27 Mart'04
Sayı: 2004/04


  Kızıl Bayrak'tan
  Bir seçim dönemiyle birlikte ayrışan konumlar, netleşen saflar!
  Sermaye hükümeti grev hakkını gaspediyor...
  Ekonomi düzeliyor yalanları sürüyor...
  Bir anketin gösterdikleri ve gizledikleri
  Faşist katil Haluk Kırcı serbest...
  Newroz'un gösterdikleri...
  Newroz kutlamaları
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  Liberal solun yerel seçim perişanlığı.../4 "Sosyalist" reformizm ya da sosyal-demokrasi
  Irak'ı harabeye çeviren işgal birinci yılında...
  Irak savaşının 1. yıldönümü... Alanları dolduran yüzbinler ve "barış hareketi"nin çıkmazı
  Dünyada ve Türkiye'de savaş karşıtı eylemler...
  HAMAS'ın dini lideri Şeyh Ahmed Yasin katledildi... Saldırı Filistin halkının direnişçi kimliğinedir
  İzmir'de sınıf hareketi...
  Baskılar artıyor, gençlik susmuyor!
  BİR-KAR 4. Gençlik Kampı 11-17 Nisan tarihlerinde Wuppertal'da yapılıyor...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Irak’ı harabeye çeviren işgal birinci yılında...

Zafer direnen halkların olacak!

Yüzbinler işgalin son bulması için alanlara çıktı

Irak işgalinin birinci yıldönümü nedeniyle dünyanın dört bir yanında yapılan savaş karşıtı gösterilerde emperyalist haydutlar lanetlendi. Savaş karşıtı gösteriler, 20 Mart günü Amerika, Asya, Avrupa ve Arap ülkelerinde gerçekleşti. Yüzbinlerce gösterici meydanlara dökülerek işgalin son bulmasını istedi. Gösterilerde özellikle haydutbaşı Bush ve “fino köpeği” Blair hedef alındı. Bazı göstericilerin, “ABD Başkanı Bush dünyanın bir numaralı teröristi” yazılı pankart taşıması gerçek teröristin kim olduğuna işaret ediyordu. Yer yer polisle çatışmaların yaşandığı eylemlerde emperyalist barbarlığa duyulan tepki alanlara yansıdı.

İşgalin bir yıllık bilançosu:
Yıkım, esaret, işsizlik, yoksulluk, açlık, ölüm...

20 Mart 2003’te Bağdat’a bomba ve füzelerin yağmasıyla başlayan emperyalist saldırının bir gerekçesi de, Irak halklarını “Saddam diktatörlüğünden kurtararak rahata kavuşturma” iddiasına dayandırılmış, bu nedenle işgal ordularının Irak’ta “çiçeklerle karşılanacağı” iddia edilmişti. Oysa işgalin üzerinden bir yıl geçtiği halde su, elektrik, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlar hala karşılanamaz durumda. Petrol ülkesi Irak’ta rafinerilerin bile çalışamadığı düşünülürse, işin ne kadar güç olduğu daha iyi anlaşılır. Harabeye çevrilen ülkede çalışabilir nüfusun yüzde 80’i işsiz. Çünkü sadece savaş ve işgal değil, geçtiğimiz 10 yılda ambargonun yıkıntıya çevirdiği ülkenin tepeden tırnağa inşaaya ihtiyacı var. Fakat bliniyor ki, emperyalistler inşa için değil yağma için geldiler.

İşgal öncesi ve sonrasında katledilen Iraklılar’ın sayısı bilinmiyor. Zira işgalciler çetele tutma “zahmetine” bile girmiyorlar. Bundan dolayı ölen Iraklı sivillerin sayısı halen belirsiz. Ancak tahmini rakamlar onbinin üzerinde ifade ediliyor. Bu arada Uluslararası Af Örgütü 15 bin civarında kişinin tutuklandığını da tahmin ediyor. Tutsak edilen Iraklılar işkenceye maruz kalırken, bir yıldır kendilerinden doğru dürüst haber alınamıyor. Uluslararası Af Örgütü, ülkedeki yaygın insan hakları ihlallerinden ABD liderliğindeki işgal güçlerini sorumlu tutuyor. Yayınladığı raporda ABD, gösteri yapan Iraklılar’ı öldürmek, insanları herhangi bir suçlama olmadan rastgele tutuklamak, tutuklulara işkence yapmakla suçlanıyor. Ayrıca intikam duygusuyla hareket eden işgal askerlerinin ev ve diğer yapılara da zarar verdiği anlatılıyor.

