birlikte “ulusal” nedenlerle birbirlerini boğazlar hale gelmişler, kuşaklar boyu unutulması kolay olmayan ya da ancak yeni bir devrimler döneminin birleştirici ve kaynaştırıcı süreçleri içinde aşılabilecek olan derin düşmanlıklar içine yuvarlanmışlardır. Bu, birbirine boğazlatılan halkların egemen burjuvazisinin sefil çıkarları ve hesapları nedeniyle böyle olmuştur.

Şekil değiştirerek süren sorun

Bu kısa değinmeler, burjuva düzen tabanı üzerinde ulusal sorunun doğası gereği çözülemediğine, çözülemeyeceğine, tersine burjuva düzen koşullarının onu döne döne yeniden ürettiğine ve üreteceğine işaret etmek içindir. Ulusal biçim içinde kendini gösteren burjuva sınıf egemenliği ve çıkarları buna kategorik olarak engeldir. Sorun şu veya bu gelişmenin etkisi altında bir biçimde ve bir yönüyle çözülse bile, bir başka biçimde ve başka yönleriyle kaçınılmaz olarak kendini yeniden gösterir.

Kürt sorununun bütün bir tarihi, fakat özellikle de şu anki konumuzu oluşturan Güney Kürdistan deneyimi buna bütün açıklığı ile ayrıca tanıklık etmektedir. Türkiye ve İran'dan farklı olarak Irak-Arap burjuvazisi gerçekte Kürtler'in ulusal varlığını ve ulusal haklarını hiçbir zaman cepheden ve tümden reddetmedi. Bunda başından itibaren güçlü ve kendini dayatan bir ulusal direnişle karşı karşıya kalmasının yanısıra, dönemin Irak egemeni İngiliz emperyalizminin Araplar ile Kürtler'i olanaklıysa eğer bir arada idare etme ve denetim altında tutma politikaları da önemli bir rol oynadı. Bu çerçevede İngiliz emperyalizmi bir yandan her seferinde Kürt direnişini ezmede tayin edici bir rol oynarken, öte yandan Irak monarşisini Kürtler'e onları yatıştıracak ve Irak devletine entegre edecek belli sınırlı haklar tanımaya teşvik etti. Irak devleti 1920'lerde İngiliz mandası altında kurulurken, 1930'ların başında şekli devlet bağımsızlığını elde ederken, 1943-45 direnişini yatıştırmak isterken, Irak-Arap burjuvazisi Kürtler'in ulusal varlığını ve sınırlı bir otonomiyi hep dillendirmek durumunda ya da zorunda kaldı. 1958'de Monarşi'nin yıkılışı sonrasında birbirlerini darbelerle izleyen gerici burjuva hükümetleri döneminde de durum farklı olmadı. Bu, aynı zamanda Barzani önderliğindeki yeni güçlü ve soluklu direniş dönemi de olduğu için, darbelerle başa gelen her yeni iktidar Kürtler'e otonomiye varabilen çeşitli tavizler vermek ya da vaatlerde bulunmak zorunda kaldı. Bunu yalnızca kendi yeni iktidarını ayakta tutup güçlendirebilmenin zorunlu bir gereği değil, fakat sorunun ağırlığından kurtulabilmenin ve Kürt direnişinin daha ileri boyutlar kazanmasını ve bir kopmaya varmasını engellemenin bir gereği de saydı. 11 Mart 1970'deki otonomi antlaşması bu tavizlerle yatıştırma tarihsel çizgisinin zirvesi oldu ve kendinden önceki toplam birikim üzerinde yükseldi.

