Amerikan-İngiliz haydutlarının Irakı işgal etmesi sırasında binlerce Iraklının katledildiği artık bir sır değil. Savaşın bittiğine dair açıklama 1 Mayısta haydutbaşı Bush tarafından yapılmıştı. Açıklamanın üzerinden neredeyse 5 ay geçti. Ancak, Irak halkını özgürleştireceklerini söyleyen, Irakı bu amaçla işgal ettiklerini iddia eden emperyalist barbarlar aylardır katliamları sürdürüyorlar.
Savaş kundakçıları Irak halkını özgürleştirmekle kalmayacak, onları kitle imha silahlarından da kurtaracaklardı. Güya Saddam rejimi bu silahları stoklayarak tüm bölge için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Olayları tam zıt kavramlarla ifade eden emperyalist/kapitalist dünyanın psikolojik savaş uzmanları, işgali kurtarma, katletmeyi özgürleştirme diye yutturmaya çalışıyorlar. Bu aynı haydutlar, Bağdatı bombalarken inceltilmiş uranyum kaplı mermiler kullanarak kenti 4 milyar yıl etkileyecek bir kirliliğe mahkum ettiler. Zira uranyumla kirlenen doğanın normal hale dönmesi ancak bu sürede mümkün olabiliyor. Bu zehirli havayı soluyan canlılar ise kanserden ölmeyi bekliyor. Bu da emperyalistlerin dilinde halkı kitle imha silahlarından kurtarmak oluyor.
Hür dünyanın yurttaşlarını dehşet içinde bırakan bu silahlar, aylardır aranmasına rağmen bir türlü bulunamıyor. Washington-Londra kaynaklı tüm yalanlar peşpeşe ortaya çıktı, ama Saddamın öldürücü silahları halen ortada yok. Bu durum hem Bushu, hem de fino köpeği Tony Blairi zor durumda bırakıp teşhir olmalarını da sağladı. Artık savaş çetesinin yalanları Amerikan halkını aldatmaları tartışılıyor. Örneğin Demokrat Partili senatör Edward Kennedy, Bushun yalanlarına şu karşılığı verdi: Iraktan acil bir tehdit yoktu. Bu mesele Teksasta pişirildi. Ocakta Cumhuriyetçi Parti liderliğine savaşın yapılacağı, siyasi olarak bunun iyi olacağı söylendi. Bütün bu Irak savaşı bir sahtekarlık.
Bush ve savaş çetesi bazı yalanları itiraf ederken, birbiriyle çelişik açıklamalar yapıyor, eski yalanlarını örtmek için yenilerine başvurmak zorunda kalıyorlar. Fakat bu manevralar onları çirkefin içine daha da batırmaktan başka bir işe yaramıyor. Artık ölüm korkusu ile yatıp kalkan işgalci Amerikan askerleri de aldatıldıklarını biliyorlar. Her gün kayıp veren askerler, diğer yandan vahşet tablolarına da tanık oluyorlar. Dahası bizzat bu kirli savaşın aleti olduklarını gördükleri ölçüde eve dönmek istediklerini yüksek sesle dile getiriyorlar.
Savaş kundakçıları hem iç kamuoyunda, hem de dünya halkları nezdinde teşhir olurken, eski silah denetçisi ekibin başı Hans Blix, haydutların yalanlarını ifşa etmeye başladı. Emperyalist saldırının hazırlanmasında uğursuz rol alanlardan biri olan Blix, daha önce ABD tarafından kapıların suratlarına çarpıldığını açıklamış, ancak arkasını getirmemişti. Şimdi ise peşpeşe demeçler vermeye başladı. Iraka saldırının gereksiz yere yapıldığını savunan Blix, ABDnin silah denetimi sonuçlarını beklemeden saldırıya geçtiğini, oysa sonucu bekleseydi savaştan kaçınabileceğini açıkladı.
ABD emperyalizmi Birleşmiş Milletler kararlarını çiğnediği iddiasıyla Iraka saldırmıştı. Ancak emperyalist saldırı sadece BM kararı çiğnenerek değil, BMnin kendisini de çiğnenerek yapılmıştı. Bundan dolayı ABD-İngiliz yalanları dünya halklarını aldatmaktan uzaktı. Zira genel kanı, ABDnin, emperyalist saldırısının, bölge üzerinde hegemonya kurmak, Irak petrollerini yağmalamak, İsraili rahatlatmak gibi nedenlere dayandığı yönündeydi. Buna rağmen Blixin açıklamaları önemli, zira haydutlara manevra alanı bırakmamaktadır. Çünkü süreci içinden bilen birinin açıklamalarını inkar etmek kolay değil.
Gecikmeli açıklamalarını İngiliz yayın kuruluşu BBCye yapan eski silah denetçisi, şunları söyledi: ABD ve Britanya Irakla ilgili istihbarat bilgilerine savaşa gerekçe yaratmak için uydurma, abartılı ve aldatıcı bilgiler kattı... Washington ve Londra istihbarat bilgilerine aşırı yorumlar kattı. Irak savaşının haklı çıkmadığını da vurgulayan Blix, Britanya hükümetinin, Irakın kitle imha silahlarını 45 dakika içinde hazır hale getirebileceğini dahi iddia ettiğini, bu iddianın inandırıcılıktan tamamen yoksun olduğunu vurguladı. Bundan sonra da savaşı haklı çıkaracak kanıtların bulunamayacağını belirterek, Güvenlik Konseyinin Iraktaki savaşı yasallaştırmayacağını, Fransa ile Almanyanın buna karşı çıkmayı sürdüreceğini savundu. İlk kurulan BM silahsızlanma komisyonu UNSCOMa 1991-97 yılları arasında başkanlık eden Rolf Ekerus da, Iraktaki koalisyon kuvvetleri kimyasal, biyolojik ya da nükleer silah bulamadı, çünkü bu silahlardan artık kalmadı diye konuştu.
