28 Aralık '02
Sayı: 50 (90)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa karşı direniş!
  Bunlar vatan haini!
  Hummalı savaş hazırlıkları yalan ve aldatmacalar eşliğinde sürüyor
  "Müslüman" AKP'nin savaş hükümeti...
  Saldırılara ve sendikal ihanete karşı mücadeleyi örelim!
  ABD emperyalizmine karşı öfke büyüyor!
  Kamu çalışanlarının toplu tasfiyesi, sosyal hakların gaspı, ...
  Kıbrıs'ın geleceği satılık değildir!
  Şeker fabrikaları özelleştirme kıskacında
  AKP-YÖK çatışması...
  Ciddiyetsizliğin son perdesi
  Filistin: İşgal, sürgün, katliam ve direniş/2
  Emperyalist küreselleşmede bir dönemin sonu
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve etkinlikler...
  Eylem ve etkinliklerden...
  Venezüella'da Amerikancı darbe girişimi giderek güç kaybediyor
  Amerikan emperyalizminin unutamadığı yenilgi: Küba Devrimi
  Ölüm Orucu Direnişi'nin 102. şehidi: Berkan Abatay
  19 Aralık etkinliklerinden...
  2003'e girerken...
  Şans oyunları: Çürüyen düzenin asalak sektörü
  Biz de yokuz! Hadi bakalım!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kıbrıs’ın geleceği satılık değildir!

Emperyalizmin Kıbrıs planları işliyor

Kıbrıs sorununda tarafların önüne 28 Şubat tarihi konulmuş ve bu tarihe kadar ABD ve AB’nin de destek verdiği BM planı temelinde bir anlaşmaya varılması istenmişti. Gelişmeler, sürecin emperyalistlerin istediği yönde işlediğini gösteriyor.

Türk tarafının geleneksel Kıbrıs politikası da esnemeye başladı. Bu yöndeki ilk adımlar 18 Aralık’ta Ankara’da yapılan ve Rauf Denktaş’ın da katıldığı “Dış Politika Zirvesi”nde atıldı. Bu zirve sonrasında Türk tarafı resmi olarak ilk kez BM’nin ortaya koyduğu Annan Planı’nın görüşmelere zemin olarak kabul edilebileceğini açıkladı, hem de Denktaş’ın ağzından. Ardından KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu geçtiğimiz günlerde Ankara’ya gelerek yetkililerle görüştü.

Ankara’daki “Dış Politika Zirvesi”nden sadece bir gün sonra toplanan Kuzey Kıbrıs Türk Parlamentosu da Annan Planı’nın görüşülebilir olduğu yönünde bir karar aldı. Parlamento aynı zamanda görüşmelerde Rauf Denktaş’a eşlik edecek bir Parlamento Konseyi kurulmasına karar verdi. Kurulacak konseyde meclisteki tüm partiler temsil edilecek.

Sonraki günlerde Türkiye’ye gelerek yetkililerle görüşen KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu dönüşte şu açıklamayı yaptı: “Önümüzdeki hedef, 28 Şubat’a kadar müzakereleri devam ettirip, anlaşmaya varmanın yollarını aramak. Tabii karşı tarafın da aynı niyeti sergilemesi gerekir.” Bütün bunlar emperyalistlerin Kıbrıs konusundaki basıncının yavaş yavaş sonuç vermeye ve Annan Planı’nın işlemeye başladığını gösteriyor.

Kuzey Kıbrıs’taki yoksulluğun sorumlusu Türkiye’dir

Türkiye’nin bugüne kadarki Kıbrıs politikasında adadaki Türk halkının yeri yoktu. 1974 askeri harekatından sonra adanın kuzeyinde bir yönetim kuruldu. Bu yönetimin asıl işlevi Kıbrıs Türk halkının yaşam koşullarını yükseltmek değil, Türkiye’nin ada üzerindeki hakimiyetini güvenceye almaktı. Yaptığı da asıl olarak bu oldu.

