Katliamın 4. yılında Ulucanlar direnişi...
Bayrak elden düşmedi!
10 devrimci tutsağın katledildiği, onlarcasının yaralandığı Ulucanlar katliamının üzerinden tam 4 yıl geçti. Bu 4 yıllık sürede zindanlar çok sert çatışmalara sahne oldu. Gerçekleştirilen saldırılarda 100ü aşkın tutsak katledildi, yüzlercesi yaralandı. Aynı zamanda zindan çatışmaları adını Türkiye devrim tarihine altın harflerle yazdıracak şanlı direnişlere de tanıklık etti.
Devletin cezaevleri politikaları ve
Ulucanlar direnişi
Ulucanlardan bugüne kadar gelişen süreci anlamak için geçmiş sürece bir kez daha bakmak gerekiyor. Asıl olarak devrimci mücadele seçeneğini ortadan kaldırmak, Türkiye devrimci hareketini tasfiye etmek için cezaevleri sorununu çözmek, sermaye devletinin uzun zamandır öncelikli hedeflerinden birini oluşturuyordu. Devrimci tutsakları içeride birbirinden yalıtmayı, dışarı ile bağlantısını koparmayı, beraberinde baskı ve zorla ile kimliksizleştirmeyi ve kişiliksizleştirmeyi hedefliyordu. Bunun için 90lı yılların başından itibaren bir dizi hazırlığa girişti.
Cezaevlerinde hücre sistemini inşa ederek amacına ulaşabileceğini umuyordu. Ancak 90lı yılların başında gerek devrimci tutsakların sergilediği direnişler, gerekse sermaye devletinin teknik-fiziki koşullar açısından yeterince hazırlıklı olmaması bu saldırının gecikmesi sonucunu doğurdu. 97 yılından itibaren çok daha sistemli bir şekilde hücre sisteminin hazırlıkları başlatıldı. Komünist tutsaklar bu saldırının mahiyeti ve kapsamını (başta Habip yoldaş olmak üzere) kavrayarak, sert ve çetin çatışmalara hazırlıklı olmak gerektiği konusunda kamuoyunu uyardılar. Komünist tutsakların bu saldırıları püskürtmek noktasında tereddütsüz olacaklarını, esnemektense kırılmayı yeğleyeceklerini dosta düşmana ilan ettiler.
Sermaye devleti bir yandan hücre uygulamasına dönük hazırlıklarını sürdürdü, diğer yandan süreci hazırlamaya girişti. Gerilim yaratmak ve tırmandırmak için dönem dönem saldırgan tutumlarını artırdı. Ancak bu saldırılar karşısında devrimci tutsaklardan gerekli yanıtı aldı. Zindan çatışmasında Ulucanlar katliamı ve direnişinin ayrı anlamı vardır. Ulucanlar, en direngen tutumu alan cezaevlerinden biri olarak öne çıkmıştır.
Katliamı önceleyen aylarda TKP/ML dava tutsakları olan Ertürk kardeşlerin hücrelere atılması sonrasında Ulucanlarda devrimci tutsaklar net ve kararlı tutum almış, sergilenen direniş sonrasında Ertürk kardeşler Nevşehir Cezaevine götürülmüştü. Takvimler Eylül ayını gösterdiğinde ise, yaşanan koğuş sorunu karşısında devrimci tutsakların sorunu çözme noktasındaki kararlı adımları, devlet cephesinden büyük bir sessizlikle karşılanmıştı. Devlet, 24 günlük sessizliğini, 26 Eylül gecesi ateşli silahlarla, gaz bombalarıyla, yüzlerce askeri ve polis sürüsü ile bozmuştu. 26 Eylül tarihi o güne kadar cezaevlerinin gördüğü en kanlı operasyona sahne oldu. Saatler sabahı bulduğunda, 10 devrimci tutsak katledilmiş, onlarcası yaralı halde başka cezaevlerine gönderilmiş, bir kısmı da hücrelere atılmıştı.
Ulucanlar katliamı tek başına yerel bir sorun değildi. Ulucanlar ile birlikte zindanlarda yeni bir sürecin, hücre ve tecrit saldırısının startı veriliyordu. Peki katliam ile hedeflenen neydi?