Fakat buna rağmen sorun çözülemedi; ki bizim, Kürt sorununda Türkiye ve İran'a göre belirgin biçimde farklı tarihsel gelişim çizgisine sahip Irak-Güney Kürdistan örneği üzerinden altını çizmek isteğimiz temel tarihsel gerçek de budur. Burjuva düzeni tabanı üzerinde Kürt sorunu çözülebilir olsaydı, bunun en iyi ve en kolay gerçekleşebileceği alan Güney Kürdistan'dı. Ne var ki burada bile bu mümkün olamadı. Bunun için sayısız ikincil neden ileri sürülebilir, fakat temeldeki neden gerici burjuva milliyetçiliği ve onun perdelediği gerici burjuva sınıf çıkarları idi. Soyut ulusal hakları tanımada fazla güçlük çekilmediği halde, somut iktisadi kaynakların soruna dönüşmesi bile kendi başına bunu göstermektedir. Sorun Kürt dili ve kültürünün tanınmasında değil, fakat temelde ve her seferinde (ve aynen bugün olduğu gibi) Kerkük sorunu üzerinden çıkıyordu. Ve Kerkük demek petrol, yani en temel zenginlik kaynağı üzerinde denetim demekti. Yönetim ilişkilerine ve idari işleyişe ilişkin tüm öteki anlaşmazlık konuları da temelde başta petrol olmak üzere iktisadi zenginliğin kontrolü sorununa bağlanıyordu. Zenginlik kaynaklarının halklar için refah ve mutluluk kaynağı olmak yerine onlar arasında eşitsiz ilişkiler, ulusal kin ve düşmanlıklar, giderek boğazlaşmalar nedenine dönüşmesi, tümüyle kapitalist toplum düzeniyle, burjuvazinin sınıf egemenliği ve çıkarlarının doğasıyla ilgili bir sorundur. Bu, burjuvazinin daha büyük zenginlikler, geniş pazarlar ve kaynaklar, dolayısıyla daha geniş topraklar üzerinde egemenliği sorunudur. Başka ulusları zorla denetim ve egemenlik altında tutmak ihtiyacı buradan gelmektedir. Emperyalist ülkeler burjuvazisi bu aynı denetimi pekala iktisadi ve mali araç ve yöntemlerle de sağlayabildiği için, zorlandığı durumlarda sömürgelerine kontrollü biçimde devlet bağımsızlığı vermek yoluna gidebilmiştir. Fakat bu araçlardan yoksun bağımlı ülkeler burjuvazisi başka uluslar üzerinden bu tür avantajı ancak onlara dolaysız biçimde hükmederek elde edebilmekte ve tutabilmektedir.

Bugün de Güney Kürdistan sorunu bu aynı nedenle sorun olmayı sürdürmektedir. Güney Kürtleri'nin kendi burjuva-feodal sınıfları önderliğinde ve ABD-İsrail'in tam desteği altında kendi bölgeleri üzerinde denetim kurmuş olmaları, hiçbir biçimde sorunun çözüldüğü ya da çözüm yoluna girdiği anlamına gelmemektedir. Sorun yalnızca şekil değiştirmiştir, fakat özü ve esas kapsamı yönünden sürmektedir. İşgalcilerle işbirliği halindeki Şii Arap kastının Güney Kürdistan'daki bugünkü fiili durumu kabullenmeleri kendi başına henüz fazlaca bir anlam taşımamaktadır. İlkin bu gönüllü olmaktan çok zorunlu olarak ve daha çok da şimdilik kaydıyla sineye çekilen bir durumdur. İkincisi ve daha da önemlisi, başta Kerkük'ün statüsü olmak üzere birçok sorun daha bugünden ciddi biçimde tartışmalı olmayı sürdürmektedir ve uzlaşmalarla çözülebilecek gibi görünmemektedir. İşgale karşı direnenler bir yana Kürt akımlarıyla birlikte işgalcilerle işbirliği yapan gerici Arap güçlerinin bile bu konuda geleneksel iddialardan vazgeçmeleri beklenmemelidir.

