Kuşkusuz ihanetin geleceği yok. Teslimiyet ve tasfiyeciliğin geleceği olamaz, tarih hep böyle yazar.
Öyleyse nedir bu başlık? Neden bilinenler tekrarlanıyor?
Yanıta geleceğiz...
Yine ihanetin ödüllendirildiği görülmemiştir!
Hainin işi bittikten sonra bir kağıt mendil gibi buruşturularak çöp sepetine atılır! Tarih bunun sayısız örneğiyle doludur!
İhanet ve ihanetçinin düşmanı tarafından bile saygıyla karşılandığı görülmemiştir. Tersine hain hep aşağılanır, alçaltılır ve dipsiz derinliklere yuvarlatılır...
Elbette amacımız herkesin bildiği bu sıradan ve yalın gerçekleri tekrarlamak değil. Üzerinde esas olarak durmak istediğimiz nokta şudur: Irakın işgali ve bir tür yeniden sömürgeleştirilmesi süreci, İmralı Partisi KADEKi ve geleceğini çok yakından ilgilendiriyor. Bu doğrultuda ABD ve TC cephesinde basına yansıtılan hazırlıklar var ve bunlar önümüzdeki günlerde daha yoğunca tartışılacaktır... İşte bu konuyu tartışmak, değerlendirmek ve halkımızı konuyla ilgili karınca kararınca bilgilendirmek istiyoruz, bunu vazgeçilmez bir görev olarak görüyoruz.
Konuya geçmeden bir hatırlatma daha yapmakta yarar var. Bilindiği gibi, Güney Kürdistanda konumlandırılan KADEKli eski gerilla güçlerinin politik ve stratejik bir anlamı kalmamıştır. Çünkü silahlara nihai olarak veda edilmişti, silahlı mücadele teorik ve pratik olarak mahkum edilmiş, temel strateji olarak yasal demokratik mücadele yöntemi benimsenmişti. Ama bu sihirli yönteme bir türlü geçiş yapılamamıştı. Yapılamamıştı çünkü, tüm yalvarmalarına rağmen bir türlü yasallaşamıyorlardı. Kimse kendilerini kabul etmiyordu. Zaman zaman silahlara yeniden sarılacaklarını söylüyorlar, konuyla ilgili kararlar alıyorlardı. Ama bunların hiçbir anlamı yoktu, çünkü arkası boştu, herhangi bir teorik temele ve stratejik dayanağa dayanmıyordu. Bu gerçekliği gizlemek için hiçbir teorik e stratejik anlamı olmayan meşru savunma kavramı dillere pelesenk edildi ve işler bununla idare edilmeye çalışıldı.
Gerçeklikte ise dağa mahkum kalmak iki gerçekten kaynaklanıyordu. Bir: Tüm yalvarmalarına, af dilenciliklerine rağmen TC kendilerini kabul etmiyordu. İki: Salt Öcalanın yaşamı için böyle bir gücün tehdit unsuru olarak kullanılması gerekiyordu.
Dağa mahkum edilen eski gerilla ile kotarılan başka şeyler de var. Kısaca şöyle: Bunlardan birincisi, eski gerilla gücünün TCnin Güney politikası ve saldırıları için bir bahane olarak kullanılmasıdır. Irak savaşı sürecinde bu bahane sık sık gündeme getirildi, bugün de bu tekrarlanıyor. Diğer önemli bir beklenti de Kürdistanlı yurtseverlerin, halkın eski gerillanın politik ve psikolojik baskısı ve etkisiyle denetim altında tutulmasıdır.
Ancak bu dağa mahkumiyetin görece ve geçici olduğu biliniyordu. ABD Irakı işgal etti. Irakı yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Bu bağlamda Güney Kürdistanda kendi otoritesini kurmaya çalışacaktır. Bu noktada eski gerilla güçlerinin, KADEKin varlığı önemli bir sorun olarak önlerinde duruyor. Niteliği ve varlık gerekçesi ne olursa olsun başka bir silahlı gücün varlığını kendi egemenlik anlayışıyla bağdaşır bulmuyor. Genel egemenlik ve iktidar teorisinin gereği olarak olguya böyle bakıyorlar. Bu nedenle KADEKin Güneydeki varlığını sayılı günlerle değerlendiriyorlar. Bu konuda ABD temsilcilerinin yaptıkları açıklamalar var. Özet olarak şöyle: Ya silahları bırakıp Irakın vatandaşı olursunuz, ya da çeker gidersiniz! Buradaki varlığınızı kabul edemeyiz! Bir yandan bunlar basın açıklanırken, öte yandan da TC Genelkurmaylığı ile sıkı bir pazarlık içindedirler. Yine basına sızdırılan bilgilere göre ABD, KADEKin silahsızlandırılması için TCye yeni yasal düzenlemeler (Pişmanlık yasası ve benzeri...) yapmasını dayatmaktadır. Zaten TCnin de bu yönlü hazırlıkları var. Kapsamlı bir Pişmanlık Yasası üzerinde çalıştıklarını İçişleri Bakanı açıkladı. Bu konunun önümüzdki günlerde gündeme daha yoğun bir şekilde oturacağı kesin gibidir.
