12 Temmuz'03
Sayı: 27 (117)


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşaklığı sindirenlerin uşak muamelesinden yakınma hakkı olamaz!
  İŞKUR yasası Meclis'ten geçti...
  "Stratejik uşağın" kırılan "onur"u!
  Sağlık emekçilerinin işgüvencesi ortadan kaldırılıyor...
  "Reform" adı altında sağlık hizmetleri özelleştiriliyor
  Herkese parasız, yaygın ve eşit sağlık hizmeti!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  Birleşik Metal-İş Sendikası 1 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı...
  DİSK Tekstil 1 No'lu Şube Genel Kurulu yapıldı
  KESK'in evrimi: Fiili- meşru mücadeleden yasaların ardına/2
  Ekim Gençliği'nden...
  Geleceğimiz için elele mücadeleye!
  Emperyalist tehditler yeniden İran üzerinde yoğunlaştı
  "Yol haritası" ve son gelişmeler
  Emperyalist işgalciler Irak direnişi karşısında çözüm ve çıkış bulamıyor
  Uzanları bitirmek için İmar Bankası'na el konuldu...
  Faşist rejim zindan cephesinde tecridi ağırlaştırıyor ve yeni saldırılara hazırlanıyor
  Direnişteki Ağartıoğlu deri işçileri kardeşlerimize...
  Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi'nin 1. kuruluş yılı etkinliğin yüzlerce emekçinin katılımıyla gerçekleşti...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sağlık Bakanlığı-SSK tesislerinin ortak kullanımı sağlığın özelleştirilmesi yolunda atılan bir adımdır...

Herkese parasız, yaygın ve
eşit sağlık hizmeti!

Hükümet tarafından büyük bir “reform”muş gibi lanse edilen “Sağlık Bakanlığı-SSK Tesislerinin Ortak Kullanım Protokolü” sosyal kurumların tasfiyesi, özel sağlık sigortasına geçilmesi ve sağlığın özelleştirilmesi yolunda atılan adımlardan sadece biri. Bu çerçevede devlet memurları, emekli, dul ve yetimleri ile bakmakta yükümlü oldukları aile fertlerinin, özel sağlık kurumları ve kuruluşlarında da tedavi edilmelerine olanak sağlayan yasa teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı.

Protokole göre SSK’lılar, Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurumlardan yararlanabilecek; Emekli Sandığı, Bağ-Kur mensupları ile devlet memurları ve yeşil kartlılar SSK sağlık tesislerini ve özel sağlık kuruluşlarını da kullanabilecekler.

Kamu sağlık kurumlarında yaşanan sorunlar

SSK hastaneleri önünde uzayıp giden kuyruklar, aylar sonrasına verilen randevular, sağlık hizmetinin yetersizliği, personel azlığı vb. sorunlar devletin bilinçli bir tarzda uygulayageldiği politikalar arasında. Devlet hastanelerinde yaşanan tablo da bundan çok farklı değil. Yatırımları dondurulmuş, personel alımları durdurulmuş hastaneler bakanlıktan ödenek ayrılmadığı için çeşitli yöntemlerle hastadan para alarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bunlardan biri de “döner sermaye” uygulaması. Ödenek ayrılmayan hastaneler döner sermaye ile hastalardan para almaya zorlanıyor. Sağlık ocaklarında yaşanan sorunlar da çok farklı değil. Sadece İstanbul’da bir sağlık ocağına düşen hasta sayısı 60 bin civarında.

Devlet sağlık hizmetini gerçekten “iyileştirmek” istiyor mu?

“Hastane önlerinde kuyruklar bitecek”, “hasta istediği hekimi kendi seçecek”, “özel hastanalerde tedavi imkanı” vb. binbir yalanla özendirici ifadeler kullanan hükümet bu söylediklerinin pratik uygulamasını nasıl hayata geçirecek? Can alıcı konu da bu zaten. Bir kere şuna bakmak gerekiyor; devlet gerçekten sağlık hizmetini yaygın, parasız ve eşit şekilde “iyileştirmek” istiyor mu? Bugüne kadar yapılan uygulamalara bakıldığında bunun böyle olmadığı anlaşılır. Eğer devlet gerçekten bir iyileştirme istiyor olsaydı, sağlığa ve kamu sağlık kurumlarına bütçeden hatırı sayılır bir pay ayırır, personel sıkıntısını çözmek için kadro açardı. Özel sağlık işletmelerini desteklemez, aksine özele ayrılan payı kamu kurumlarına aktarırdı. Ancak veriler bunun böyle olmadığını gösteriyor. 1999 ylında 10.618 kapasiteli özel hastane sayısı 220 iken 2002 yılına gelindiğinde bu rakam 11.835 yatak kapasiteli 237 özel hastaneye çıkmıştır

Amaç özel sağlık kuruluşlarına imkan yaratmak

Yukarıdaki verilerden de anlaşılacağı gibi, ülkede kurum sayıları hızla artan ve devlet tarafından desteklenen bir özel sağlık sektörü var. Bu sektörün hizmet sunumuna katkısı ise 2001 yılı itibarıyla şöyle:

Sağlık Bakanlığı’na bağlı kuruluşlarda 64.738.000, SSK’ya bağlı kuruluşlarda 41.683.636, özel kuruluşlarda ise 3.917.791 hasta muayene edilmiştir. Özel sağlık kuruluşlarına bir yılda 473.283 hasta yatmıştır ki, bu sayı Sağlık Bakanlığı hastanelerinde 2.763.180.