Bir başka temel önemde etken, Irak'taki işgal karşıtı hareketin durumu ve dolayısıyla Kürt güçleri karşısındaki tutumudur. Kürt sorununda ve genel olarak ulusal, dinsel ve mezhepsel sorunlarda devrimci-demokrat bir tutum ve program geliştirmedikçe, direnişçi güçlerin emperyalizmin planlarını bozmaları ve direnişi genelleştirmeleri olanaklı değildir. Bu nokta açık olmakla birlikte direnişçi güçler halihazırda Kürt siyasal güçleriyle düşman kamptalar ve bunun sorumluluğu mevcut durumda tümüyle Kürt liderliğine aittir. Zira Irak ve bölge halklarına karşı Amerikan emperyalizmi ve siyonizmle aynı safa giren ve bir emperyalist işgal hareketini etkin biçimde destekleyenler onlardır. Bu çerçevede, direnişin işgalcilerle işbirliği halindeki Kürt güçlerine karşı tutumu başta Şii kastı olmak üzere öteki işbirlikçi Arap güçlerine karşı tutumundan farklı değildir; dolayısıyla hiç değilse halihazırda ona bir ulusal düşmanlık öğesi atfetmek de olanaklı değildir. Fakat direnişin işgalcilerle birlikte işbirlikçilerini de hedef alan mantığı, zorunlu olarak bugünkü Kürt hareketiyle cepheden çatışmalı olmak anlamına gelmektedir ve dolayısıyla bu yönden de Güney Kürdistan'daki durum tartışmalı/çatışmalı karakterini korumaktadır.

Bir diğer önemli nokta Güney Kürtleri'nin kendi iç ilişkileri ve bunun Güney Kürdistan'daki durumun akıbetine etkileridir. Daha önce de üzerinde durduğumuz bu sorunun ne denli özel bir önem taşıdığını 1994-‘98 deneyimi bütün açıklığı ile göstermiştir. Taraflar sözkonusu boğazlaşmalar esnasında karşılıklı olarak kendi tarihsel cellatlarına sığınmış, onları müdahaleye davet edebilmişlerdi. Bu sorunun hala da önemini koruduğunu, beş aydır yapılan seçimlere rağmen bir türlü toplanıp çalışamayan yerel Kürdistan parlamentosunun durumu tüm açıklığı ile gözler önüne sermektedir. Bunun nedeni bir kez daha KDP ile YNK arasındaki gerici çelişkiler ve anlaşmazlıklardır. Birçok belirti, arkalarındaki birleştirici Amerikan iradesi olmazsa ilişkilerin bir kez daha çığırından çıkabileceğini göstermektedir. Tarihsel sicili bir hayli tartışmalı olan böyle parçalı ve kendi içinde ihtilaflı liderlik altında Kürtler'in Güney'deki statülerini korumaları kolay olmayacaktır. Sorun bu yönüyle de sorun olarak kalmayı sürdürmektedir.

Daha çok içe dönük bu etkenleri temel önemde dış etkenler tamamlamaktadır.

Bunlardan ilki, tüm kanatlarıyla Güney Kürt hareketinin tüm geleceğini emperyalizme ve siyonizme ipotek eden gerici-işbirlikçi çizgisidir. Eğer Amerikan emperyalizminin yeni Ortadoğu stratejisi başarıya ulaşır ve dolayısıyla bölgede ABD egemenliği kökleşirse, bu durumda işbirlikçi Kürt hareketinin oynadığı kumar kalıcı kazanımlarla sonuçlanabilir. Yok eğer olayların seyri değişir ve ABD emperyalizmi bölgede önemli darbeler alır ve geri çekilmek zorunda kalırsa, eldeki mevziler korunamayacağı gibi sözkonusu kumar Kürt halkı için yeni acılara da vesile olabilir. Olabilir diyoruz; zira ABD'nin alacağı geriletici darbelerin nereden, hangi güçlerden ve ne temelde geleceği burada tayin edici önemdedir. Bu darbeyi vuranlar bunu devrimci-demokrat atılımlarla birleştirecek olan devrimci demokrat güçler olabileceği gibi, pekala burjuva milliyetçi ya da gerici-şeriatçı güçler de olabilir. Bu sonuncuların halkların haklı ve meşru istemleri karşısında alacakları tutumun yakın ve somut bir örneğini İran'da Şah'ın yıkılışını izleyen gerici-şeriatçı iktidar vermiş bulunmaktadır.

