Emperyalist saldırılara karşı
sınıf mücadelesini yükseltelim!
Amerikan emperyalizminin Ortadoğu ve Irak işgali katliamlarla, kültür ve doğa zenginliklerinin yağmalanmasıyla sürüyor. Irak halkı bu kirli, sömürgeci savaşın bedelini kanıyla, açlığıyla ödüyor. Onlar hemen her gün yeni bir bombanın başlarına düşüp, düşmeyeceğini bilmeden yaşıyorlar. Yani her anlamda en ağır faturayı ödüyorlar.
Faturayı hepimiz ödüyoruz!
Peki ama faturayı sadece onlar mı ödüyor? Emperyalistlerin değişik faturalarını biz emekçiler olarak hiç ödemiyor muyuz? Onların kirli savaşlarının finansmanı bizlerin sırtından çıkmıyor mu? Onların krizlerinin faturasını kim ödüyor? Elbette işçi-emekçiler olarak biz ödüyoruz. Katilleri besleyen, onlara mermi, silah alan paralar emeğimizin yağmalanmasından elde ediliyor. Pazar kapma rekabetlerinin bir sonucu olan bu krizlerin faturasını işsiz kalarak ödüyoruz. Daha fazla kâr etmeleri için saatlerce dinlenmeden, canımızdan, sağlığımızdan olarak çalışıyoruz. Irak halkı da, biz işçiler de emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin hakimiyeti, sömürüsü altında bulunuyoruz. Onların bölgede tek sömürgeci güç olmak için yürüttükleri savaşın faturasını ödüyoruz. Ha çalışarak, ha savaşta ¨lerek... Hiçbir farkı yok. Tıpkı Iraktaki ve buradaki düşmanımızın farkı olmadığı gibi.
Bugünün dünyasını şöyle bir benzetmeye konu etmek sanıyoruz pek de yanlış olmaz. Emperyalizmi bir şirket ya da banka olarak düşünün. Neye ihtiyaç duyacaktır, sermayesini artırmak için yaygınlaşmaya, yani şubeleşmeye. İşte tıpkı ülkemiz gibi bağımlı ülkeler de onun şubesi oluveriyor. Dünyaya hakim olan ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal vb. politikaları kimler belirliyor? Emperyalistler. Dünya Bankası, İMF belası, NATO çetesi kimin kurumları? Emperyalizmin. Peki ülkeler bunlara boyun eğmiyor mu? Eğiyor. Yani emperyalistlerin her dediği oluyor.
İşbirlikçi sermaye iktidarı tuttuğunu satıyor
Kendi ülkemize bakalım. Sermaye devleti savaşı destekledi mi? Destekledi. İMF-DB politikalarını uyguladı mı? Hem de onların dahi beklemediği bir kararlılıkla uyguladı. Efendiler ulusal zenginlikleri, KİTleri satın gitsin dediler, işbirlikçi uşaklar başüstüne deyip satmaya giriştiler.
Şimdi hakkını yememek lazım, emperyalizmin Türkiyedeki acentası, yani sermaye iktidarı iyi çalışıyor. Bir taraftan PETKİM, TELEKOM, TEKEL, ormanlık alanlar satılıyor. Bir taraftan da biz işçileri köleleştirecek bir dizi yasa çıkartıyorlar. Bir de bunların bizlerden oy isterken attıkları nutukları hatırlayın. Güya emperyalizme de, ona bağımlı olmaya da karşıdırlar. İşsize iş, aç olana aş vereceklerdi. Peki gerçekler böyle mi? Hayır! Laflarına değil, icraatlarına baktığımızda emperyalizme uşaklıkta ve emekçilere düşmanlıkta birbirleriyle yarıştıklarını görürüz.
Saldırıları, tabandan geliştireceğimiz
mücadeleyle durdurabiliriz!
Düşman tektir. İşçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen ulusların kurtuluş yolu da tektir. Bunca saldırıya, katliamlara, işsizliğe, açlığa karşı ancak ve ancak sınıf dayanışmasını örerek, tabandan geliştireceğimiz mücadeleyle karşı durabiliriz. Emeğimizi sömürerek kazandıkları paraları, ödediğimiz vergileri bize karşı silah olarak çevirenleri de, bizleri köle yapmaya çalışanları da silip atmanın başka yolu da yoktur zaten. Başka bir dünya mümkündür. İşçi ve emekçilerin sosyalist iktidarı olan bu dünyayı mücadelemizle kazanacağız. Bizler, tüm işçi kardeşlerimizi bu mücadelede yer almaya çağırıyoruz.
Kahrolsun emperyalizm ve işbirlikçileri!
Yaşasın sınıf dayanışması!
Kartaldan işçiler
(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu
Girişimi Bülteninin Haziran03 tarihli yeni sayısından alınmıştır...)
OSB-İMESteki sendikalı işçilere ve işyeri temsilcilerine çağrımdır!
