17 Mayıs'03
Sayı: 19 (109)


  Kızıl Bayrak'tan
  Köleleştirme saldırısına karşı tüm sınıf güçleri harekete geçirilmelidir!
  Kölelik yasası daha da ağırlaştırılarak meclisten geçiyor!
  Saldırılara karşı yapılan eylemlerden...
  Saldırılara karşı yapılan eylemlerden...
  Saldırılara karşı eylemler yaygınlaşıyor!
  Sınıf hareketinin yükselme eğilimi ve sendikal ihanete karşı tutum
  15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor!
  Maliye Bakanı'ndan emek düşmanı inciler...
  ABD'nin Ortadoğu planları, Türkiye ve Kürtler...
  Müşteri değil, öğrenciyiz!
  Birleşik-militan mücadeleyi yükseltelim!
  ABD, BM Güvenlik Konseyi'ne yağma tasarısını sundu...
  Amerikan özgürlüğü = Açlık!..
  Filistin halkını toplama kamplarına götürecek yol "haritası"
  İsrail'in nükleer gücü...
  Fransa ve Avusturya'da büyük eylem, grev ve genel grev dalgası...
  Avusturya'da son elli yılın en büyük işçi grevi
  Savaş hakikaten bitti mi?
  Gençliğin ortak açıklaması: MGK uzantısı ADKF üniversiteden defol!
  Mezarlık tipi zindan: Yeraltı zindanı
  KADEK'in geleceği...
  Fikret Başkaya...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
KADEK’in geleceği...

Serhat Ararat

Kuşkusuz ihanetin geleceği yok. Teslimiyet ve tasfiyeciliğin geleceği olamaz, tarih hep böyle yazar.

“Öyleyse nedir bu başlık?” “Neden bilinenler tekrarlanıyor?”

Yanıta geleceğiz...

Yine ihanetin ödüllendirildiği görülmemiştir!

Hainin işi bittikten sonra bir kağıt mendil gibi buruşturularak çöp sepetine atılır! Tarih bunun sayısız örneğiyle doludur!

İhanet ve ihanetçinin düşmanı tarafından bile saygıyla karşılandığı görülmemiştir. Tersine hain hep aşağılanır, alçaltılır ve dipsiz derinliklere yuvarlatılır...

Elbette amacımız herkesin bildiği bu sıradan ve yalın gerçekleri tekrarlamak değil. Üzerinde esas olarak durmak istediğimiz nokta şudur: Irak’ın işgali ve bir tür yeniden sömürgeleştirilmesi süreci, İmralı Partisi KADEK’i ve geleceğini çok yakından ilgilendiriyor. Bu doğrultuda ABD ve TC cephesinde basına yansıtılan hazırlıklar var ve bunlar önümüzdeki günlerde daha yoğunca tartışılacaktır... İşte bu konuyu tartışmak, değerlendirmek ve halkımızı konuyla ilgili “karınca kararınca” bilgilendirmek istiyoruz, bunu vazgeçilmez bir görev olarak görüyoruz.

Konuya geçmeden bir hatırlatma daha yapmakta yarar var. Bilindiği gibi, Güney Kürdistan’da konumlandırılan KADEK’li eski gerilla güçlerinin politik ve stratejik bir anlamı kalmamıştır. Çünkü silahlara nihai olarak veda edilmişti, silahlı mücadele teorik ve pratik olarak mahkum edilmiş, temel strateji olarak “yasal demokratik mücadele yöntemi” benimsenmişti. Ama bu “sihirli” yönteme bir türlü geçiş yapılamamıştı. Yapılamamıştı çünkü, tüm yalvarmalarına rağmen bir türlü “yasallaşamıyorlardı”. Kimse kendilerini kabul etmiyordu. Zaman zaman silahlara yeniden sarılacaklarını söylüyorlar, konuyla ilgili kararlar alıyorlardı. Ama bunların hiçbir anlamı yoktu, çünkü arkası boştu, herhangi bir teorik temele ve stratejik dayanağa dayanmıyordu. Bu gerçekliği gizlemek için hiçbir teorik e stratejik anlamı olmayan “meşru savunma” kavramı dillere pelesenk edildi ve işler bununla idare edilmeye çalışıldı.