1974’ten bu yana adanın kuzeyindeki halkın yaşam koşulları giderek kötüleşti, ekonomik altyapı tahrip oldu. Bunda KKTC’yi dünyada Türkiye’den başka hiçbir devletin tanımaması ve uygulanan uluslararası ambargo ciddi bir rol oynasa da, asıl belirleyici olan Türkiye ve KKTC yönetimleri tarafından uygulanan politikalardı. Türkiye her yıl KKTC bütçesine hatırı sayılır miktarda maddi katkıda bulunmasına rağmen bu kaynaklar ekonomik altyapının geliştirilmesi için kullanılmadı. Gelen paralar, Türkiye’ye sadakatin devamı ve pekiştirilmesi karşılığında başında Denktaş kliğinin bulunduğu bir rant şebekesi tarafından paylaşıldı. Yani Türkiye, Kıbrıs halkına yardım görüntüsü altında adadaki uşaklarına rüşvet dağıttı yıllar boyunca.

Türkiye’nin yeni rüşvet girişimi

Şimdi Türkiye bir kez daha Kıbrıs Türkleri’nin karşısına para desteğiyle çıkıyor. KKTC Başbakanı Derviş Eroğlu’nun Ankara’da bulunduğu günlerde, Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a yaklaşık 100 trilyon liralık bir mali yardımda bulunacağı açıklandı. Türkiye’nin şimdiye kadar aktardığı yıllık mali yardımlarla karşılaştırıldığında bu nispeten büyük bir rakam. Peki Türkiye durup dururken kesenin ağzını neden bu denli açma ihtiyacı duyuyor?

Bu sorunun yanıtı Kuzey Kıbrıs’ta yaşanan son gelişmelerde gizli.

Her şeyden önce şunu görmek gerekir. Adanın kuzeyinde halkın çok büyük bir kesimi, içinde bulunduğu yoksulluk ve yıkımın, yanı sıra Kıbrıs sorununda yaşanan kilitlenmenin baş sorumlusunun Türkiye olduğunu düşünüyor. Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki ağırlığının ortadan kalkması gerektiği düşüncesi giderek daha fazla taraftar buluyor.

Elbette KKTC’nin Türkiye’ye bağlılığını istemeyenler arasında birbirinden farklı gerekçeleri ve çözüm yollarını savunanlar var. Muhalefetin önemli bir kesimi Rumlarla birlikte AB’ye girmenin Türkler için en iyi çözüm olacağını savunuyorlar. Bunlara bir dizi “sol” parti ve başını bunların çektiği Bu Memleket Bizim Platformu (BMBP) da dahil. Yeni kurulan Kıbrıs Sosyalist Partisi (KSP) ise, BMBP platformunu da desteklemesine rağmen, sadece Türkiye ve Yunanistan’ın ada üzerindeki hakimiyetine değil aynı zamanda emperyalist sahte çözümlere de karşı olduğunu söylüyor. Toplam olarak bakarsak, Türkiye’nin Kıbrıs politikaları karşısında ciddi bir tepki var. Bu tepki Kopenhag Zirvesi sırasında yer yer eylemli protestolara, Denktaş’a istifa çağrılarına kadar vardı. Kuzey Kıbrıs Parlamentosu’nun Annan Plaı’yla ilgili toplantısında bir Parlamento Konseyi kurulmasını ve bu konseyin Denktaş’a görüşmelerde eşlik etmesini isteyenler de, Denktaş’ı Kıbrıs halkının temsilcisi olarak kabul etmeme eğilimindeki bu muhalifler.

Benzer bir başka rüşvet politikasının geçtiğimiz günlerde Rum yönetimi tarafından devreye sokulmak istendiğini, Türkiye’nin mali yardım politikasının aynı zamanda buna bir yanıt niteliği taşıdığını da ekleyelim. Bilindiği gibi Rum yönetimi Türkiye ve KKTC yönetiminin Kıbrıs Türk haklı üzerindeki denetimini zayıflatmak, giderek KKTC’yi altı boş gereksiz bir devlet durumuna düşürmek için bir önlemler paketi hazırladığını basına sızdırmıştı. Buna göre KKTC vatandaşları istedikleri takdirde Rum kesiminden pasaport alabilecekler, ürettiklerini Rum bölgesinde daha rahat pazarlayabilecekler, Rum bölgesinde daha rahat çalışma ve yaşam olanaklarına kavuşabileceklerdi. Rumlar’ın bu planı Denktaş yönetiminin sert tepkisi ve BM’nin araya girmesiyle askıya alındı.