Hans Blixin açıklamalarında dikkat çektiği bir diğer önemli nokta ise, kitle imha silahları konusundaki çifte standarttır. ABDyi Irak konusunda dürüst hareket etmemekle suçlayan eski denetçi, İsrailde nükleer silah bulunduğu açıkça belli. İsrail, BMde, Ortadoğuda kitle imha silahlarının yokedilmesi yolunda oy kullanırken, kendi nükleer programı hakkında tam tersini yapıyor diye konuştu. Bilindiği gibi kitle imha silahı deposu olan İsraile, ne BMden ne de ABDden söz söyleyen yok. Dahası, bu terörist devlet Amerikan emperyalizminin özel koruması altında bulunuyor.
Blixin değinmekten kaçındığı temel nokta, en büyük kitle imha silahı deposunun bizzat emperyalist ülkeler olduğu gerçeğidir. Eğer kitle imha silahı bulundurduğu için bombalanacak ülkeler varsa, hiç kuşkusuz bunların başında ABD gelmektedir. Bu güçler aynı zamanda, dünyaya kitle imha silahlarını yayanlardır. Bir zamanlar Saddam rejimini bu ölümcül silahlarla donatan da, siyonist İsrail devletine nükleer silah üretme imkanı sağlayan da aynı emperyalist güçlerdir.
Üstünde yaşayan tüm canlılarla beraber gezegenimiz ciddi bir tehdit altında bulunmaktadır. Zira emperyalist güçler ile İsrail gibi uşaklarının elinde bulunan nükleer silahlar, dünyayı defalarca yokedecek miktara ulaşmıştır. Bununla da yetinmeyen ABD emperyalizmi, yeni nükleer bombalar üretiyor, dahası uzayı da silahlandırmaya hazırlanıyor. Emperyalist güçlerin 20 yüzyılda dünyayı iki defa toplu yıkıma götürdüğü, Beyaz Saraydaki haydutların bu yıkımların üçüncüsünü başlattığı hesaba katılırsa, insanlığın nasıl bir risk altında yaşadığı daha iyi anlaşılır.
Dünya işçi ve emekçileri geçen yüzyılın başında olduğu gibi 21. yüzyılın başında da, Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm! ikilemiyle karşı karşıyalar. Artık kapitalizmin ürettiği diğer felaketlerden olduğu gibi kitle imha silahları belasından kurtulmak da, anti-emperyalist/anti-kapitalist mücadeleyi zafere taşımaktan geçiyor.
İzmir Sağlık Kampüsü Öğrencilerinden basın açıklaması...
Tüm üniversitelerde olduğu gibi İzmir Dokuz Eylül Üniversitesinde de paralı eğitim uygulamaları artarak devam ediyor. Bunlardan biri olan ve okulumuzda oldukça tepki çeken bir uygulama da öğrenci kimlik kartlarının 30 milyona satılıyor olması. Geçen yıl da kimlik kartlarının 25 milyon liraya verilmesi birçok öğrenci tarafından satın alınmayarak protesto edilmişti. Bunun üzerine bu yıl değişik bir yöntem uygulayan idareye karşı toplu hareket etme kararı alındı. İlk olarak kimlik kartlarının öğrencilere ücretsiz verilmesini talep eden 300 imzalı dilekçe toplandı. Hafta boyunca toplanan dilekçelerin rektörlüğe postalandı ve durumu kamuoyuna duyurmak amacıyla bir basın açıklaması gerçekleştirildi.
19 Eylül günü yaklaşık 30 kişinin katıldığı bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada bu yıl tıp fakültesine yeni kayıt yaptıran bir öğrencinin ödemek zorunda olduğu 450 milyonun birçok velinin aylık gelirinin çok üzerinde olduğu, tüm bu uygulamalarla üniversite kapılarının işçi-emekçi çocuklarına kapatıldığı ifade edildi. Bu uygulamaların arka planında GATS anlaşması ve onun üniversitelerdeki ayağı olan YÖK olduğu belirtildi.
Eylem Herkese her düzeyde eşit, parasız eğitim ve sağlık talebini savunma ve geleceğine sahip çıkma çağrısı ile bitirildi. Basın açıklamasında Parasız eğitim, parasız sağlık!,Savaşa değil eğitime bütçe!, Sermaye defol üniversiteler bizimdir! Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz! sloganları atıldı, Irakta işgalci okulda müşteri olmayacağız!, Kimlik hakkımız satın almayacağız!, Savaşa değil eğitime ve sağlığa bütçe! dövizleri açıldı.
Basın açıklaması yapma kararı üzerine birkaç Eğitim-Sen Şubesi, SES, TTB, ÜZÜNİ-DER ve Öğrenci Velileri Derneği ile görüşüldü ve destek istendi. Bunlardan Üzüni-Der katılmayacağını, diğer kurumlar ise destek vereceklerini ifade ettiler. Ancak basın açıklamasına geleceğiz denmesine ve birkaç kez görüşülmesine rağmen (özellikle Eğitim-Sen şubeleri), öğrenciler ve basından başka hiç kimse gelmedi. Bu kurumların tutumu, eğitim ve sağlık alanındaki saldırıların nasıl bu kadar kolay hayata geçirildiğinin anlaşılması bakımından açıklayıcıdır.