Rakamların da gösterdiği gibi, ne kadar devlet tarafından desteklense de özel sağlık kuruluşları bir “kriz” içindedir. Bu krizin aşılmasının temel yolu ise devletin sağlık hizmetinden elini çekmesi, özel sağlık kuruluşlarına devretmesidir. Bu protokolün amaçlarından bir tanesi de budur.

Protokolün pratikte uygulanması nasıl olacak?

Protokolün Usul ve Esaslar bölümündeki 4. maddenin a şıkkı “Hastalar; birinci basamak tanı ve tedavi için resmi kurum tabiplikleri, sağlık ocağı, sağlık merkezi, verem savaş dispanseri, ana çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezi, SSK sağlık istasyonu-dispanseri yanında özel polikliniklere kurumlarından alacakları hasta muayene istek belgesi (sevk evrakı) ile başvurabilirler” diyor. Pratikte bu nasıl olacak? Hastalar önce kurumlarına başvuracak ve oradan aldıkları sevk kağıdı ile bir polikliniğe başvuracaklar. Bu uygulamada eskiye oranla değişen hiçbir şey yok. Tabii özel kurumların da seçenekler arasına sokulması dışında.

Aynı bölümdeki g şıkkında ise “Özel polikliniklerden resmi veya özel sağlık kurumlarına yapılacak sevklerde, hastanın talep ve ihtiyacı ile hastane ve hekim seçme özgürlüğü dikkate alınarak hastane ve hekim adı belirtilmeksizin ilgili uzmanlık dalına sevk yapılır” deniliyor. Bu maddenin iki ayağı var. Birinci ayağı personel rejimi yasası ve performansa bağlı ücret uygulaması adı verilen saldırılarla bağlantılı. İş güvencesi ortadan kaldırılan ve sözleşmeli personel olarak geçici sözleşmelerle işe alınan kamu emekçilerinin performansının ölçülmesi için kıstaslardan biri de “müşteri”nin memnuniyeti ile bağlantılı. Tıpkı öğrencinin öğretmenine not vermesi gibi. En çok talep edilen hekim, performansı en yüksek hekim anlamına gelecek ve ücreti de buna göre artacak veya azalacaktır.

İkincisi, kulağa hoş gelen “hekimini özgürce seçme” ifadesi hastaların çok da bilgi sahibi olmadıkları, kulaktan dolma duyumlarla yönlendirilebilecekleri ve tartışmaya açık bir konu. Bu uygulamada kıstası kim belirleyecek? “İyi hekim”lerin olduğu kurum ve kuruluşlarda yaşanan yığılmalar nasıl önlenebilecek? vb. Bu da özel sağlık kuruluşlarının, daha doğrusu ticarethanelerin, işine yarayacak bir uygulama olarak karşımıza çıkacak. Ana mantığı kâr üzerine kurulu olan her kurum gibi özel sağlık kuruluşları da medya aracılığıyla “iyi hekim” söylenti ve yalanlarıyla kendilerine piyasa oluşturmaya çalışacaktır. Aslında sorun “iyi ya da kötü” hekim yerine altyapı eksikliği, mali, teknik vb. kısıtlamalar nedeniyle hizmetini özgürce veremeyen sağlık çalışanlarının bu sorunlarının çözülmesyle en aza indirilebilir.

Protokol ile ilgili çarpıklıklar daha da uzatılabilir. Mesela n maddesinde “belgelendirilmesi kaydıyla acil hallerde hastalar özel poliklinik ve sağlık kurumu tarafından kabul edilip, teşhis ve tedavileri yapılabilir” denilmektedir. Oysa bugüne kadar özel sağlık kuruluşları %5 oranında acil hastaya tamamen ücretsiz bakmakla yükümlü idiler. Maddeye göre nasıl belgelendirileceği muğlak olan “acil hallerde” hastalar, özel sağlık kuruluşlarında ancak ücretle tedavi olabileceklerdir.