İşte Türkiye’ye kesenin ağzını açtıran tablonun belli başlı çizgileri. Kuzey Kıbrıs halkı üzerindeki denetiminin zayıflamasından, hatta tümüyle ortadan kalkmasından çekinen Türkiye, büyük miktarlarda maddi kaynak akıtarak bu tepkinin önünü bir parça da olsa kesebileceğini, “Anavatan” imajını yeniden güçlendirebileceğini düşünüyor.

Kuzey Kıbrıs’taki işçi ve emekçiler şimdiye kadar yalanlarla, baskı ve terörle yönetildi, ağır sömürü koşullarına, yıkım ve yoksulluğa mahkum edildiler. Emperyalistlerin ağırlığının artmasının ardından ise onlardan ya sahte çözümlerin ardına takılması ya da ahlaksız rüşvet politikalarına boyun eğmesi bekleniyor. İsteniyor ki Kıbrıs Türk halkı kendi geleceği için mücadeleden vazgeçsin. İsteniyor ki Kıbrıs’ın geleceğini üç kuruş karşılığında sömürgecilere satsın.

Mevcut tabloya rağmen Kuzey Kıbrıslı işçi ve emekçilerin bu ablukayı dağıtmalarının yolu vardır. O da adadaki her ulustan işçi ve emekçilerin mücadele birliğinin sağlanması; emperyalizme, Türk ve Rum burjuvazisine, Türkiye ve Yunanistan’ın ada üzerindeki tahakkümüne karşı devrimci mücadelenin yükseltilmesidir. Zira ister Türk olsun isterse Rum; adadaki tüm işçi ve emekçilerin gerçek kurtuluşu AB üyeliği değil, bağımsız, birleşik sosyalist Kıbrıs’ın kazanılmasından geçmektedir.



Bu Memleket Bizim Platformu...

Solculuk mu, emperyalizm kuyrukçuluk mu?

Kıbrıs kurtlar sofrasının orta yerinde durmaya devam ediyor. Adada toplumsal muhalefet misyonunu üstlenenlerin çoğunluğuna bakıldığında ise durum fazla umut verici değil. Bir takım aykırı sesler dışında toplumsal muhalefet emperyalizmin çözüm politikalarına yedeklenmeye fazlasıyla açık. Türk tarafında bunun belki de en bariz göstergesi Bu Memleket Bizim Platformu’nun tutumu.

Ekte Kopenhag Zirvesi’nin bir gün sonrasında, yani 14 Aralık’ta toplanan BMBP’nin yayınladığı çağrıyı yayınlıyoruz. Çağrının giriş bölümünde Türkiye ve Denktaş çözümsüzlüğün sorumlusu olarak çok sert bir dille suçlanıyor. Fakat hemen arkasından 28 Şubat tarihi asla kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak sunuluyor. Bunun anlamı ABD ve AB tarafından desteklenen Annan Planı’nın Kıbrıs Türk halkına bir kurtuluş umudu olarak gösterilmesidir. Emperyalizmden medet ummak anlamına gelen bu tutumun Kıbrıs halklarının gerçek kurtuluş mücadelesine en ufak bir katkısının olmayacağı açıktır. Tersine bu tutum halkları köleleştirmeye hizmet edecektir.

Kıbrıs halklarının kurtuluşu işçi ve emekçilerin devrimci politikalara dayalı örgütlü militan mücadelesiyle mümkündür. Bunun için ise Kıbrıs’taki her ulustan işçi ve emekçileri kendi bayrağı altında toplayacak devrimci sınıf partisinin inşası ve sosyalizm programının oluşturulması en acil ihtiyaçtır. Bu aynı zamanda Kıbrıslı devrimcilerin, işçi-emekçi önderlerinin öncelikli görevinin ne olduğuna da işaret etmektedir.