Birincisi, Ulucanlar şahsında devrimci iradeyi kırmak, devrimci tutsaklara teslimiyeti dayatmak ve böylece öç almak hedefleniyordu. Operasyonu gerçekleştiren üst düzey komutanlardan birinin söylediği Bu operasyonu devletin otoritesini tesis etmek için gerçekleştirdik sözleri, aslında olayı tüm açıklığı ile ortaya koyuyordu. Sorun koğuş sorunu değildi. Sorun oradaki devrimci iradeyi, kararlılığı, direnme ruhunu, savaşma azmini kırmaktı. Devrimci tutsaklar tarafından elde edilen moral üstünlüğü parçalamak ve bu mesajı ülkedeki tüm cezaevlerine yayabilmekti. Direndiğinizde, karşı çıktığınızda sonunuz Ulucanlar olur, sonunuz katliamlar olur demekti. (Sorunun koğuş sorunu olmadığı, operasyonun çok önceden planlandığı, bunun için uygun zamanın kollandığı operasyonu yöneten üst d¨zey subaylar tarafından bizzat açıklandı).
İkincisi, hücre ve tecrit saldırısını meşrulaştırmak için uygun zemin yaratmak ve kamuoyu oluşturabilmek için hazırlıkları tamamlayabilmekti. Bundan dolayıdır ki, dönemin başbakanı Ecevitin Amerika kapılarında iken operasyonun ardından ilk söylediği sözler F tipi cezaevlerinin ihtiyaç haline geldiği olabilmişti.
Üçüncüsü, geniş işçi ve emekçi kesimlerinin üzerinde terör estirerek korku yaratabilmekti. Devletin asıl korktuğu emekçilerin sınıfın öncüsü olan devrimcilerle, komünistlerle buluşmasıdır. Devlet için asıl tehlike budur. Bunun için emekçilerle devrimcilerin bağını koparmak, emekçilerde korku duvarları yaratmak, onları sindirebilmek ve baskı altına alabilmek öncelikli hedefiydi.
Ulucanlar katliamıyla başlayan süreç, 20 cezaevinde birden gerçekleştirilen 19 Aralık operasyonu ile devam etti. Böylece devletin onyıllardır özlemini duyduğu hücreler açıldı, devrimci tutsaklar katliam saldırısıyla hücrelere atıldı. Bugün devlet F tipi hücreler ile yetinmeyip L tipi, mezarlık tipi vb. hücre uygulamasını, yıllar önce can bedeli direnişlerle püskürtülen tek tip elbise (TTE) uygulamasını hayata geçirmek istiyor. Bu baskı, saldırı ve zorla devrimci tutsakları teslim almayı hedefliyor.
Ancak öncesinde başlayan, Ulucanlarda tırmandırılan ve bugüne kadar sistematik bir tarzda sürdürülen saldırılara yanıt her seferinde devrimci tutsaklar tarafından büyük bir kararlılıkla verilmiş, onlar üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirmişlerdir.
Devrimci irade ve kararlılık Ulucanlarda
bir kez daha sınandı!
Bu ülke devrim toprağıdır. 70lerde yükseltilen bayrak elden ele yeni kuşaklara taşınmaktadır. 84 ÖO direnişinden alınan bayrak Ulucanların burçlarında dalgalandırılmıştır. Bu devrimci irade ve kararlılık, Ulucanlarda üzerlerine kurşunlar yağarken Cesaretiniz varsa gelin sloganlarında kendini göstermiştir. İşkencehaneye çevrilen hamamda, ardından hastane odalarında ve sonrasında günler boyu hücrelerde kendini göstermiştir.
19 Aralıkta 20 cezaevinde birden saldırıldığında tüm cezaevlerinde direnişin yükseltilmesi, bizim için onur verici, devlet için ise kahredici bir durum olarak yaşanmıştır. Arkasından hücrelerde direniş devam etmiştir. Öyle ki, operasyonu gerçekleştirenler bile Bu gençler devlet için çalışsalardı çok faydalı olurlardısözlerini sarfederek, bu direnci, bu irade ve kararlılığı teslim etmek zorunda kalmışlardır.
Hücre ve tecrit uygulamasına karşı 19 Aralık katliamını önceleyen günlerde başlayan Ölüm Orucu direnişi tüm ülkenin gündemine oturmuş, incecik bedenlerde tek nefes kalıncaya kadar sürdürülen direnç hafızalarımıza kazınmıştır.
19 Aralıkta devrimci tutsaklar işkence, şiddet ve zorla fiziken hücrelere konulsa da, devam eden direniş sayesinde devletin hesapları boşa düşmüştür. Devrimci tutsaklar, birbirlerinden yalıtılmış olsalar dahi, örgütlü tutumlarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Çözüm işçi ve emekçilerin
örgütlü sınıf mücadelesinde!