Bir başka temel önemde etken “kendi” Kürtler'ini kölelik ilişkileri içinde tutan komşu devletlerin büyüyen düşmanlığıdır. Yazık ki bu bir ölçüde bu ülke halklarını da kapsamaktadır ve ABD işbirlikçisi konum bunu alabildiğine kolaylaştırmaktadır. Türkiye şahsında bunun bir kez daha en berbat örneğini görüyoruz. ABD emperyalizmi Irak'ta tutunmayı başardığı ve bölgedeki politikasını uygulayabildiği ölçüde komşu devletlerin bu düşmanlığı Güney Kürtleri için hiç değilse yakın dönemde somut bir tehlike oluşturmaz. Fakat bu yine de bu düşmanlığın siyasal anlamını ve önemini hiçbir biçimde azaltmaz. Örneğin Türkiye'deki Kürt sorunu çözülmeden kaldıkça, Türk burjuva gericiliğinin Güney Kürdistan'daki her oluşumu düşmanca karşılamayı sürdürmesi kaçınılmazdır. Güney'e artık egemen olduğunu düşünen ve sırtını ABD'ye yaslamış olmanın rehaveti içinde davranan Güneyli Kürt liderliğinin “Büyük Kürdistan”a ilişkin daha şimdiden dillendirilen hevesleri ise bu düşmanlığı azdırır ve katmerleştirir.

Bütün bunlar, bölgeye emperyalist müdahale ile birlikte ve bizzat Amerikan emperyalizminin inisiyatifiyle, Kürt sorununun Güney ucundan başlayarak artık genel bir çözüm sürecine girdiğini düşünenlerin gerçekte yanıldığına da işaret etmektedir. Geneli bir yana bugün olayların odağındaki Güney'de bile sorun henüz esası yönünden yerli yerinde durmaktadır. Dahası emperyalizm ve siyonizmle içiçe geçmişlik ve ABD emperyalizminin Ortadoğu'ya yönelik müdahalesi içinde tutulan özel yer, soruna bu çerçevede bölgesel bir karakter de kazandırmış bulunmaktadır. Emperyalizmin ve siyonizmin kendi hesapları vardır ve bu hesapların hayata geçirilmesinde bugün için Kürtler özel bir yer tutmaktadırlar. Fakat bölge halklarının göstereceği direnişin gücü bu hesapları zora sokabilir, bu zorlanma Türkiye gibi gerici iktidar odaklarına ABD planları içinde daha geniş bir inisiyatif alanı açabilir ve sonuçta bunun faturası da Kürtler'e çıkabilir. Bölge halklarının çıkarlarını hiçe sayarak ve emperyalist müdahalenin halklara yaşattıklarına aldırmayarak kaderini ABD'ye bağlayanlar, onun politikasının başarısızlıklarını ağır bir fatura olarak ödemek akıbetine de hazır olmak durumundadırlar.

Ezilen ulusun hakları ve dünya jandarmasının hesapları

Biz komünistler Güney'deki Kürt halkının kendi kaderine egemen olma ve kendi kendini yönetme hakkını açıklıkla ve içtenlikle savunuyoruz. Ama bu, hiçbir biçimde emperyalizmin ve gerici bölge devletlerinin döne döne aleti haline gelebilen gerici-işbirlikçi Kürt partilerinin bugün izlemekte olduğu çizginin kendi kaderini tayin hakkı adına mazur görülmesi anlamına gelmez. Bu çizgi kendi kaderini tayin değil, fakat emperyalizmin bölgeye müdahale politikasına bölge halklarının çıkarları hiçe sayılarak alet olma çizgisidir. Sorun bu çerçevede Kürt sorununu aşmış, mazlum bir ulusun özgürlüğünü kazanması ve ulusal anlamda kendi kaderine egemen olması sorunu olmaktan çıkmış, emperyalizmin bölge politikası içindeki ve karşısındaki tutumlar genel sorunu haline gelmiştir. Emperyalist müdahale sonrasında Güney Kürtleri kendi toprakları üzerinde daha özgür ve serbest hale gelmişlerdir. Fakat bu, bu arada Güney Kürdistan'ın Amerikan emperyalizmi için yeni bir bölgesel üs haline gelmesi pahasına böyle olmuştur. Bu gelişme Kürt emekçilerinin olduğu kadar tüm bölge halklarının da çıkarlarına aykırı gerici, karşı-devrimci bir gelişmedir ve özünde devrimci-demokratik bir ilerleme olan ulusal özgürleşme ile bir alakası yoktur. Yerel despotik rejimlerin köleliğinden kurtularak dünyanın emperyalist jandarmasına kölece ilişkiler içinde bağlanma hiçbir biçimde ulusal kurtuluş ya da özgürleşme değildir. Burada kölelik yalnızca biçim değiştirmiştir, kaba ve kıyıcı olan yerini incelikli fakat aynı ölçüde çürütücü olana bırakmıştır. Tüm mazlum bölge halklarının gerçek çıkarları ve ihtiyaçları hiçe sayılarak dünyanın emperyalist jandarmasına kurtarıcı olarak sarılmanın bundan başka bir sonucu olamaz.