Gerçeklikte ise dağa mahkum kalmak iki gerçekten kaynaklanıyordu. Bir: Tüm yalvarmalarına, af dilenciliklerine rağmen TC kendilerini kabul etmiyordu. İki: Salt Öcalan’ın yaşamı için böyle bir gücün tehdit unsuru olarak kullanılması gerekiyordu.

Dağa mahkum edilen eski gerilla ile kotarılan başka şeyler de var. Kısaca şöyle: Bunlardan birincisi, eski gerilla gücünün TC’nin Güney politikası ve saldırıları için bir bahane olarak kullanılmasıdır. Irak savaşı sürecinde bu bahane sık sık gündeme getirildi, bugün de bu tekrarlanıyor. Diğer önemli bir beklenti de Kürdistanlı yurtseverlerin, halkın eski gerillanın politik ve psikolojik baskısı ve etkisiyle denetim altında tutulmasıdır.

Ancak bu dağa mahkumiyetin görece ve geçici olduğu biliniyordu. ABD Irak’ı işgal etti. Irak’ı yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Güney Kürdistan’da kendi otoritesini kurmaya çalışacaktır. Bu noktada eski gerilla güçlerinin, KADEK’in varlığı önemli bir sorun olarak önlerinde duruyor. Niteliği ve varlık gerekçesi ne olursa olsun başka bir silahlı gücün varlığını kendi egemenlik anlayışıyla bağdaşır bulmuyor. Genel egemenlik ve iktidar teorisinin gereği olarak olguya böyle bakıyorlar. Bu nedenle KADEK’in Güney’deki varlığını sayılı günlerle değerlendiriyorlar. Bu konuda ABD temsilcilerinin yaptıkları açıklamalar var. Özet olarak şöyle: “Ya silahları bırakıp Irak’ın vatandaşı olursunuz, ya da çeker gidersiniz! Buradaki varlığınızı kabul edemeyiz!” Bir yandan bunlar basın açıklanırken, öte yandan da TC Genelkurmaylığı ile sıkı bir pazarlık içindedirler. Yine basına sızdırılan bilgilere göre ABD, KADEK’in silahsızlandırılması için TC’ye yeni yasal düzenlemeler (Pişmanlık yasası ve benzeri...) yapmasını dayatmaktadır. Zaten TC’nin de bu yönlü hazırlıkları var. “Kapsamlı bir Pişmanlık Yasası” üzerinde çalıştıklarını İçişleri Bakanı açıkladı. Bu konunun önümüzdki günlerde gündeme daha yoğun bir şekilde oturacağı kesin gibidir.

ABD, Güney’deki KADEK varlığını tasfiye etmeyi, TC’nin Güney’deki askeri etkinliklerini sonra erdirmek, TC’nin elindeki bahaneleri ortadan kaldırmak ve denetimini tam olarak kurumlaştırmak için de istiyor. Bu da gözardı edilmemesi gereken bir etkendir.

Özetle Irak ve Güney Kürdistan politikası gereği ABD emperyalizmi, KADEK’i öyle ya da böyle kesin tasfiye etme kararını almıştır. TC’yi de bu karara ve tasfiye planına katmak için yoğun bir çaba içinde görünmektedir. Bu, net ve kesin!

Bu noktada KADEK ve Öcalan’ın tavrı nedir?

Şimdi de kısaca bu sorunun yanıtı üzerinde durmaya çalışalım: Öcalan ve KADEK gelişmelerin farkındadırlar. Bugüne dek yapmaya çalıştıkları af dilemek ve sergilenen senaryoda bir pay kapmaktan öte bir şey değildir. Hiçbir iradeleri olmadığı için af dilenciliğinin ötesinde bir şey yapmaları da mümkün değildir. Dikkat edilirse peşpeşe bildirgeler yayınlamakta, gündemi “önerilerle” boğmaya çalışmakta, bunun için “demokratik serhildan” çağrılarını tekrarlamaktadırlar. Ama bunların zerre kadar politik bir etkisi ve değeri olmuyor. Bunun nedeni de çok açık ve basittir:

İradesi olmayanların, stratejik ve politik bir amacı olmayanların, politikalarını af ve düzene kabul edilme üzerine kuranların laflarına ve eylemlerine hiç kimse zerre kadar değer vermez!

Şu anda fiziki tasfiye hazırlıkları yapılmaktadır. Buna karşı ne yapılacak, nasıl durulacak?

