17 Mayıs'03
Sayı: 19 (109)


  Kızıl Bayrak'tan
  Köleleştirme saldırısına karşı tüm sınıf güçleri harekete geçirilmelidir!
  Kölelik yasası daha da ağırlaştırılarak meclisten geçiyor!
  Saldırılara karşı yapılan eylemlerden...
  Saldırılara karşı yapılan eylemlerden...
  Saldırılara karşı eylemler yaygınlaşıyor!
  Sınıf hareketinin yükselme eğilimi ve sendikal ihanete karşı tutum
  15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor!
  Maliye Bakanı'ndan emek düşmanı inciler...
  ABD'nin Ortadoğu planları, Türkiye ve Kürtler...
  Müşteri değil, öğrenciyiz!
  Birleşik-militan mücadeleyi yükseltelim!
  ABD, BM Güvenlik Konseyi'ne yağma tasarısını sundu...
  Amerikan özgürlüğü = Açlık!..
  Filistin halkını toplama kamplarına götürecek yol "haritası"
  İsrail'in nükleer gücü...
  Fransa ve Avusturya'da büyük eylem, grev ve genel grev dalgası...
  Avusturya'da son elli yılın en büyük işçi grevi
  Savaş hakikaten bitti mi?
  Gençliğin ortak açıklaması: MGK uzantısı ADKF üniversiteden defol!
  Mezarlık tipi zindan: Yeraltı zindanı
  KADEK'in geleceği...
  Fikret Başkaya...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Savaş hakikaten bitti mi?

Bush, Iraklı sivillerin Amerikan askerlerinin yüzlerine baktıklarında kuvvet ve iyiniyet görmesi gerektiğini söylüyor. Yanlış Bay Bush, Iraklıların gördüğü tek şey işgal.

Artık savaş bitti denilebilir mi? Eğer George Bush’un uçak gemisi Abraham Lincoln’de geçen Perşembe yaptığı konuşmaya bakarsanız, belki. Ama bir önceki gün Rumsfeld’in Bağdat’taki askerlere yaptığı konuşmayı ciddiye alırsanız, hayır.

RUMSFEL’DİN TERÖRİST GRUPLARI

Konuşması artık alıştığımız “efsane”lerle süslenmişti: Yok Iraklılar sürüler halinde onları “özgür”leştiren Amerikalılara koşuyorlarmış, yok modern zamanların en hızlı bitirilen savaşıymış gibi... Ama can alıcı nokta en sonda geldi, Amerika’nın halen ülkede bulunan tüm terörist grupların kökünü kazıması gerektiğini söyledi. Ne teröristi diye sormak lazım ve hatta bu terör gruplarının arkasında kim var diye de. Belki de bu terörist gruplar henüz oluşuma geçmediler. Ama Rumsfeld de biliyor ki, Irak’ta sivillerden oluşan karşı koyma gücü yükselişe geçiyor. İran’da eğitilmiş Bedir Tugayının da desteğiyle güçlenen Şii kamuoyu Amerika’nın Irak’a sadece petrolleri için geldiğini düşünüyor. Şii kamuoyu Amerikan askerlerinin Iraklı sivillere karşı takındıkları tutumdan da şikayetçiler; son bi haftada en az 17 gösterici öldürüldü ve bunlardan ikisi 11 yaşının altında çocuklardı. Irak halkının ABD’nin Irak’ta kurmaya çalıştığı “geçiçi” hükümetten pek de memnun olmadığını söylemeye gerek yok.

Savaş esnasında da benzer isyanlara rastlandı. Şiilerin ABD’nin Saddam’ı göndermesini arzuladıkları kesin, Saddam’ın gaddarlığından kimsenin şüphesi yok. Ancak Saddam’ın gitmesi demek aynı zamanda Şiilerin gözünde Amerikalıların da gitmesi anlamına geliyor. Özellikle Nasıriye ve Necef’te Amerikan ve İngiliz bombalarının asıl kurbanı da Şiilerdi. Amerikalılar Bağdat’a girdikleri ve Saddam’ın heykellerini devirdiklerinde, Iraklılar bu nedenle Amerikan askerlerini çiçeklerle karşılamamışlardı. Bush Iraklı sivillerin Amerikan askerlerinin yüzlerine baktıklarında kuvvet ve iyiniyet görmesi gerektiğini söylüyor. Yanlış Bay Bush, Iraklıların gördüğü tek şey işgal.