Bu Memleket Bizim Platformu’nun çağrısı...

Halkımıza ve dünya kamuoyuna!

Kıbrıs Türk halkının ülkemizde arzuladığı çözüm ve barış süreci Denktaş ve TC derin devleti tarafından berhava edilmiştir.

Kıbrıs’ı bölme ve TC’ye ilhak etme yemini etmiş Denktaş, bu yeminine sadık kalarak Kıbrıs Türk halkına ve Türkiye halkına ihanet etmiştir.

Bu Memleket Bizim Platformu’nun yıllardır vurguladığı, Denktaş’ın ve temsil ettiği güçlerin halkımızı temsi etmediği gerçeği bir kez daha gün gibi ortaya çıkmıştır.

Yılgınlığa yer yok!

Bir avuç beslemeye ve temsilcisine geçit yok!

Kıbrıs Türk halkı bugüne kadar çok bedeller ödedi. Barış ve anlaşma için yeni bedeller ödemeye hazırdır.

Halkımız yılgınlığa düşmeyecektir!

Tüm barış güçlerini Bu Memleket Bizim yapma mücadelesine katkı koymaya çağırıyoruz.

Gün birlik ve birlikte mücadele günüdür!

Önümüzde 28 Şubat fırsatı devam ediyor. Bu süreci de berhava edici adımlara asla izin vermeyeceğiz.

14 Aralık 02



Umut tacirliğine son!

Beklenen an geldi çattı ve Kopenhag’dan da bir uzlaşma çıkmadı. Belli ki emperyalist güçler arasında gerekli dengeler kurulamadı.

Gelinen nokta KSG’nın tezlerini bir kez daha doğrulamaktadır.

Kıbrıs Türk halkı, bugünkü Kopenhag uzlaşmazlığından sonra moralman bozulmuş, ancak aynı zamanda da bilenmiştir. Öfkelidir.

Halkın umutsuzluğunun en önemli nedeni Kıbrıs Türk ‘sol’unun halkımızın, çok uluslu Kıbrıs halkının, gerçek sınıfsal çıkarları üzerinde yükselen kendi bağımsız siyasi çizgisini oluşturamamasıdır. Bu sol on yıllardır, Denktaş’a sorunu çözmesi için cesaret vermek ve çağrı yapmaktan, BM, ABD ve AB’den medet ummaktan öteye gidememiştir.

Yıllardır ilginç bir dramın peşinde sürükleniyoruz. Ulusal sağ, sözde ABD ve AB emperyalizmine karşı “bir karış toprak vermeyiz” çığırtkanlığı yaparak, aslında emperyalist güçlerin elinde sünnetçi usturası görevini aksatmadan yerine getirmektedir. Emperyalist güçlerin denetimi dışında bir gelişme olması halinde, anti-emperyalist tavır maskesi altında sağcı fasist güçler, halk güçlerini bastırmak ve terörize etmek üzere yedekte bekletilmektedirler.

Ulusal “sol” ise ABD ve AB emperyalistlerini§n tezgahladıkları planlara kurtuluş olarak sarıldı. Hedef “çözüm ve AB” diyerek emperyalist çözüm planlarına çanak tuttu. Kuşkusuz bu yaklaşım emperyalist güçleri rahatsız etmiyor. Çünkü solun çığırtkanlığını yaptığı siyasi çizgi emperyalizmin ortaya koyduğu bir çizgi!

Kısacası emperyalist güçler için çifte kaymaklı kadayıf! Win-win durumu dedikleri bu olsa gerek! Hangi yaklaşım öne çıkarsa çıksın, her durumda da emperyalizm kazanıyor.