Biz komünistler Güney Kürdistan'a yönelecek her türlü gerici dış müdahaleye kesin olarak karşıyız. Türkiye'nin, İran rejiminin ya da bir bütün olarak sömürgeci bölge devletlerinin kendi aralarında gizliden gizliye tezgahladığı her türden müdahalenin karşısında ve bu türden müdahalelere karşı Kürt halkının yanındayız. Ama biz aynı şekilde Güney'deki Kürt önderliğinin Güney Kürtleri'ni emperyalizmin ve siyonizmin bölge politikalarının dolgu malzemesi haline getirmesine de karşıyız. Kürtler sonuçta bir devlet kursunlar da, bu nasıl olursa olsun diyemeyiz biz. Gerici bir Kürt burjuva milliyetçisi bunu diyebilir, ama gerçek bir devrimci bunu asla diyemez, demek bir yana böyle bir şeyi asla kabullenemez.

Kürtler'in bir devleti olsun da nasıl olursa olsun, diyor artık koro halinde tüm Kürt burjuva milliyetçileri. Peki ama eğer bu bütün bir Ortadoğu'nun emperyalizmin ve siyonizmin daha güçlü bir biçimde etkisi altına girmesini yol açıyorsa ne olacak? Kürtler'in devlet kurmak hakkını kullanması adına Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'ya daha sağlam bir biçimde yerleşmesi kabul edilebilir mi? Üstelik bu yeni Kürt devleti bir de bunun, Ortadoğu'daki emperyalist egemenliğin sağlam bir yeni dayanağı, sonuçta Amerikan emperyalizminin bir bölgesel üssü olacaksa. Herhalde başka türlü olacağını kimse düşünmüyordur.

Amerika'nın Ortadoğu'ya yeni bir düzeyde sağlam bir biçimde yerleşmesi demek, dünya üzerinde de hakimiyetinin yeni bir düzeyde pekişmesi demektir. Dolayısıyla buradaki davranış çizgisi, sonuçları bakımından yalnızca bölgesel değil fakat küresel düzeyde de bir anlam ve önem taşımaktadır. Bu, sorunun yalnızca bölge halklarını değil, fakat bir bütün olarak dünya halklarını da ilgilendirdiği anlamına gelir. ABD ile ilişkiler çerçevesinde Küba ve Venezüella'nın kaderini Ortadoğu'daki gelişmeler belirleyecektir demek, anlatılmak istenileni anlatmaya fazlasıyla yeter sanıyoruz.

Dolayısıyla iki şeyi birbirinden belirgin biçimde ayırdetmek durumundayız. Güney Kürtleri'nin temel ulusal demokratik hakları konusunda göstereceğimiz hassasiyet ile Güney'deki Kürt örgütlerinin emperyalizmin, bölge devletlerinin ya da siyonizmin politiklarına alet olmalarına karşı alınması gereken kesin ve kararlı tutum iki farklı şeydir. Güney Kürtleri'nin haklı ulusal demokratik istemlerini tam olarak destekleyeceğiz, ama bunun emperyalizmin ve siyonizmin Ortadoğu üzerine hesaplarına alet edilmesine de aynı kararlılıkla karşı duracağız.

(Devam edecek...)