Amerikan emperyalizminin Irak seferine hazır Seçim öncesinde, bu seçimi hangi parti veya partiler kazanırsa kazansın kurulacak hükümetin bir savaş hükümeti olacağını söylemiştik. Çünkü hiçbir düzen partisinin, ABD emperyalizmine kölece bağımlılılık koşullarında, onun isteklerine karşı çıkamayacağı yeterince açıktı. Buna, islami teröre karşı savaş teyakkuzuna geçmiş ABDden icazetli islamcı parti AKP de dahildi. Hatta hepsinden fazla. Artık savaşın gelip kapıya dayandığı şu günlerde kurulan hükümetin nasıl bir savaş hükümeti olduğu gerçeği daha geniş kesimler tarafından ve daha net görülmeye başlandı. Hükümet, Beyaz Saray ve Pentagon tarafından alınan ve MGK tarafından onaylanan tüm kararları, hiç itirazsız/ikirciksiz, siyasi karar haline dönüştürmenin basit bir aleti olmayı koşa koşa üstlendi, üstlenmeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta, devlet ve düzen cephesinde, Irak saldırısına ilişkin Amerikan taleplerinin ve bir an önce yanıt verin talimatının telaşlı koşuşturması yaşandı. ABD büyükelçisi R. Pearsonın geçtiğimiz Cumartesi başbakan Güle verdiği bu talimatın ardından, Pazartesi günü devlet zirvesi toplandı. Genelkurmayından başbakanına, MİT Müsteşarından Dışişleri Bakanı ve müsteşarına kadar kilit konumdaki tüm devlet yetkililerinin katıldığı zirvede alınan kararlar ise, her zamanki gibi halktan gizlenmeye çalışıldı. Toplantı sonrası yapılan resmi açıklama, aylardır tekrarlanan bir karar alınmadı, sadece istişare ve bilgilendirme amaçlı toplandık teranesinin tekrarı niteliğindeydi. Ankaradaki telaş salt bu zirveden de ibaret kalmadı. Iraklı tüm sözde muhalifler, Barzani, Talabani, Irak Ulusal Konseyi (INC)nden Ahmet Çelebi, Türkmen Cephesinden Sanan Ağa Kasap da Ankarada üst düzey görüşmeler sürdürdüler. Daha önemlisi, İsrailden Genelkurmay Başkanı Moşe Yalon ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Yoav Biranı ağırladı Ankara. Bu sonuncular, hem hükümetteki müslüman AKPnin karakterini, hem de tam savaşın eşiğinde ABD-İsrail-Türkiye şeytan üçgeninin faaliyetini göstermesi açısından önemliydi. Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye-ABD-İsrail şer ittifakı, Türkiyenin bu ittifaklar ve ilişkiler üzerinden Ortadoğuda üstlenmeye kalktığı uğursuz rol bir düzen ve devlet gerçekliği ve tercihidir. Bunun anlamı ise, düzene ait hiçbir güç ve kurumun bu gerçekliğin dışında olmadığı, bu tercihe aykırı bir tutum alamayacağı ve almayacağıdır. Özellikle de, düzenin temel kurumlarından biri olan hükümetlerin. İster bugünkü gibi dinci bir parti tarafından kurulmuş olsun, isterse sosyal-demokrat olsun sonuç değişmez. Her düzen partisi, parlamentoya ve hükümete düzenin ihtiyaçları çerçevesinde ve bu ihtiyaçlara en iyi yanıt vereceği düşünüldüğü için taşınır. Nitekim bugün bu görevi AKP üstlenmiş durumdadır. Günün AKP hükümetine yüklediği görev, ABDnin Ortadoğu ve Asyada kurmak istediği yeni düzende Türkiyenin (maşalık bile değil) ateşe elini sokmasıdır. Müslüman bir bölgede Müslüman bir devlet olarak ABDnin hedefindeki diğer Müslüman devletlere karşı savaşa