Ölümün kol gezdiği ülkede Iraklılar Saddam diktatörlüğünü arar hale getirilmiş durumdalar. Irak’ta bir türlü denetim kuramayan işgalciler, halkları birbirine düşürecek provokasyonlardan medet umar hale geldiler. Zira Şiiler’i hedef alan toplu kıyımlar, ancak emperyalist ordularla onların yardakçılarına hizmet edebilirdi. Ancak bu kirli girişimler henüz sonuç vermiş değil.

Irak özgürleşti mi?

Emperyalist haydutların “ezilen halkları özgürleştireceğiz” iddiası yalan olduğu kadar küstahça bir saldırganlığın da ifadesidir. Bir diktatörün gidip yerine daha güçlü, daha gaddar, tüm dünya için daha tehlikeli bir başka diktatörün gelmesinin özgürlükle bir ilgisi olmayacağı açıktır. “Demokratik yönetimin” kurulduğu iddia edilirken, son bir yılda dünyada öldürülen tüm gazetecilerin üçte biri Irak’ta ABD askerlerinin kurşunlarıyla can vermiştir. Ürettikleri yeni silahları Iraklılar’ın üstünde deneyen emperyalist haydutlar, eski ortakları Saddam Hüseyin’i fersah fersah geride bırakan katliamlar yaptılar/yapıyorlar. Özgürlük ve demokrasinin değil, küresel faşizmin temsilcileri olduklarını vahşi icraatlarıyla sürekli kanıtlıyorlar.

Irak’ta çoğu Amerikalı olmak üzere 150 bin işgal askeri bulunuyor. Irak’ta bulunan çeşitli şirketler hatta Geçici Yönetim Konseyi binası bile özel güvenlik kuruluşlarının koruması altında. Eski Güney Afrika rejiminin polisleri için kârlı bir yer oldu Bağdat. Bu tür güvenlik şirketleri 10 bine yakın elemanı ile işgal güçlerinin en büyük destekçisi konumunda. ABD’nin kurduğu “Irak Geçici Yönetim Konseyi”nin (GYK) kukla olmanın ötesinde hiçbir yetkisi yoktur. Aldığı tüm kararlar sömürge valisi Bremer’in onayından geçmek zorundadır. GYK üyeleri bile bu utanç verici durumu itiraf ediyorlar. Irak halkını temsil etmek bir yana, en ufak bir meşruluğu bile olmayan GYK, işgalcilerin düşkün işbirlikçilerinden oluşuyor.

ABD emperyalizmi 30 Haziran ‘04’te yönetimi Iraklılara (yani işbirlikçilerine) devredeceğini iddia ediyor. Ancak bu yönde kayda değer bir hazırlık yapılmadığı gibi, sömürge valisi Paul Bremer, Irak’ta iktidarın Iraklılar’a devredilmesinden önce şiddet olaylarının artma riski bulunduğunu ve “çok kötü günlerin” beklediğini iddia ediyor. Bu sözlerle, yönetim devri için aslında koşulların henüz oluşmadığı mesajını veriyor.

“Kitle imha yalanları”

“Şok ve dehşet” saldırısının temel gerekçesi, “Irak’ta kitle imha silahlarının bulunduğu, bu silahların dünya için ciddi bir tehdit olduğu” tezine dayandırıldı. Ancak ne BM silah denetçilerinin yüzlerce kişilik uzman ekipleri, ne de CİA’nın 1300 kişiyle aradığı silahlar bulunamadı. Zaten bulunması da söz konusu değildi. Zira BM silah denetçileri 1991-98 yılları arasında Saddam rejimini bu silahlardan arındırmıştı. Haydutların yalanları peşpeşe ortaya serilip, düzmece raporlar açığa çıkınca, dünya bu gerçeği öğrendi. Bush’la savaş çetesinin saldırıyı başlatmak için sahte gerekçelere ihtiyaç duymaları, onların baştan beri Irak’ta sözü edilen “kitle imha silahları”nın bulunmadığı bilgisine sahip olduklarını gösteriyor. Bunun sonucunda savaş çetesi büyük oranda teşhir oldu Haydutların iddiaları Batı’da artık “kitle imha yalanları” olarak anılıyor.