KESKİN NİŞANCILAR MI?

İşgalin belirtilerini gözlemek oldukça kolay: “Nümayişler ve sonucunda Amerikalıların kesinlikle sorumlu olmadıkları kimi ölümler”. Aynı İsrail’in Batı Şeria’da önce işleyip sonra iddia ettiği gibi ölen sivillerden işgal kuvvetleri “sorumlu” değildir. Bağdat yakınlarındaki geçiş noktasında torunuyla beraber öldürülen dede, anne ve küçük kızı için ABD henüz özür dilemedi. Güney Irak’ta arabalarının içinde taranan aile üyeleri, Filistin Oteli’nde öldürülen basın mensupları, Felluce’de kurşunlanan 15 Iraklı... Bunların tümü Amerikalıların gözünde “nefsi müdafa”. İşin ilginç yanı, tüm bu olaylarda tek bir Amerikalının yaralanmaması...

Bu olayların gelişiminde Amerikan askerlerine ateş açan Iraklı keskin nişancıların rolü olabilir mi? Pek sanmıyorum. Ancak olaylar önümüzdeki günlerde “keskin” olmasa bile birçok nişancının ortaya çıkabileceğine işaret ediyor. Iraklı Şiilerin Lübnan Hizbullahı’na nasıl bir hayranlık beslediklerini, onların gerilla taktiklerini örnek aldıklarını söylemeye gerek yok. İran’dan feyiz alan, Saddam’ın zulmü altında deneyim kazanmış bu halk, Filistin topraklarındaki harekatlarına övgüler düzdüğü İsrail’den destekli emekli general Garner’ın nasihatlarını dinlemeye pek meraklı değil. Ayrıca Iraklılar ülkelerinin ABD’nin büyük şirketlerine “paha biçilmez” gelir kapısı olacağını çok da iyi biliyorlar.

ABD Uluslararası Kalkınma Dairesi, Irak’ta herhangi bir sivil otoritenin kurulmasını beklemeden yeni Irak’ta okutulacak ders kitaplarının basımından otoyol inşasına kadar her konuda ihaleleri dağıttı. Stevedoring şirketi daha kent ele geçirilmeden Umm Kasr limanın 4.8 milyon dolar değerinde inşasını almıştı. Amerikalı petrol yetkilileri, önce bombardımandan, sonrasında da yağmalara karşı özenle korunan Petrol Bakanlığı’na teftişe girdiler.

(...)

Bush savaşın bittiğini sanıyor. Savaşta Amerikalıların yüzlerinde “özgürlük” gören Şiiler, Amerikalılara karşı ayaklanınca, Rumsfeld’in gözünde “kökü kurutulması gereken” terörist gruplara dönüşüyor. Şüphesiz Suriye ve İran bunların destekçisi. 1954-1964 arasında Cezayir’de sömürge savaşı sürdürürken Fransa da Mısır ve Tunus’u suçlamıştı. Irak’taki savaşın ikinci devresi yakında başlayacak.

Robert Fisk
(Independent, 8 Mayıs 2003)
Çev: Erdem Peköz (NTV-MSNBC, 10 Mayıs 03)



Arjantin’de kadın işçilerin fabrika işgali...

“Buradan defolmayacağız!”

Arjantin’in başkenti Buenos Aires’teki Brukman tekstil fabrikasını 58 işçi birbuçuk yıl işgal etmiş ve kendi yönetimlerinde üretim gerçekleştirmişlerdi. Bu artık geçmişte kaldı. Hükümet başkanlık seçimlerinden kısa bir süre önce binayı boşalttı. İşçiler işyerini tekrar işgal etmeye çalışınca, polis çok sert önlem aldı. O günden sonra polis ve protestocular karşı karşıyalar. Brukman’ın kadın işçileri bir çadır kampı oluşturdular ve işsizler, üniversite öğrencileri, insan hakları örgütleri ve sol partiler tarafından destekleniyorlar. Protestolar kadın işçiler fabrikaya geri döndüğünde son bulacak.

Bu işçilerden biriyle, Delicia Righini ile Cecilia Pavón ve Timo Berger görüştü.

- Son durum nedir, hükümetle görüşmeler oldu mu?

