Sınıf hareketinin yeniden yükselişe geçtiği günümüzde, 15-16 Haziran Direnişi bir kez daha önem kazanıyor. Aradan 33 yıl geçmesine rağmen, bu tarihi kalkışma belli yönleriyle hala aşılabilmiş değil.
15-16 Haziran derslerine yeni süreç için bir kez daha dönüp bakmadan önce, o günün sorunlarıyla bugünün sorunlarını karşılaştırmakta yarar var. Ama önce, 15-16 Haziran eylemlerinin amacına ulaştığını, DİSKin kapatılmasını önlediğini belirtmek gerekiyor. Bu da, 15-16 Haziran deneyiminden, amaca giden yol açısından yararlanmanın önemine işaret ediyor.
Eylemin başlamasından üç gün önce, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, yayınladığı basın bildirisiyle direniş gerekçesini şöyle açıklıyordu:
Sendikalar kanununu değiştiren yeni tasarı, ekspres sürati ile, Millet Meclisinde 3,5 saat görüşülüp kabul edildi.
AP, CHP ve GP oylarının birleştiği yeni tasarı işçilerin serbestçe sendika seçme özgürlüğünü yok etmektedir. Memleketimizde faşist sendikacılığı getirmenin temelleri atılmaktadır. Bundan sonra, Türk-İş dışında bulunan işçi sendikalarına hayat hakkı tanınmayacak, işçiler, üyesi olmadıkları halde, haraç şeklinde Türk-İşe aidat ödemek zorunda bırakılacaktır.
Türk-İşe tanınan sendika diktatörlüğü, çalışma hayatına baskı, terör ve ızdırap getirecektir.
(...)
Bu suretle amaç olan, devrimci sendikaları ve DİSKi bertaraf etmeyi kanunla sağlamayı düşünmektedirler; esas plan budur.
(...)
Bunun için de, kesin eylem biçimlerini tesbit etmek üzere, bugün saat 14.00de DİSK Genel Yönetim Kurulu olağanüstü; yarın saat 14.00te DİSKe bağlı sendika yönetim kurulları; Pazar günü ise, sendika yöneticileri ile işyeri temsilcileri saat 10.00da Merter Sitesindeki Lastik-İş binasında toplantıya davet edilmişlerdir.
Bu toplantılarda alınan kararlar, DİSK tarafından derhal uygulamaya sokulacaktır.
Yapılan toplantılarda oy birliği ile direniş kararı çıktığı ve uygulandığı biliniyor. Burada ilk üzerinde durmak istediğimiz, 15-16 Haziran direnişine yol açan saldırının, tıpkı bugün olduğu gibi bir yasal düzenleme ile hak gaspına gidilmesi olduğudur. Elbette arada önemli farklar var. O gün çıkarılan yasayla gaspedilmek istenen sendika seçme özgürlüğüydü (somutta DİSKin kapatılmasına denk düşüyordu). Bugünkü yasa ise sendikal örgütlülük hakkı başta olmak üzere, sınıfın tüm kazanılmış hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Bu da, 1970ten çok daha büyük ve kapsamlı bir saldırı ile karşı karşıya bulunduğumuz anlamına geliyor.
Hatırlanacağı gibi, sermayenin DİSKi tasfiye etme arzusu bu direnişle öylesine güçlü biçimde bastırılmıştır ki, ne arkasından ilan edilen sıkıyönetim ve ne de senesinde devreye sokulan askeri darbe bu basıncı ortadan kaldırıp DİSKi kapatmaya muktedir olabilmiştir. DİSK, ancak on yıl aradan sonra gerçekleştirilen ikinci askeri darbenin gücüyle kapatılabilmiş, Türk-İşe zorla üyelikler de namluların gölgesinde gündeme getirilebilmiştir. Onbinlerce işçi yıllar boyu, birincisi kayyuma devredilen DİSKe, ikincisi müracat etmedikleri halde üye gösterildikleri Türk-İşe olmak üzere iki aidat birden ödemek zorunda bırakılmışlardır.
