İkinci intifadanın üçüncü yılı...
Filistin direnişi sürüyor!
28 Eylül 2000de başlayan ikinci Filistin (El Aksa) intifadası, siyonist işgale, yıkıma, katliamlara rağmen devam ediyor. El Aksa intifadası sadece İsraile karşı değil, ama aynı zamanda Filistin yönetimine karşı da bir mücadeledir. 11 Eylül sonrası emperyalist kuşatmayı, gerici Arap rejimlerinin suskunluk fesadını, uluslararası toplumu temsil ettiği iddia edilen Birleşmiş Milletlerin dolaylı desteğini de İsrail vahşetine eklemek gerek. Eşi benzeri görülmemiş bu boğucu cendere Filistin halkının direnişini kırmayı başaramamıştır. Direniş, Ortadoğuda emperyalist-siyonist planların önündeki engellerin başında yer almaya devam ediyor.
Tüm katliamlara rağmen Filistin direnişi teslim olmamış, Ortadoğunun özgürlük meşalesini elden bırakmayarak 21. yüzyıla taşımıştır. Zira sapanla silahlanmış çocuklarıyla ölüm kusan tanklara meydan okuyan bir halkı teslim almak mümkün değildir. Bu direnişi kırmak ne kasap Şarona, ne de dünyanın en saldırgan haydudu Busha nasip olacaktır.
Filistinli bir Karzai mi, teröre karşı savaş mı?
Kasap Şaron liderliğindeki siyonistler 11 Eylül saldırılarını sevinçle karşıladılar. Bu sevincin nedeni, saldırı sonrasının Filistinin geri kalan kısmını da işgal etmek için uygun olacağı hesabıydı. Şaron, Arafatı Usame Bin Ladenle, Filistin direnişini ise Talibanla aynı kefeye koyan açıklamalar yapmaya başladı. Ancak tüm dünyada katliamcı kimliği ile tanınan Şaronun bu kirli hesabı tutmadı. Eğer tutsaydı Afganistanı, Irakı bombalayan Amerikan uçakları, aynı barbarlığı Filistinde de tekrarlayacaktı. Bush çetesi bunu göze almadı ama, İsrail ordusunun vahşetini destekledi. Buna rağmen umdukları sonucu elde edemediler.
Katliamlarla sindiremedikleri Filistin halkını, boş vaatlerle kandırabilmek amacıyla yol haritasını gündeme getirdiler. Oslo Barışı aldatmacasını unutmayan Filistin halkı havası, suyu, toprağı, güvenliği siyonistlerin denetiminde olan Filistin devleti vaadeden Bush-Şaron patentli haritaya itibar etmedi. Güya iki devlet vaadeden emperyalist barış planı sınırı belirsiz, silahtan arındırılmış Filistin devletine karşılık, en modern silahlarla donanmış, nükleer silah deposu bir İsrail devleti koyuyor. Üstelik bunun karşılığında Filistin halkına tam teslimiyet dayatılıyor. Filistin halkıyla alay eden bu çözüme doğal olarak direnişle karşılık verildi.
Yol haritasını uygulamaya koymak için Filistin yönetimine müdahale eden Bush-Şaron ikilisi, Arafat üzerinde baskı kurarak, Mahmut Abbasın başbakanlığa atamasını sağladılar. Filistin güvenlik şefi Muhammed Dahlanı da yanına verdiler. Bu atama ile Abbasa, Filistinli Karzai misyonu biçmek istediler. Amaç, Filistin polisini direnişçilerin üzerine salmaktı. Böylece emperyalist-siyonist ittifak amacına ulaşacak, Filistinde iç savaş patlak verecekti. Filistinliler işgale karşı direnmek yerine birbirini boğazlayacak, Bush-Şaron katilleri de bunu keyifle izleyeceklerdi. Bu iğrenç plan da boşa düştü. Ne kadar baskı yaptılarsa da Abbas hükümeti aktif saldırıya geçemedi. Filistinli direnişçiler de ABD-İsrail ittifakının amacını kuşkusuz biliyorlardı. Abbas hükümetiyle ateşkes imzalamalarının önemli bir nedeni de olası bir i&cceil; çatışmayı önlemek kaygısıydı.
Bushla görüşen, siyonistlerle ortak zirveler yapan Abbas, İsraille ABDnin desteğini aldı ama, Filistin halkından aldığı destek %3le sınırlı kaldı. İsrail katliamları ile Filistin direnişi arasında sıkışan Abbas, dört ayı doldurmadan istifa etmek zorunda kaldı. Böylece yol haritasi ölü doğmuş oldu.
Gerici Arap rejimleri Filistin yükünden
kurtulmak istediler
Amerikan emperyalizmine bağımlı Arap rejimleri Filistin direnişinden ciddi bir rahatsızlık duyuyorlar. Filistin direnişinin bölge halklarına örnek olmasından çekiniyorlar. Zira emperyalizme bağımlı bu gerici rejimler, içerde de baskıcı birer diktatörlükler. Azgın baskı ve sömürü altından yaşayan Arap halklarının Filistin direnişini örnek alması en büyük korkuları. Bundan dolayı yol haritasına dört elle sarıldılar. Ancak Şaron önerilerini geri çevirerek umutlarını boşa düşürdü.