Tabii bir de “fiyatlandırma” ve “ödeme şekli” gibi oldukça önemli ve hassas bir konu var. Faturalar tanı ve teşhise dayalı fiyat (paket tedavi) belirlenmişse, bunun üzerinden hazırlanacaktır. SSK ve Sağlık Bakanlığı yıllardır özel sağlık kuruluşlarından bu yöntemle hizmet satın almaktadır. Bu süreçlerin olumsuzluklarından biri de paket tedavi uygulamasıdır. Paket tedavi uygulamaları özellikle tıbbi malzeme vs. denetimi olmaması gibi nedenlerle geri ödemede kuruluşlarına daha yüksek bir maliyete de malolabilmektedir. Devlet bu uygulamayla iddia ettiği gibi “yolsuzlukları” bitirmek yerine teşvik etmektedir.

TTB’nin konuya ilişkin yaptığı bir çalışmada sonuç olarak şunlar söylenmektedir:

“Başlangıçta onlar açısından olumlu gibi gözükse de, hastalarımız bir süre sonra mağdur olacak, kendilerinin denetleyemeyeceği bir sistem içinde eziyet çekecek, cepten ödemeleri de artacaktır. Ayrıca toplum için çok gerekli kamu sağlık sistemi bir kez daha ağır darbe alacaktır.

Hekimler: Özelde çalışan hekimlerin yararlanacağı varsayılsa da emeği ile geçinen hekimler halen bu kurumlarda emeklerinin karşılığını alamayıp mağdur olmaktadırlar ve bu durum daha da ağırlaşarak devam edecektir.

Geri ödeme kuruluşları: ‘Sürümden kazanma’ mantığının hakim olacağı sistemde, sağlık hizmeti bu kurumlara daha pahalıya malolacaktır.

Kamu Birinci Basamak Kuruluşları: Başta sağlık ocakları olmak üzere mağdur olacaklardır. Sağlık hizmetinde kullanılması tehlikeli bir kelime olan ‘rekabet’, bu kurumların aleyhinedir. Azaltılan finans kaynaklarıyla faaliyet alanları da daraltılacaktır.

Özel sağlık kuruluşları: Kazanan olmayı ummaktadırlar.”

Bütçeden sağlığa daha çok pay, herkese parasız sağlık hizmeti!

Sağlıkta yaşanan sorunlar ne sağlık emekçilerinin yetersizliğinden ne de beceriksizliğinden kaynaklanmaktadır. Sorunun asıl muhatabı ve kaynağı olan devlet, sağlığa bütçe ayırmayarak, kadro alımı yapmayarak, kamu kurumlarını maddi ve teknik imkansızlıklar içinde bırakarak, sosyal kurumların altını boşaltarak sağlık sektörünü bir sorunlar yumağı haline getirmektedir. Protokol uygulanmaya başlandığında pratikte yaşananlar hiç de yansıtmaya çalıştıkları gibi sorunları azaltmayacak aksine artıracaktır. SSK hastanelerinde yaşanan yığılmalar devlet hastanelerine kayacak, bu hastahaneler uzun kuyruklar ve altyapı yetersizlikleriyle boğuşmak zorunda kalacaklardır.

Devletin sağlık hizmetini herkese eşit, parasız ve yaygın bir şekilde karşılaması için “Herkese parasız sağlık hizmeti!” talebi yükseltilmelidir. Her yıl olduğu gibi 2003 bütçesi de faiz ve borç ödeme bütçesi şeklinde belirlenmiştir. 1992’de kamu çalışanlarına bütçeden ayrılan pay %41.7 iken bu oran 2002 yılında %20’ye düşmüştür. Bütçenin %45’inin faize gidiyor olması eğitim, sağlık gibi temel kamu harcamalarının aşağı çekilmesi demektir. Faiz dışındaki kamu harcamalarının önemli bir kısmını yine askeri harcamalar oluşturmaktadır. Eğitim ve sağlık harcamalarının toplamı Milli Savunma, Emniyet ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın harcamalarının toplamına dahi ulaşamamaktadır. Personel harcamaları hariç milli savunmaya ve emniyete ayrılan pay %80’i bulmaktadır. Kamu çalışanı açığının enyüksek düzeyde bulunduğu eğitim ve sağlık sektöründe personel giderleri hariç yapılan harcamalar ise oldukça düşüktür. İki bakanlığın diğer harcamalar kalemi %6’yı bile bulmamaktadır. Türkiye’de sağlık harcamalarına ayrılan pay, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında çok düşük bir düzeydedir. Türkiye’deki oran Yunanistan’da sağlığa ayrıan payın üçtebiri bile değildir.

Haklar kağıt üzerinde kalan talepler listesiyle değil, kararlı ve militan bir mücadele ile kazanılır. Bütçeden sağlığa ayrılan payın artırılması ve “Herkese parasız sağlık hizmeti!” talebi için yükseltilecek mücadele emekçilerin diğer bileşenlerinin talepleri ile birleştirilemediği ve ortak mücadele yürütülemediği sürece, işsizliğe, yokluğa, açlığa ve ölüme mahkum edilen yine işçi sınıfı ve emekçiler olacaktır.