Görüldüğü kadarıyla Amerikanın terörle savaşı ters tepiyor. Amerikan-İsrail terörünün kol gezdiği topraklarda terörizm azalmıyor, tersine artıyor. 11 Eylül, Amerikalıların kendi sınırları içinde bile güvende olmadıklarını göstermişti. Afganistan ve Irak üzerinde estirilen emperyalist terör sonrasında artan intihar saldırıları ise, emperyalist terör güçlerinin bulundukları hiçbir coğrafyada elini-kolunu sallayarak dolaşamayacağını gösteriyor.
Riyadda, Kazablankada, İsrailde, son bir hafta içinde kendini patlatan militanların yolaçtığı ölümler, Amerikanın Irak saldırısında bir ay içinde verdiği zayiata ulaştı. Bu saldırılar aynı zamanda, Amerikanın Filistin halkına yol haritası adıyla dayattığı yeni emperyalist çözümün, bir kez daha çözümsüzlük planına dönüşeceğinin de işareti oldu. Sonuçta, Irakta elde ettiği kolay başarıya rağmen, ABDnin Ortadoğuya kendi emperyalist barışını dayatmaya muktedir olmadığı da daha şimdiden ortaya çıktı. Üstelik işgal altındaki Irakta yaşananlar, Irakta kolay başarı denilen şeyin de ne kadar/nereye kadar kolay olduğunu/olacağını göstermekte.
Emperyalistler intihar saldırılarını, üstlenen gruplar üzerinden İslami terör yaftasıyla tanımlamayı ve bu tanıma dayanarak Ortadoğu halkları üzerindeki terörlerini yoğunlaştırmayı sürdürüyor. Önce, El-Kaide bağlantısı gerekçesiyle Afganistanı, ardından yine El-Kaide gerekçesini ekleyerek Irakı işgal ettiler. Şimdi yine benzer sudan bahaneler uydurarak Suriye ve bir dizi ülkeyi tehdit etmekteler. Filistin zaten yıllardır Amerikan destekli bir siyonist işgal ve imha saldırısıyla karşı karşıya.
Filistine yönelik ilk işgal saldırıları, karşısında devrimci bir direniş hareketi bulmuştu. Bu, Amerikan emperyalizminin yeşil kuşak projesini ortaya attığı ve uygulamaya koyduğu döneme rastlıyor. Ortadoğuda ve İç Asyada bu proje kapsamında İslami terör örgütlerini kurup silahlandıran, palazlandıran, bölge halklarının başına bela eden tam da Amerikan emperyalizminin bu faaliyetleri oldu. Devrimci Filistin direnişi de bu kapsamda zaman içinde yozlaştırıldı. Ancak Filistine yönelik işgal ve imha saldırıları sürüp gittikçe, devrimci örgütlerden boşalan yeri, zamanında bizzat ABD ve İsrail tarafından örtülü biçimde desteklenen dinci örgütler doldurmaya başladı. Fakat dolgu malzemesi Filistin halkının direniş güçleri olduğu oranda, hedef de İsrail ve Amerikan güçleri olmak zorundaydı.
İşte, emperyalistlerin görmek ve göstermek istemediği gerçeklerin başında, şimdi terör olarak kendilerini vuran şiddeti, dün kendi elleriyle örgütlemiş olmaları geliyor. Fakat işin bu kısmını dünya-alem bildiğine göre, asıl, onu bugün nasıl besleyip büyüttükleri gerçeğidir gizlemeye çalıştıkları.
Emperyalizm, girdiği her yere rüzgar ekiyor. Ve ektiği topraklarda fırtına biçmesi hiç gecikmiyor. Şiddet şiddeti doğurur. Amerika hep tersini iddia etti. Ortadoğu halklarına yönelttiği terör saldırıları için, terörü kaynağında kurutma gerekçesini ortaya sürdü. İşte sonuç ortada; gerici-emperyalist terör hiç de o öcüleştirilen ve saldırı bahanesi olarak kullanılan terörü ortadan kaldırmıyor, tersine büyütüp yayıyor.
Burada terör kavramının temelden çarpıtılması ise sorunun bir başka yanıdır. Emperyalizme ve gericiliğe karşı halkların haklı ve meşru bir temele dayanan direniş hareketlerini terör olarak göstermeye çalışmak emperyalizmin en arsız ve aşağılık çabalarından biridir. Dünya ve Ortadoğu halklarının direnişi, hangi araç yada yöntemler kullanırsa kullansın, temelde tümüyle haklı ve meşru bir karaktere sahiptir. Egemen sınıfların halkları ve emekçi kitleleri yıldırıp sindirmeyi amaçlayan kuralsız ve kirli şiddet hareketidir gerçek terör. Filistin direnişi onyıllardır süren Siyonist işgali hedef alıyor. Siyonist İsrail ise tersinden bu haklı ve meşru direniş hareketini bastırıp sindirmeye çalışıyor. İşte gerçek terör bu nitelik, kapsam ve amaca yönelik olan gerici şiddetin kendisidir.
Amerikanın, Afganistan ve Irak saldırıları da aynı terör tanımına bire bir denk düşüyor. Amerikanın Irak saldırısıyla asıl hedefinin Irak halkından ziyade dünya halklarını korkutup sindirmek, Iraktan ziyade dünyada yeni bir düzen kurmak olduğu çok yazılıp söylendi. Ama, silahlı saldırılarla kitleleri yıldıran emperyalist bir devlet olunca, hareketin adı demokrasi ihracı oluyor. Ama eğer bir halk taşla, sopayla, kendi bedeniyle direnmeye kalkarsa terörist ilan ediliyor.
Yine de bugün Ortadoğuda emperyalist terörün besleyip büyüttüğü İslami terör, emperyalist saldırganlığa karşı direnişin en zayıf noktası kabul edilmeli. Hamastan İslami Cihata ve Hizbullaha kadar, dinci örgütlerin bölge halklarına direniş adına gösterebildikleri tek yol intihar saldırılarıdır. Bunun da emperyalist-siyonist saldırılara, işgal ve imha hareketlerine karşı ne kadar etkili olduğu ortadadır. Bu saldırıların, örneğin İsrail devleti üzerinde hiçbir caydırıcı etkisi bulunmadığı, işgal hareketinin giderek yayılmasında görülebilir. İntihar saldırıları sonucu kaç İsrail vatandaşının öldüğü devlet nezdinde hiçbir önem arzetmemektedir. Aynı etki ve etkisizlik Amerikan devleti için de geçerlidir. Hem o kadar geçerlidir ki, 11 Eylül için, organizasyonun CİAya ait oluplmadığı bile hala tartışılabilmektedir.
Dolayısıyla, Ortadoğuda emperyalizme karşı direniş, eninde sonunda kendi gerçek kanalını yeniden bulacaktır. İslami örgütler ve onların bireysel terör yöntemleri, halkların direniş birikimine yanıt vermeye yeterli değildir. Halkların direniş talebine yanıt verebilecek tek yöntem devrimci sınıf mücadelesi ve silahlı kitlesel direnişlerdir.
Bugün İslami terör bahanesiyle bölge halklarına kan kusturmaya çalışan emperyal teröristler, Ortadoğu bataklığının demek olduğunu asıl bölge halklarının devrimci direnişi başladığında tanıyacaklar.