Sendikalı işyerlerinin gittikçe azaldığı, işçi hareketinin ise buna oranla durgun olduğu bir dönemden geçiyoruz. Hareketsizlik, sorunlara müdahale etmemek içimize kadar sinmiş. Hele ki sendikalı işyerlerinde durum daha vahim. Dışarıdan bakıldığında bir kesim yüksek ücret alıyor gibi görünse de, bu imkanlar bile tek tek ellerinin altından kayıp gidiyor. Bu duruma seyirci kalabiliyoruz. Patronlar ise, sendikalı işçileri işten atarak, yerine daha düşük ücretle çalışan işçi alma derdindeler. Bunu da gerçekleştiriyorlar.
Sendika ağalarının defterinde
mücadele kavramı yok!
Peki sendikalı işyerlerindeki işçi arkadaşlar neden haklarına sahip çıkmıyorlar? Yanındaki işçi arkadaşının işten atılmasının ardından kurbanlık koyun gibi sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Sendikalara sorarsan, işveren tazminatları zaten veriyor, yapılacak bir şey yok. Sendikacılar defterlerinden çoktan silmişler mücadele, sınıf kavgası kelimelerini. İşçiler sendikalı ama örgütlü değiller. İlk dönemdeki örgütlülükleri dağılmış, onun yerine sendikaların ve patronların isteklerine boyun eğme başlamış.
Değişik fabrikalardaki işçi arkadaşları da, temsilci arkadaşları da dinliyorum, sorun hep aynı: İşçilerin ekonomik, sosyal hakları gaspediliyor. Sendikalar buna seyirci kalıyor deniliyor. Doğru, sendikacılar buna seyirci kalıyor. Onların işi bu, seyretmek. Ara sıra işçiler onları çok rahatsız ederse bir-iki basın açıklaması yapar, nutuk çeker, ölümüne kadar, namusum şerefim üzerine baş koydum bu yola derler. Oysa birkaç gün sonra bakarsınız ne namus kalmış ne şeref, yine eski tas eski hamam. Yani bürokratlaşmış sendikacılar sırtını sermaye iktidarına dayamışlar. Bazı sermaye partileriyle anlaşıp seçimlere bile giriyorlar.
Çevremizde duyarlı, sendikalı ya da sendikasız işçi arkadaşlar ne yapıyor? Gerçekten de çok fazla bir şey yaptıkları yok. İşçi arkadaşlar tamamıyla rehavet içinde. Oysa gerçekten yapacak çok işimiz var.
Sendikal çalışma, örgütlenme,
eğitim adına yapılan bir şey yok!
Ümraniyeden Kartala kadar yüzlerce fabrikada onbinlerce işçi arkadaş çalışıyor. Bu işyerlerinin içinde sendikalı ve sendikasız olanlar da var. En azından sendikalı olanların durumuna bakalım. Kaç tane fabrika temsilcisi bölgemizdeki sendikalı işyerlerine uğrayıp sorunları ortaklaştırdılar? Çalışma yaşamına ilişkin kaç toplantı ya da seminer yapıldı? Burada önemli olan inisiyatif koyabilmektir. Sendikacılar hangi birimizin çalıştığı fabrikada eğitim çalışması yapmıştır ki, kalkıp da değişik işkollarındaki işçileri biraraya getirsinler.
Hadi sendikacıların artık işçileri örgütlemek gibi bir dertleri yok. Bunu biliyoruz. Ve bunun üzerine birçok söz söyleyebiliyoruz. Peki bu durumu değiştirmeyi neden düşünmeyelim? Neden işçi sınıfının sorunları üzerine kafa yormayalım. Diyelim Genel-İşin temsilcisi Dudulluda Birleşik Metal-İşin örgütlü olduğu fabrikadaki temsilciyi ziyaret etmiş midir? Ya da böyle bir ziyareti aklından geçirmiş midir? Bağımsız bir çalışmanın içine girmişler midir? Biz işçiler ancak alanlarda ya da sendikaların genel kurullarında biraraya geliyoruz.
Öncülük vasfının hakkını verelim!
Kölelik yasasını meclisten geçirecekler. Acaba bir temsilci kalkıp bununla ilgili bir toplantı yapmış mıdır? Temsilci arkadaş şunu da diyebilir; sendikanın başkanı var, önce o gelsin. Ya sendikacı gelme tenezzülünü göstermiyorsa? Temsilcinin görevi aynı zamanda işyerindeki işçi arkadaşlarını biraraya getirmektir. Bugün örgütlenmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Herşey elimizin altından kayıp gittiğinde yarın çok geç olacak. Örgütlülük bilincini çalıştığımız fabrikalardaki işçi arkadaşlardan başlayarak, çevre fabrikalardaki örgütlü-örgütsüz işyerlerine doğru yaygınlaştıralım. Bunun karşılığını fazlasıyla aldığımızı göreceğiz.
İşçilerin içindeki önderler, bizzat işçi sınıfının içinde, sınıf mücadelesinde yoğrularak bu vasfı kazanırlar. Unutmayalım ki, işçiler güvendikleri önderleri sonuna kadar destekler. Yeter ki öncü işçiler görevini yerine getirsin, diğer arkadaşlara bu güveni verebilsinler.
OSB-İMESten devrimci bir tekstil işçisi
(Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu
Girişimi Bülteninin Haziran03 tarihli yeni sayısından alınmıştır...)
|