Birleşmiş Milletler ve emperyalist dünya düzeninin ikiyüzlülüğü Irak’la sınırlı değil. Ortadoğu’da ciddi oranda kitle imha silahı var. Dahası bu silahlar tüm bölgeyi yokedecek oranın da ötesindedir. Ancak bu tehdidin adresi Bağdat değil Tel Aviv’dir. Bu silahların düğmesi şu an Şaron gibi bir kasabın eli altında bulunuyor. Buna rağmen ne “uygar dünya”nın, ne de onun izinde giden her renkten soysuzun buna bir itirazı yoktur. Tam tersine, İsrail “demokratik” bir devlet olarak lanse edilip diğer ülkelere örnek gösterilmektedir.

“Teröre karşı savaş” iddiasının çöküşü!

ABD’nin başlattığı yeni savaş baştan beri “teröre karşı mücadele” şeklinde lanse edildi. Bin Ladin, Taliban, Saddam Hüseyin gibi dünün Amerikan uşaklarının “terörist oldukları” bir anda keşfedildi.

Haydutların buna şiddetle ihtiyaçları vardı. Çünkü emperyalist barbarlığa kitlelerden destek bulabilmek için ortada “ciddi” bir nedenin bulunması gerekiyordu. “Terör” umacısı bunun için biçilmiş kaftandı. Ancak bu saldırganlığın altında yatan nedenlerin “terörle mücadele” değil, Afrika’dan Asya’ya kadar bölgedeki zenginliklerin (esas olarak petrol ve doğalgaz) yağmalanması ve halkların köleleştirilmesi olduğu da, dünya halkları nezdinde kısa sürede açığa çıktı. “Büyük Ortadoğu Projesi” ile bu kirli hesaplar daha da somutluk kazandı.

İşgal güç kaybediyor

Savaş çetesine uşaklık eden Aznar yönetiminin devrilmesi ve başbakanlığa hazırlanan Zapateros’un İspanya’nın Irak’taki askerleri geri çekmeyi planladığını açıklamasının ardından, Güney Kore’de güvenlik kaygılarını gerekçe göstererek Irak’a asker göndermekten şimdilik vazgeçtiklerini açıkladı.

Güney Kore’nin Irak’a göndermeyi düşündüğü 3 binin üzerinde asker, bu ülkeyi Amerika ve İngiltere’den sonra Irak’taki koalisyona en çok katkıda bulunan üçüncü devlet konumuna getirecekti.

ABD ve İngiltere’ye Irak’ın işgali sırasında büyük destek veren ülkelerden Polonya’nın Cumhurbaşkanı ise isim vermeden Washington ve Londra’yı eleştirdi. Kitle imha silahları konusunda yanlış yönlendirildiklerini söyleyen Cumhurbaşkanı, daha önce de Irak’taki askerlerin planlanandan daha önce çekilebileceğini belirtmişti.

Zafer direnen halkların olacak!

Emperyalist orduların tüm barbarlığına karşın mücadeleyi sürdüren Iraklı direnişçiler, işgalcilere isabetli darbeler indirmeye devam ediyor. Son günlerde çok sayıda işbirlikçi “Irak polisi”nin yanı sıra, işgal güçlerine mensup askerler de direnişçilerin hedefi oldu. Bu saldırılarda polis ve asker ölürken, ABD ordusuna ait bir helikopter daha direnişçiler tarafından düşürüldü. İşgal güçleriyle işbirliği yapan şirket temsilcileri ile işgalin hizmetinde çalışan “sivil” Amerikalılar da direnişin darbelerinden nasiplerini aldılar. İşgalciler tarafından yeniden kurulmaya çalışılan Irak ordusu ve polisi ise şimdiden direnişçilerin hedefi durumundalar. Haydut takımı, Saddam’ın yakalanmasıyla direnişin zayıflayacağını iddia etmişti. Fakat geçen sürede tam tersi oldu ve direniş güçlendi.

Emperyalist orduların halkları birbirine düşürme girişimleri -bazı ufak olaylara dışında- şimdiye kadar başarıya ulaşamamıştır. Irak’taki savaşın başlamasının birinci yıldönümünde aralarındaki görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakan binlerce Şii ve Sünni, işgale karşı ortak protesto eylemleri düzenlediler.