Suudi Prensi Abdullah Mart 02de İsraile bir plan sundu. Buna göre İsrail 1967 sınırlarına çekilecek, buna karşılık Arap devletleri İsraille ilişkilerini her alanda normalleştirecekler. Değil 67 öncesi sınırlarına geri çekilmek, Filistinin geri kalan %20lik kısmını da işgal edip gaspetmeyi planlayan kasap Şaron, bu öneriyi reddetti.
Filistin direnişi siyonistleri acizleştiriyor
Öfke ve nefretten gözleri dönmüş binlerce genç, üzerlerine yağan ateşe aldırmaksızın, İsrailli işgalcileri taş yağmuruna tutuyordu. Bu toplumsal huzursuzluğun ötesinde bir şeydi... Bu, basbayağı bir halk ayaklanmasının başlangıcıydı. İsrailli bir gazeteci, Aralık 1987de başlayan Filistin İntifadasını böyle anlatıyordu. İsrail ayaklanmaya tüm saldırganlığı ile cevap verdi. Savunma Bakanı İzak Rabin silahsız halka karşı tank, zırhlı araçlar ve otomatik silahlar kullanılmasını emretmişti. Rabin ellerinde yirmi ikilik tüfekleri ile Filistinli gençleri rasgele avlayan keskin nişancılar için ayaklanmanın elebaşılarını temizlemek için ateş açabilirler diyordu. İkinci intifadayı bastırmak için ise, 12 yaşından büyük olan herkese ateş etme emri verilmişti keskin nişancılara.
Birinci intifadanın başladığında dönemin siyonist yöneticilerinden olan Şamir, olayların korku engelini yıktığını söylüyor ve yapmamız gereken bu engeli yeniden inşa edip bölgedeki Araplar arasında ölüm korkusunu tekrar yerleştirmektir diyordu. Birinci intifadaya karşı İsrailin aldığı tutum bu. İkinci intifadaya karşı daha azgınca saldıran siyonistler, F-16 savaş uçaklarını bile kullandılar. Siyonist cellatlar bu vahşi uygulamalarla Filistin halkını köleliğe razı etmeye çalışıyorlar. Oysa ölüm korkusu ile köleliği kabul eden bir halk görülmemiştir. Filistin halkı üzerinde bu kanlı taktiğin sökmediği ise açıktır. Filistin halkının haklı ve meşru direnişi mutlaka zafere ulaşacak.
TAYADlı Aileler açlık grevinin 7. gününde!
Polisin çifte standardına, keyfi yasaklarına, gözaltılarına ve işkencelerine rağmen TAYADlılıar 16 Eylül 2003te başlattıklar açlık grevini sürdürmeye devam ediyorlar.
Geceli gündüzlü Abdi İpekçide oturarak ve soğuğa aldırmadan, yakınlarının F tiplerinde tecrit işkencesi altında olduğunu duyurmaya çalışıyorlar.
Geceleri sarınacakları bir battaniye bile almalarına müsaade etmiyor polis. Taciz, baskı ve haydutlukla ailelerin yakınların sahiplenmelerini engellemeye çalışıyorlar. Bir battaniyeyi, bir bardak sıcak çayı bile işkence aracına dönüştürmekten çekinmiyorlar. Tam bir sinir harbi yaşanıyor.
Basın ise ilgisiz. Bu ülkedeki hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesi, tecrit ve ölümler ilgilendirmiyor Avrupacı, Amerikancı basını. Mahsur kalan bir kediyi, köpeği uzun uzun ekranlarından verenler, evlatlar için günlerdir Ankaranın ayazında tirtir titreyen ailelere ilişkin tek satır haber yapmıyorlar.
MGK vermiş direktifi belli. Demiş ki, yazmayacaksınız, göstermeyeceksiniz. Bu ülkede tecrit varmış, katliam varmış, işkence varmış, ölümler varmış... Kimse duymayacak, görmeyecek.
Görülen o ki basının cevabı da belli: Emriniz başüstüne...
Bütün zorluklara ve polisin engellemelerine rağmen biz Ankara programımızı hayata geçiriyoruz, geçireceğiz. Yasal haklarımızı, demokratik haklarımızı kullanmaya devam edeceğiz. Biz demokrasi mücadelesi veriyoruz. Haklarımız ve özgürlüklerimiz için direniyoruz. Ve şunu çok iyi biliyoruz ki, bizim gibi ülkelerde ancak polisin-askerin keyfiliğine, yasadışılığına boyun eğmediğinizde, haklarınız için mücadele edip direndiğinizde demokrasi mücadelesi verdiğinizden söz edebilirsiniz.
Tüm demokrat kişi ve kurumlara çağrımızdır.
Bu haklı ve meşru direnişimize, protestomuza destek verin, güç verin. Polisin bu çifte standardına ve eşkiyalığına karşı tavır alın, protesto edin.
|