Devlet cezaevlerinde saldırırken, devrimci hareketi yoketmeyi, işçi sınıfı ve emekçilerin gelecek özlemlerini ortadan kaldırmayı hedefliyor. Tüm değerlendirmelerimizde, bunun dışarıdaki saldırılardan bağımsız olmadığını, bu saldırıların salt devrimci tutsaklarla devlet arasında bir çatışma değil, özünde iki sınıfın çatışması ve irade savaşı olduğunu vurguladık. İşin asli yanı ve sorunun çözüm alanı karşımıza, saldırıları püskürtecek güçlü bir işçi ve emekçi hareketi ihtiyacı olarak çıkıyor. Ulucanlar sonrasında kısmen yaratılan kamuoyu ne yazık ki süreci tersine döndürmeye yetmedi. En ileri kesimler şahsında kısmi bir ilgi ve tepki alanı oluştu. Daha güçlü ve örgütlü tepkilere konu olabilseydi, o günkü koşullarda süreç tersine döndürülemese bile saldırılar dizginlenebilir, sonrasına gerçekleştirilen katliamların önü kesilebilirdi.
Ulucanlar katliamından bir süre sonra durulan hareketlilik, sonraki süreç de ÖO direnişinin başlangıç aşamalarında ve 19 Aralık katliamının ardındaki günlerde belli dönemlerde yükselişe geçti. Yakın dönemde ise kısmi eylemleri dışta tutarsak sessizliğini koruyan bir süreç olarak işliyor. Sınıf mücadelesinin seyri ve devrimci hareketin kaderiyle doğrudan bağlantılı olan hücre ve tecrit saldırısı, işçi ve emekçilerin halihazırda en ileri bölüğü olan devrimci hareketin gündeminde durmaya devam ediyor. Saldırının püskürtülmesi ihtiyaç olduğu kadar, bugüne kadar pervasızca gerçekleşen katliamların hesabının sorulması da buna dayanıyor.
Şehit yoldaşlarımız
yol göstermeye devam ediyor!
Ulucanlar katliamının komünistler açısından ayrı bir önem taşıyan yanı ise, Partimizin iki önder kadrosunun, Habip ve Ümit yoldaşlarımızın 8 siper yoldaşıyla birlikte bu operasyon esnasında katledilmiş olmasıdır.
Yoldaşlarımız örgütlü siyasal kimlikleri ile bulundukları alanlarda dostlarının ve yoldaşlarının sevgi ve saygısını kazandıkları gibi düşmanın kin ve öfkesini üzerlerine çekmişlerdir. İşte bu yüzden Ulucanlarda hedef haline gelmeleri kaçınılmaz olmuştur.
Kendileri hakkında birçok şeyi, ne yazık ki ancak ölümleri sonrasında, dost ve yoldaşlarının kaleminden yapılan değerlendirmelerden öğrendik. Bu değerlendirmeler basınımızda geniş bir şekilde işlendi. Ayrıca bu değerlendirmeler Zor dönem devrimcileri adıyla kitap haline getirilerek kamuoyuna sunuldu. Tüm anlatılanlara bakıldığında, yoldaşlarımızın siyasal yaşamları fazladan bir söze gerek bırakmayacak kadar açık ve yüz ağartıcıdır.
Bugün onlardan öğrenmeye devam etmeliyiz. Bugün onların siyasal yaşamlarını döne döne okumalı, Partiyi düşünsel ve örgütsel her alanda büyütmelerini, zindanda-poliste-mahkemede sergiledikeri direnişçi kimliklerini ve bu noktada sergiledikleri çabayı örnek almalıyız.
Yoldaşlarımız, siyasal yaşamlarına Partimizle başlamışlar, Partimizle beraber gelişmiş ve büyümüşlerdir. Partinin özü ve özeti olmuşlardır.
Bugün yoldaşlarımızın bize bıraktığı mirasa ve anılarına sahip çıkmak, gözbebeğimiz olan Partiyi büyütmek, yüceltmek ve sahiplenmekten geçiyor.
Onların ölümleriyle yaptıkları çağrıya yanıt verelim! Uğruna tereddütsüzce ölünecek davaya tüm benliğimizle katılalım. Onlar bize partimizin leke sürülmemiş bayrağını devrettiler; bu bayrağı daha da yükseklerde dalgalandıralım!
|