Başkent Bağdat’ta Cuma namazı çıkışında “Amerika’ya hayır, Saddam’a hayır, İslam’a evet!” diye sloganlar atan binlerce kişilik grup, Sünni protestocularla birleşti. Kalabalık kitle “Ülkemizi yabancılara satmayacağız!” şeklinde slogan attı. Gösteri sırasında konuşan din adamları ise Şiiler ve Sünniler arasında ayrılık çıkarılmasının hedeflendiğini belirterek, kitleye, “Sizin birleşmeniz, işgalcileri zayıflatıyor” diye seslendiler.

Modern silahlarla donanmış işgalci cellatları püskürtmek çetin bir direnişi zorunlu kılıyor. Bir Iraklı bu durumu şu sözlerle dile getiriyor, “Iraklılar savaşla sertleşmiş insanlardır; Amerikan imparatorluğunu bozguna uğratacaklardır. Ama bu arada yüzbinlerce masum insan ölecek...” Dayanışmanın önemine vurgu yapan bir başka Iraklı ise, “Irak halkının zaferi; dünya çapındaki savaş/küreselleşme/emperyalizm karşıtı hareketin Irak direnişine destek vermesiyle mümkün olabilir” diyor. Emperyalist haydutların Irak’ta yenilgiye uğratılması dünya halklarının önünde yeni ufuklar açacaktır. Irak direnişine destek vermek her onurlu halkın görevidir.



Arap medyasından haydut bakana tepki

Irak savaşının birinci yıldönümü için Bağdat’a giden ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın basın toplantısında, Arap gazeteciler, Bağdat’ta El Arabiye televizyonunun Iraklı kameramanı ve muhabirinin öldürülmesini protesto amacıyla salonu terkettiler.

Irak’ın başkenti Bağdat’ta Paul Bremer’le birlikte basın toplantısı düzenleyen Powell, beklemediği bir tepkiyle karşılaştı. Powell salona girer girmez Arap bir gazeteci Dubai’den yayın yapan El Arabiye televizyonu için çalışan 2 gazetecinin öldürülmesini protesto eden bir bildiri okudu. Daha sonra 20’den fazla Arap gazeteci ayağa kalkarak salonu terketti.

Powell, Irak’ta gazeteci, koalisyon askeri, diplomat ve Irak vatandaşlarının hayatını kaybetmesinden üzüntü duyduğunu iddia etti. Oysa El Arabiye muhabiri ve kameramanı o gün sabah erken saatlerinde ABD askerlerinin açtığı ateş sonucunda katledilmişti. İşgal güçleri sadece 24 saat içinde Irak’ta 5 gazeteciyi öldürdü.



Aristide ve Regis Debray

Haiti yakın tarihinde yaşadığı 33. darbe ile yeniden işgalcilerin açık denetimine girmiş bulunuyor. ABD ve Fransa’nın önerisiyle BM diplomatı Gerard Latortue resmen ülkeye başkan olarak atandı. Yeni başkan “ulusal birlik” çağrısı yaptı ve huzurun sağlanması için silahlı birliklerin hükümetin denetimine girerek silahlarını bırakmasını talep etti. Florida’da başkanlığı kabul eden diplomatın ilk icraatı, çapulcuların askeri yetkilileriyle görüşerek destek almak oldu.

Demokratik seçim vaadinde bulunan yeni başkanın işi pek kolay olmayacak. Nitekim demokratik muhalefet Aristide’nin düşürülmesine neden olan askeri güruhun yönetimde etkili olması nedeniyle tam bir düşkırıklığı içinde. Ülke tamamen silahlı grup ve çetelerin elinde. Ayrıca ABD uşağı askeri gruplar General Herard Abrahan’ın devlet başkanı olmasını istiyorlar.

Jamaika’ya giden Aristide ve ailesi, ABD ve Fransa’yı uluslararası mahkemeye vereceğini duyurdu. Aristide’nin ABD’li avukatı Brian Concannon müvekkiliyle yaptığı görüşmeden sonra birçok şeyin netleştiğini söyleyerek, 29 Şubat günü Aristide’nin zorla bir uçağa bindirildiğini, nereye gideceğinin gizlendiğini açıkladı. Geçen Çarşamba günü Paris’te bir basın açıklaması yapan avukat, Fransa’nın Haiti’deki büyükelçisi Thierry Burkard’ı mahkemeye verirken, esas suçlamayı Regis Debray’a yöneltti.

