89da Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinin çöküşüyle birlikte burjuvazi zafer çığlıkları atarak tarihin sonunu ve yeni dünya düzeninin başlangıcını ilan etti. Kapitalizmin ebediliğinin ilanıyla birlikte küreselleşme olgusu da gündeme oturdu. Küreselleşmenin, kaynakların daha etkin dağılımını sağlayarak refah ve ekonomik istikrar sağlayacağı, gelişmemiş ülkelerin gelişmiş ülkelerdeki bilim ve teknolojiyi transfer ederek kısa sürede gelişeceği, açlık ve yoksulluğa çözüm olacağı iddia ediliyordu. Ancak yaratılan efsanenin çökmesi çok uzun bir zaman almadı. 1990larda kutsanan küreselleşme aradan geçen 5-10 yıl gibi kısa bir süre içinde yıkıcı yüzünü gösterdi. Az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerdeki bilim ve teknolojiyi transfer ederek kısa sürede gelişeceği, bu ülkelerdeki açlık ve yoksulluğun son bulacağı iddia edilmişti. Oysa yaşanan süreç ve somut veriler bunun tam tersini gösteriyor, küreselleşme gerçeğini ortaya koyuyor. Dünyanın en zengin ülkesiyle en fakir ülkesinin ortalama geliri arasındaki oran 19. yüzyılın sonlarında 9a 1 iken, günümüzde 60a 1dir. Dünya nüfusunun en yoksul 1/5nin payı 1989 ile 1998 yılları arasında %2.3ten %1.4e düşmüştür. En zengin 1/5in payı ise yükselmiştir. Dünya nüfusunun yalnızca yüzde 11.6sını barındıran G-7 (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Kanada) dünya GSMHsının üçte ikisine sahip. Dünyadaki en zengin 225 kişinin mal varlığı Afrika kıtasının GSMHa eşit. Dünya nüfusunun %20si dünya gelirinin %85ine el koyarken, en yoksul %20nin payı sadece %1.4 ve dünya nüfusunun sadece %7sinin yaşadığı Batı Avrupa ise dünya GSMHnın %30unu, dünya ihracatının da %48ini gerçekleştiriyor. Bugün dünyada, yılda 2000 doların altında gelirle yaşamaya mahkum 3 milyardan fazla insan var ve 1.4 milyarı mutlak yoksulluk içinde yaşıyor. Emperyalist küreselleşme süreci yalnızca dünyadaki zengin ve yoksul ülkeler arasındaki uçurumu derinleştirmekte kalmadı, aynı zamanda her ülkede sınıflar arasındaki uçurumu da derinleştirdi. Bu durum dünyanın en yüksek refaha sahip ülkesi sayılan ABD için de geçerlidir. Örneğin, Amerikan halkının kişi başına düşen GSMH 1973 ve 1994 yıllarında reel olarak artmasına rağmen işçilerin 3/4ünün ortalama ücreti %19 oranında gerilemiştir. Piramidin en altında yer alan nüfus 20 yıl öncesine göre %25 daha az ücret almaktadır. Her 8 Amerikalıdan 1i yoksulluk sınırında yaşamaktadır Tekeller dünyayı ve insanlığı yıkıma sürüklüyor Aşırı üretimin sistemi bir noktadan sonra kilitlemesinden ve kâr oranlarının düşmesinden dolayı sermaye spekülatif alana kaymıştır. Faiz, repo, borsa oyunları, döviz ticareti gibi değişik alanlardaki faaliyetin sonucu olarak spekülatif sermaye hızla birikmiştir. Bununla paralel olarak, sermaye, yatay ve dikey evliliklerle hızla tekelleşmekte, dünya çapında üretim üniteleriyle dev organizasyonlara dönüşmektedir. Dünyadaki tüm ekonomik faaliyetin dörtte birinden fazlası bugün 200 tane işletmenin elinde bulunmaktadır. Dünyada parasal gücün yüzde 42sini 500 büyük firma elinde tutmakta, Genaral Motors Danimarkadan, Ford Güney Afrikadan, Toyota Norveçten daha fazla ciro yapmaktadır. Bunun sonucu olarak dünyaya bir avuç tekel hükmetmekte, daha fazla kâr için dünyanın ve insanlığın çıkarlarının üzerinde tepinektedir. İşte bir avuç tekelin çıkarları uğruna insanlığın ve dünyanın içine itildiği yıkımın boyutları. Küresel ısınma sonucu dünyada deniz seviyesi gittikçe yükseliyor. Dünya ormanlarının yüzde 2.4ü (yaklaşık olarak Venezuellanın yüzölçümü kadarı) 1990 yılları boyunca katledildi. Her yıl 3 milyon kişi hava kirliliğinden, 5 milyon kişi su kirliliğinden ölüyor. Yer yüzünde 11 bin canlı türü (memeli ve sürüngenlerin dörtte biri) yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Dünyadaki kaynakların tüketim hızı, su, hava ve denizdeki doğal kaynakların yenilenme hızından 20 kat daha fazla. 