ABD, Güneydeki KADEK varlığını tasfiye etmeyi, TCnin Güneydeki askeri etkinliklerini sonra erdirmek, TCnin elindeki bahaneleri ortadan kaldırmak ve denetimini tam olarak kurumlaştırmak için de istiyor. Bu da gözardı edilmemesi gereken bir etkendir.
Özetle Irak ve Güney Kürdistan politikası gereği ABD emperyalizmi, KADEKi öyle ya da böyle kesin tasfiye etme kararını almıştır. TCyi de bu karara ve tasfiye planına katmak için yoğun bir çaba içinde görünmektedir. Bu, net ve kesin!
Bu noktada KADEK ve Öcalanın tavrı nedir?
Şimdi de kısaca bu sorunun yanıtı üzerinde durmaya çalışalım: Öcalan ve KADEK gelişmelerin farkındadırlar. Bugüne dek yapmaya çalıştıkları af dilemek ve sergilenen senaryoda bir pay kapmaktan öte bir şey değildir. Hiçbir iradeleri olmadığı için af dilenciliğinin ötesinde bir şey yapmaları da mümkün değildir. Dikkat edilirse peşpeşe bildirgeler yayınlamakta, gündemi önerilerle boğmaya çalışmakta, bunun için demokratik serhildan çağrılarını tekrarlamaktadırlar. Ama bunların zerre kadar politik bir etkisi ve değeri olmuyor. Bunun nedeni de çok açık ve basittir:
İradesi olmayanların, stratejik ve politik bir amacı olmayanların, politikalarını af ve düzene kabul edilme üzerine kuranların laflarına ve eylemlerine hiç kimse zerre kadar değer vermez!
Şu anda fiziki tasfiye hazırlıkları yapılmaktadır. Buna karşı ne yapılacak, nasıl durulacak?
Pişmanlık Yasasını kabul etmeyiz diyor bazı tefsirciler. Üzerimize gelirlerse meşru savunma yaparız diyorlar. Meşru savunma nedir? Bu, nasıl bir politik ve askeri stratejiye denk düşüyor? Diyelim ki üzerinize geldiler, direndiniz! Bunu sadece onurunuzu kurtarmak için mi yapacaksınız, arkası nasıl getirilecek, yoksa bu, belli bir politik askeri çizginin uygulanması mı olacak? Bu sorulara verilecek yanıtı olan var mı?
Öcalanın son görüşme notlarına bakın, orada yaptığı hizmet karşılığı aldatılmış bir itirafçının ruh halinden başka bir şey bulamazsınız! Binlerce insan fiziki imha ile karşı karşıya, bu tasfiye sürecinde üç yüzü aşkın gerilla yaşamından oldu, ama devlete hizmet etmekte kusur işlemediklerini tekrarlayıp duran pişkinlerin haline bakın! Ne yazık, halk da basireti bağlanmış bir biçimde bu felaketi seyredip duruyor, hatta kimi zaman tasfiyecilerin değirmenine su taşıyor.
Açık ki KADEKin önünde iki seçenek var. Bir: İmralı çizgisini bütün boyutlarıyla mahkum etmek ve kendisini her açıdan yeniden yapılandırmak! Tek başına silahlı direniş bir anlam ifade etmez, tersine bu, başka bir felaketin hazırlayıcısı olur. Onun için çok kapsamlı bir muhasebe ve kendini aşma hareketinden söz ediyoruz. Ancak bu mümkün değildir, evet, kesin bir biçimde belirtiyoruz ki, KADEKin teslimiyet ve tasfiyeciliğe karşı tavır alması, kendisini tepeden tırnağa yenileyerek aşması mümkün değildir. Bu şansları ve olanakları yok! Böyle bir tarihsel hesaplaşmayı ancak devrimci çizgide duran güçler yapabilir, ancak bu da gelinen aşamada tasfiyeciliği önlemede yetersiz kalacaktır. Öyle de olsa yeniden ayağa kalkmada bu tarihsel hesaplaşma bir zorunluluk olmaktadır!
İki: İmralı çizginin kaçınılmaz bir sonucu olarak fiziki imha da içinde olmak üzere tasfiyeciliğin final aşamasını oynamak! Bu, neredeyse kaçınılmaz kaderleri haline gelmiş bulunuyor.
Gerçekler bu kadar yalın ve çıplak. Bu noktada KADEKin etkisinde olan yurtseverlerin, hala devrimcilik iddiasını taşıyanların artık uyanmaları gerekmiyor mu? Ne yapabiliriz ki kolaycılığından sıyrılıp gerçekleri cesaretle savunmaları ve gerçeklerin saflarında yerlerini almaları gerekmiyor mu?