Bilindiği gibi Debray fokocu teorinin babasıdır. Küba devrimi deneyimlerinden kalkarak bir silahlı gerilla eylemi teorisi geliştiren Debray, devrimde parti ve programın belirleyici rolünü reddederek, silahlı küçük grupların rolünü mutlaklaştırıyor, devrimci kitle hareketini yadsıyordu. Yani devrim silahlı bir gerilla grubunun eseri olacaktı. Kitleler ise bu küçük grubun askeri kararlılığına hayranlık duyarak destek verecek ve devrime katılacaklardı. Bu küçük-burjuva dünya görüşünün nasıl bir teslimiyete vardığının en somut örneği Debray’dır. ‘60’lı-‘70’li yıllarda küçük-burjuva fokocu grupların teorisyeni konumunda olan Regis Debray bugün Fransa Dışişleri’nin denetiminde bir “sivil misyon temsilcisi” olarak görev yapıyor. Aristide’nin avukatının yaptığı açıklamaya göre, Debray en son Aralk ayı içinde Haiti’ye giderek, Aristide’yi yönetimi bırakıp gitmesi için “ikna” etmeye çalışmış, tehditte bulunmuştur. Debray’ın yanı sıra Fransa Dışişleri Bakanı’nın kızkardeşi Veronique’i de mahkemeye vereceklerini belirten Aristide Fransız avukatı Gilbert Collord, bu ikilinin daha önce de iki kez Haiti’ye gittiklerini duyurdu.

Aristide’nin düşürülmesinin önceden hazırlanmış bir plan sonucunda gerçekleştiği bütün çıplaklığıyla günyüzüne çıkmış bulunuyor.



Chavez Bush’a kafa tutmaya devam ediyor

Haiti’de başkan Aristide’nin bir komployla iktidardan düşürülmesinin ardından ABD’ye açıktan sert bir tutum alan Hugo Chavez, Venezuella’nın Haiti olmayacağını belirterek, Aristide’nin Venezuella’da misafir olarak kalabileceğini resmen iletti.

Bush bu tutumu diplomatları aracılığıyla kınarken, Chavez’in yeni bir kararı daha duyuruldu. Küba’yı boğma tehdit ve şantajlarına karşı başından itibaren tavır alan Chavez, Küba’nın 778 milyon dolarlık petrol borcunu sildi. Bugünkü ekonomik koşullarda Küba için önemli bir destek olan bu karar, ABD yönetimini çileden çıkartacak nitelikte. Zira petrol borçlarını ödeyemediği gerekçesiyle Meksika yönetimi Küba’ya petrol satışını yarıya indirmişti. Her fırsatta Fidel Kastro’ya hayranlığını vurgulayan Hugo Chavez’in bu kararının ABD karşıtı güçlerde büyük sevinç yarattığı kesin. Bu dayanışmanın Küba için büyük bir anlamı var.



El Salvador: Oligarkların seçim zaferi

Yoğun bir seçim kampanyası sonucu Pazar günü yapılan seçimlerde devlet başkanlığına medya oligarkı Antonio Saca seçildi. Berlusconi ile aynı konumda olan Saca, seçim boyunca başta ABD olmak üzere bölgenin bütün gerici güçlerinin desteğini aldı.

Geleneksel oligarşinin partisi Arena’nın 39 yaşındaki adayı Saca, seçim boyunca eski gerilla komutanı ve Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri olan Şafik Handa’ya karşı anti-komünist histeri temelinde bir kampanya sürdürdü. Oyların %57.4’ünü alan Arena Partisi karşısında Ulusal Kurtuluş Cephesi Farabundu Marti (FMLN) ancak oyların %35.6’sını alabildi. 73 yaşındaki Şafik Handal oligark medya tarafından iç savaşla özdeşleştirilerek, seçimleri kazanması durumunda Fidel Kastro’ya benzeyeceği, kıtlığın başlayacağı ve El Salvador’a karşı yeni bir amborgonun gündeme gelebileceği propagandası yürütüldü. Bu propagandanın etkili olmasında, FMLN’nin emekçi kitlelere yönelik somut bir programının olmaması, onun yerine Şafik Handal’ın popülaritesini öne çıkararak etkili olmaya çalışması da rol oynadı.

Yeni başkan ABD ile serbest ticaret anlaşmasını imzalayarak ülkenin ekonomik durumunu düzelteceğini umuyor. Fakat tüm göstergeler yeni sosyal çatışmalara işaret ediyor. Zira iç savaşa neden oluşturan hiçbir temel sorun çözülmemiş, tersine derinleşmiştir.