2050de bu oranın yüzde 220ye çıkacağı ve kaynakların büyük bir hızla kuruyacağı tahmin ediliyor. Günde 24 bin insan açlıktan ölüyor. Dünyada 2 milyar insan temiz içme suyundan yoksun. Küreselleşmeden küresel krize... Emperyalist-kapitalist sistem 89 çöküşünün ardından eski SSCB ile Doğu Bloku ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada yeni pazar ve hammadde alanlarına girerek bir dönem için soluklanma imkanına kavuştu. 90 yıllarla yaşanan ekonomik soluklanma bugün yerini durgunluğa, gerilemeye ve çöküşlere bırakıyor. Latin Amerika ve Türkiyedeki krizlerden ABDdeki şirket skandallarına, uluslararası borsaların tepetaklak olmasından Japon ekonomisindeki durgunluğa ve Avrupa Birliğinin küçülen ekonomik verilerine kadar tüm somut göstergeler küresel sistemde işlerin iddia edilenin tersine ilerlediğini gösteriyor. Bataklığa saplanan dünya ekonomisinin en temel düzenleme politikaları (neo-liberal reçeteler) geri tepmekte, dünya ekonomisi içindeki ağırlığından dolayı bir lokomotif işlevi gören BD bu gücünü giderek yitirmektedir. Küreselleşme artık hararetli savunucuları tarafından bile tartışılmaya başlanmıştır. İMF en son hazırladığı World Economic Outlook raporunda, dünya ekonomisinde tehlikenin bitmediği, krizin derinleşebileceği uyarısında bulunuluyor. İMFnin hazırladığı raporda ise 2003 yılına ilişkin büyüme tahmini yüzde 4ten yüzde 3.7ye çekildi. Raporda lider ekonomilerle ilgili tahminler de aşağı çekildi. ABD ekonomisi için Nisan ayında yayınladığı raporda 2002 yılı için yüzde 2.3 büyüme bekleyen İMF son raporda bu oranı yüzde 2.2ye çekti. Avrupa Birliğinin 12 ülkesi için Nisan ayında 1.4 olarak yapılan büyüme tahmini de yüzde 0.9a indirildi. İMF raporunu değerlendiren Reuters her an yıkılmaya hazır bir kağıttan şato benzetmesinde bulunurken, The Washington Post Dünya Bankası ve İMFnin artık serbest piyasa dogmasını sorgulamaya başladıklarını, küreselleşmeyi yeiden değerlendirmeye başladıklarını ileri sürüyordu. İMF ve onun en etkili isimleri için dahi serbest piyasa modelinin iflas ettiğine ilişkin gerçeği saklamak artık olanaklı değil. Fakat bir çıkış yoluna ilişkin hiçbir somut öneri de ortaya konulamıyor. Küresel yıkımdan tek çıkış yolu devrimdir Küresel saldırılara karşı işçi ve emekçi kitlelerin gösterdiği tepki dünya ölçüsünde giderek yayılıyor. ABDnin arka bahçesi olarak nitelenen ve İMF programlarının öncelikle uygulanıp ardından dünyaya ihraç edildiği Latin Amerika ülkelerinde gün geçmiyor ki, emperyalist dayatmalara ve işbirlikçi hükümetlere karşı bir tepki patlak vermesin. Arjantin, Brezilya, Uruguay, Kolombiya, Paraguay ve Venezuellada küreselleşme politikalarının yarattığı yıkım beraberinde halk isyanlarını, yüzbinlerce işçi ve emekçinin katıldığı genel grevleri ve kitle gösterilerini getiriyor. Yine bu ülkelerde tüm baskılara rağmen İMF ve ABD karşıtı adaylar seçimlerde büyük başarı elde ediyorlar. 99da Seattleda gerçekleşen ve küreselleşme karşıtı hareketlerin tarihinde bir dönüm noktası oluşuran eylemden bu yana tüm uluslararası ekonomik/ticari toplantılara kitlesel protesto gösterileri eşlik ediyor. Emperyalist metropoller, yüzbinlerce işçi, emekçi ve gencin katıldığı, zaman zaman militan bir karakter kazanan gösterilere sahne oluyor. ABDnin Iraka yönelik savaş hazırlıklarına karşı dünyanın dört bir yanında gerçekleşen savaş karşıtı gösteriler buna eşlik ediyor. Emperyalist-kapitalist sistemin tüm dünya üzerinde yarattığı yıkıma karşı her geçen gün daha da gelişip yayılan kitle hareketleri, yalnızca on yıl kadar öncesinde tarihin sonunu ilan edenlerin gelinen yerde kendi sonlarına işaret eden belirtilerdir. Emperyalist-kapitalist sistemin yarattığı yıkımın çözümü noktasında TKİP Programı işçi sınıfına rehberlik etmektedir: Günümüz kapitalizminin asalaklaşması ve çürümesinin aldığı korkunç ve yıkıcı boyutlar, Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm! ikilemini her zamankinden daha yakıcı bir biçimde insanlığın önüne koymaktadır. Uluslararası proletarya önderliğinde zafere ulaştırılabilecek olan dünya devriminden başka hiçbir çözüm, insanlığı kapitalizmin barbarlığından, emperyalizmin köleliğinden, savaşların yıkım ve felaketinden kurtaramaz. (TKİP Programı, Emperyalizm ve Dünya Devrimi Süreci, 23. madde) |
|||||