doğrudan katılmak, ülkeyi boydan boya bir ABD üssüne dönüştürmek, gençlerini ABD askeri olmaya, halkını faturayı ödemeye zorlamak... Açıktır ki, bu, vatana ihanetten başka bir anlama gelmemektedir. Hiç kimse AKP kurmaylarının ve hükümetinin, bu savaş ve yıkım, bu ihanet kararlarını verirken zorlandığını, gönülsüz olduğunu iddia edemez. Kaldı ki, kapıya dayanan savaş hali şimdi birdenbire ortaya çıkmış bir durum da değildir. Daha 11 Eylülün hemen ardından Bush haydudu bu topyekun savaş ilanını haçlı seferi tabiriyle açıklamıştı. En kolay lokma gördüğü Afganistanla başladı saldırıya. Afganistan başarısı ile güya 11 Eylülün yere çaldığı itibarını tekrar kazandı. Şimdi sıra Irak petrollerinde. Yarın kime, hangi ülkenin hangi kaynaklarına sıranın geleceğini biraz da Irak seferinin sonucu belirleyecek. Kısacası, AKP (ve seçimlere katılan tüm düzen partileri), bir savaş hükümeti kurmaya daha o günden talip olmuşlar, üstlerine düşecek görevi bile bile katılmışlardı seçime.Şimdi sadece üstlenmiş oldukları görevleri yerine getirme uğraşındalar. AKPye oy veren müslüman taban hele bir iktidara yerleşsin, yine Müslümanlığının gereklerini yerine getirecektir düşüncesiyle hareket etmişti. Hiç kuşkusuz, Müslüman bir ülkeye karşı açılmış olan bir savaşa katılmamak onlar için doğal bir beklentiydi. Fakat mevcut gelişmeler şimdi bu kesimi, bir takiyye ile değil, gerçek bir değişimle karşı karşıya olduğunu düşünmeye zorlayacaktır. Düzen siyasetinde asıl olan, düzenin ihtiyaçlarına yanıt verebilmektir. Ve sermaye düzeni için esas olansa, din başta olmak üzere, halk kitlelerini kandırarak çıkarlarını sürdürmenin ne kadar yolu varsa kullanmaktır. Din üzerinden politika yapanlar bunun çok iyi bilincindedir; kullanılmak onlar için değil, onların oy tabanı için geçerlidir. Bugün bu taban, AKP üzerinden kullanılmıştır ve kullanılmaktdır. Bu nedenle de, öncelikle dinci politikanın etkisi altındaki işçi ve emekçiler olmak üzere, sınıf kitlelerinin düzen ve devlet gerçekliği konusunda hızla bilinçlendirilmesi, devlet ve hükümet cephesinden alınan emperyalist savaşta maşalık kararlarının bozulabilmesinin tek yoludur. Emperyalist yağma ve imha savaşına karşı durmak, emperyalizmle göbek bağlarına sahip bir sınıfın temsilcisi ve hizmetçisi bir parti ve hükümetin ne harcı ve ne de vazifesidir. Böyle bir görev ve sorumluluk, düzenle ve emperyalizmle hiçbir bağı bulunmadığı gibi, düzenin ve emperyalizmin tüm karar ve uygulamalarından zarar gören sınıf ve emekçi kitlelerinin, bu kitlelerin temsilcisi konumundaki politik yapılanmaların omuzlarındadır. En başta da, işçi sınıfının siyasal temsilcisi olan komünistlerin. Emperyalizme karşı mücadele görevleri konusunda parti programı ve görüşlerinin sınıf içinde yaygınlaştırılması, sınıf kitlelerinin emperyalist savaşa karşı bu görüşler etrafında örgütlenip mücadeleye sevkedilmesi günün en acil ve ertelenemez görevidir. Düzen partilerinin, daha özelde hükümet partisi AKPnin bu çerçevede teşhiri, düzenin daha temel kurumları olan ordu, parlamento vb. ile birlikte yürütülmelidir. |
|||||