”Pişmanlık Yasasını kabul etmeyiz” diyor bazı tefsirciler. “Üzerimize gelirlerse meşru savunma yaparız” diyorlar. “Meşru savunma” nedir? Bu, nasıl bir politik ve askeri stratejiye denk düşüyor? Diyelim ki üzerinize geldiler, direndiniz! Bunu sadece “onurunuzu” kurtarmak için mi yapacaksınız, arkası nasıl getirilecek, yoksa bu, belli bir politik askeri çizginin uygulanması mı olacak? Bu sorulara verilecek yanıtı olan var mı?

Öcalan’ın son görüşme notlarına bakın, orada yaptığı hizmet karşılığı “aldatılmış” bir itirafçının ruh halinden başka bir şey bulamazsınız! Binlerce insan fiziki imha ile karşı karşıya, bu tasfiye sürecinde üç yüzü aşkın gerilla yaşamından oldu, ama devlete hizmet etmekte kusur işlemediklerini tekrarlayıp duran pişkinlerin haline bakın! Ne yazık, halk da basireti bağlanmış bir biçimde bu felaketi seyredip duruyor, hatta kimi zaman tasfiyecilerin değirmenine su taşıyor.

Açık ki KADEK’in önünde iki seçenek var. Bir: İmralı çizgisini bütün boyutlarıyla mahkum etmek ve kendisini her açıdan yeniden yapılandırmak! Tek başına silahlı direniş bir anlam ifade etmez, tersine bu, başka bir felaketin hazırlayıcısı olur. Onun için çok kapsamlı bir muhasebe ve kendini aşma hareketinden söz ediyoruz. Ancak bu mümkün değildir, evet, kesin bir biçimde belirtiyoruz ki, KADEK’in teslimiyet ve tasfiyeciliğe karşı tavır alması, kendisini tepeden tırnağa yenileyerek aşması mümkün değildir. Bu şansları ve olanakları yok! Böyle bir tarihsel hesaplaşmayı ancak devrimci çizgide duran güçler yapabilir, ancak bu da gelinen aşamada tasfiyeciliği önlemede yetersiz kalacaktır. Öyle de olsa yeniden ayağa kalkmada bu tarihsel hesaplaşma bir zorunluluk olmaktadır!

İki: İmralı çizginin kaçınılmaz bir sonucu olarak fiziki imha da içinde olmak üzere tasfiyeciliğin “final” aşamasını oynamak! Bu, neredeyse “kaçınılmaz kaderleri” haline gelmiş bulunuyor.

Gerçekler bu kadar yalın ve çıplak. Bu noktada KADEK’in etkisinde olan yurtseverlerin, hala devrimcilik iddiasını taşıyanların artık uyanmaları gerekmiyor mu? “Ne yapabiliriz ki” kolaycılığından sıyrılıp gerçekleri cesaretle savunmaları ve gerçeklerin saflarında yerlerini almaları gerekmiyor mu?



Şakirpaşa İşçi Kültür Evi
futbol turnuvası düzenledi

Futbol bir yanıyla sermaye sınıfı için önemli bir rant alanıyken, bir yanıyla da sistemin işçi sınıfı ve emekçi kitleleri etkisiz hale getirmek, kendi asıl gündemlerine yabancılaştırmak, fanatizmi besleyerek birbirine düşürmek için kullandığı en önemli araçlardan birisi.

Futbol, kullanılabildiğinde işçi sınıfına kolektivizmi aşılayabilecek, bireysellikten uzaklaştırarak birlikte hareket etmeyi öğretebilecek bir takım oyunudur aynı zamanda. Sermayenin yoz, kâra dayanan futbol anlayışına karşı kolektivizme dayanan bir futbol anlayışını yerleştirmek, beraberinde semtimizdeki işçilerle ve işsiz gençlerle kaynaşmayı sağlayabilmek için bir futbol turnuvası düzenledik. 8 takımdan oluşan ve bir hafta sürecek olan turnuva sonunda kazanan takıma kitap hediye edilecek.

Sermayenin her alandaki kuşatmasını ancak kendi sınıf kültürümüzü kuşanıp kendi değerlerimizi geliştirerek kırabiliriz. Bunun bilinciyle hareket ederek sınıfın kültürünü her alanda varetmek için iş başına!

Şakirpaşa İşçi Kültür Evi çalışanı/Adana