Tekrar 15-16 Hazirana dönüp, hareketin bu güce nasıl ulaştığına bakarsak, ilk karşımıza çıkanın taban örgütlülükleri olduğunu görürüz. Direnişten bir yıl önce, 274, 275 sayılı yasalarda değişiklik yapılmak istendiği duyulmuş ve işçiler arasında böyle bir durumda ne yapmak gerektiği tartışılmaya başlanmıştır. Ortaya çıkan hakim düşünce direniş olunca, buna yönelik çalışma yürütmek üzere komiteler kurulmaya başlanmıştır. DİSKin karar alırken dayandığı ve güvendiği güç, işte bu örgütlü tabanın gücüdür. İşçiler bu örgütlü güç sayesinde DİSK üzerinde basınç oluşturarak direniş kararının çıkmasını sağlamışlar ve nihayet aynı güçle direnişe geçerek saldırıyı püskürtmüşlerdir.
DİSKin yasaya merkezi olarak muhalefet etmesi, taban inisiyatifini çiğnememesi ve bu doğrultuda direniş kararı alması önemli olmakla birlikte, esas güç ve güvence, tabanda oluşturulmuş bulunan bu örgütlenmelerdedir. Nitekim sendika yöneticileri, işçiler sokaklara taşıp üzerlerindeki basınç kalkınca ve askeri-mülki yetkililer tarafından kuşatılıp karşı basınca tabi kalınca, bu kez direnişi durdurmaya çalışmışlardır. Bu gelişmeler yeni kurulmuş DİSKte, başında devrimciliği ağzından düşürmeyen yöneticilerin bulunduğu koşullarda yaşanmıştır. DİSKin o günden bu güne geçirdiği aşamalar, geldiği nokta ve bugünkü yapısıyla Türk-İşle aynılaşması ise biliniyor.
Demek ki bugün çok daha fazla dikkatli olmak, mücadelenin güvencesini çok daha fazla tabanda, kendimizde aramak gerekiyor. Zaten sınıf hareketinin bugünkü gelişim seyrinde şu ya da bu konfederasyonun başı çekmesi durumu da yok.
Günün koşullarını 70lerle kıyasladığımızda, sermayenin saldırılarında belirgin bir artış, sınıf hareketinde belirgin bir gerilik gözlenmekle birlikte, bir başka açıdan bakıldığında, bu tablonun sınıf ve kitle hareketi cephesinden tam tersi bir görünüm oluşturduğu görülebilecektir.
Sermaye saldırılarının sadece Türkiyede değil, uluslararası boyutta sınırsızca arttığı bir gerçektir. Ne var ki, kitle hareketi de tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanamayacak bir yaygınlık ve kapsama ulaşmış durumdadır. Kapitalizm öldürür! şiarıyla başlayıp yükselen emperyalist küreselleşme karşıtı hareket giderek tüm dünyaya yayılmış, Irak saldırısıyla birlikte emperyalist savaş karşıtı harekete dönüşerek nerdeyse tüm dünyayı kapsamıştır. Türkiyedeki ayağı şu an fazla güçlü olmayabilir. Ancak bu enternasyonal hareketin gücü tüm coğrafyalardaki işçi-emekçi mücadelelerine güç vermekte, sermayenin sömürüsüne ve saldırılarına karşı baş kaldırma imkanlarını artırmaktadır.
Son olarak, Türkiye işçi sınıfının sahip olduğu bir avantajı da hatırlatalım. Yıllarca işçi sınıfı küçük-burjuva devrimci akımların onları sınıftan uzak tutan ideolojik önyargıları nedeniyle işçi sınıfı sosyal-reformistlere terkedilmiş, devrimci bir önderlikten yoksun kalmıştır. Bugün ise artık sınıfın kendi devrimci programı ve partisi mevcuttur. Bu avantaj temel önemdedir ve hakkı verilerek değerlendirilmelidir.
İZELMAN işçileri grev kararı aldı...