- Çalışma Bakanı Graciela Camano ile görüştük. Basın üzerinden bizim inatçı ve müzakere yanlısı olmadığımızı iddia ettiği için yanına gittik. Fakat bundan bir sonuç alamadık. Bize teklif ettiği, içinde dikiş makinelerinin bulunduğu bir salondu. Bize orada tekrar işe başlamamızı teklif etti. Hangi makineler olduğunu sorduk, fakat bize cevap vermek istemedi. Fabrikada bilgisayarlı dikiş makinelerimiz vardı, bize verecekleri muhtemelen pedallıydı. Bunun dışında makineler ve salon için bizden kira ödememizi istedi. Bu söz konusu olamaz.

- Salonu gördünüz mü?

Hayır. Fakat bu, bizim diyaloğa son verdiğimiz anlamına gelmiyor. Müzakerelere açığız. Fakat karşı taraf ciddi önerilerle gelmeli. Hükümetin mülk sahiplerinin yanında olduğu açık. Tek hedefleri bizi fabrikadan uzaklaştırmak. Buradan defolalım istiyorlar. Önerileri ciddiye almak mümkün değil. Bakanla görüşmelerimize devam edeceğiz, fakat mülk sahiplerinin sözcüsü olmaya devam ettiği ve Brukman’ın bizim olduğunu kabul etmediği müddetçe hiçbir şeyi kabul etmeyeceğiz. Çünkü biz fabrikayı birbuçuk yıl çalıştırdık ve ayakta tuttuk, boşaltma operasyonunda tahrip ettikleri makineleri tamir ettik, yeni bir müşteri çevresi oluşturduk, borçları ödedik.

- Hükümetten ne bekliyorsunuz?

Fabrikanın sahiplerinin devlete, kendilerine ulusal banka tarafından verilen altı milyon pesoluk (yaklaşık iki milyon Euro) borcu var. Bu yönüyle bakıldığında, Brukman aslında devletindir. Devletin makineleri ve binayı devlet hazinesine geçirip, bize bırakmasını istiyoruz. Biz de bu durumda hastahaneler ve kamu kuruluşları için yorgan ve çamaşır üretiriz. Bu bizim ilk defa fabrikada kaldığımız günden beri talebimiz. Bunun dışında devlet polisini bu semtten çeksin ve fabrikaya girmemize izin versin. Görüşmelerin çıkış noktası budur. Bu semt askeri diktatörlük döneminde olduğu gibi militaristleştirilmiş; nereye gidersen, karşına bir polis çıkıyor.

- Hükümet fabrikanın polis şiddetiyle boşaltıldığı gün için bir açıklama yaptı mı?

Hayır, hükümet bu konuda susuyor. Hepimiz dövüldük. Polisler hırsızlar sürüsü gibi geldiler. Bir bayram günüydü, geceydi. Fabrikada beş kadın işçi bulunuyordu, hükümet 3.800 polis gönderdi! Anında komşular ve çeşitli örgütlerden insanlar geldiler. Fakat çoğu paskalya tatilinden dolayı şehirde bulunmuyordu. Polis saldırı tarihini kurnazca belirledi. Başka bir gün bunu başaramazlardı. (...)

- Direnişi nasıl ayakta tutuyorsunuz?

Bizi destekleyen örgütler ve bizi ziyaret eden insanlar olmasaydı şimdi cezaevindeydik. Çok şükür birçoğu burada ve bizimle çadırlarda kalıyorlar. Semtten bir grup öğrenci de çadır kurdu. Fabrika önündeki nöbetler değişimli olarak gerçekleşiyor ve bu sayede uyuma fırsatı da buluyoruz. Bizi içeri alana kadar burada kalacağız. Bunun için daima birisi giriş kapısının önünde bulunmalı. (...)

- Peki bundan sonra ne olacak?

Kampın dışında birçok etkinlik organize ediyoruz. Cuma günü burada bir Rock konseri vardı. Binlerce insan, özellikle gençler geldi. Bunun dışında birçok konser düzenlenecek. Çarşamba günü ödünç aldığımız dikiş makinelerini kuracağız ve sokakta dikiş yapacağız. Bizi içeri almazlarsa, işimizi dışarıda yaparız. Santa Fe bölgesindeki selden mağdur olan insanlar için yorgan ve giyecek dikeceğiz.

(Haftalık Jungle World gazetesinin 14 Mayıs 2003 tarihli sayısından kısaltılarak çevirilmiştir...)