Halbuki bizim için de win-win durumu yaratacak politik bir çizgi mümkündür. Bu çizgi Kıbrıs halkının gerçek çıkarlarını temsil eden bağımsız bir çizgidir. Bu çizgi anti-emperyalist birleşik cephe (aebc) hükümeti ve sosyalizm çizgisidir.
Kıbrıs halkının böylesi bir çizgi etrafında birleşmesi, içte ve dışta yaratacağı uluslararası dayanışma ve sosyalizm hedefi, ya bu çizginin başarı sağlaması sonucuna ulaşacak ya da başarısızlık halinde bile emperyalist güçler üzerinde oluşturacağı kitle baskısı nedeniyle en azından Kıbrıs’ta bir burjuva barışı sağlayacaktır. Üstelik Kıbrıs halkının çıkarlarını daha fazla gözeten bir barış! Bu da bizim win-win durumumuz olacaktır.

Ne yazik ki KSG dışında hiçbir sol grup veya örgüt böyle bir bağımsız politika ortaya koymadı. Bu nedenle bugün hem halkımızın hem de kendilerinin yaşamakta oldukları hayal kırıklığından öncelikle sorumludurlar.

Gelinen noktada aebch politikamızın doğru ve haklı bir politika olduğu hiçbir tereddüde yer bırakmayacak kadar netleşmiştir. Halkımızın bağımsız çizgisini oluşturma kararlılığını ortaya koyma zamanı artık gelmiştir. Kuzey Kıbrıs’ın devrimci sol muhalefeti bu momenti doğru yakalayarak kitle desteğini sağlama fırsatını kaçırmamalıdır.

Son güne kadar halkımıza “uyandığınızda bol yıldızlı mavi bayraklar göreceksiniz direklerde” (S. Levent, Afrika, 12/12/02) umutlarını ekenler de artık sorunu yaratanların, emperyalist güçlerin, sorunu çözemeyeceklerini, emperyalist ABD boyunduruğunun alternatifinin emperyalist AB boyunduruğu olmadığını teslim etmeye başladılar.

“Kıbrıslıların, kendilerine dıştan çizilen kadere karşı, ciddi bir mücadeleyi, henüz kabul etmek gibi bir niyette görülmediklerini” eleştiriyorlar (Arif Hasan Tahsin-Afrika, 13/12/02).

“Bu rezil işgale karşı, bu rehineliğe ve esirliğe karşı siz de sesinizi yükseltin artık. Herşeyi ABD’den, BM’den, AB’den beklemeyin. Barışı tırnaklarınızla söke söke kazanın” (S. Levent-Afrika, 15/12/02) demeye başladılar.

Artık emperyalistler arasında Kıbrıs için atılan “yazı-tura”da halkımın tek ümidi olarak paranın dik oturması seçeneğinin olanaksız olduğu iyice açığa çıkmıştır. Bu para dik gelmeyecek!

Gerçekten de barışı tırnaklarımızla söke söke bizim kazanmamızdan başka çaremiz yoktur. Ama bu nasıl gerçekleşecektir?

Kıbrıs halkının ciddi bir mücadeleyi kabul etme niyetinın olmadığı doğru bir gözlem değildir. Bu halk her çağrıya cevap verdi. 18 Temmuz 2000’de meydanları doldurdu. 27 Kasım 2002’de meydanları doldurdu. Hatta 13 Aralık 2002 günü, Kopenhag’da pazarlıklar sürerken yapılan son dakika çağrısına bile, hiçbir ön hazırlık yapılmadığı halde, sel oldu ve binlercesi ile katıldı. Halk daha ne yapsın?

Ciddi bir mücadeleye girişmeye niyeti olmayanlar aslında Kıbrıs halkı değil, yıllardır BM ve AB’nin dümen suyunda bu halka doğruları söylemeyenler, halkı sahte umutlarla oyalayanlar, muhalefeti koltukları içinde salonlardan yürütenlerdir. Halk mücadeleye hazırdır. Ama bugüne dek ‘önder’lik taslayanlara güvenini yitirmiştir. Tereddütü bundandır.

Biz KSG olarak barışı tırnaklarımızla kazanmanın yöntemini ve programını ortaya koyduk: Emperyalizme karşı halk güçlerinın cephesi. İçte ve dışta tüm anti-emperyalist güçlerin ulusal ve uluslararası birleşik gücü.

Stratejimiz: anti-emperyalist birleşik cephe hükümeti!

Artık yeter, umut tacirliğine son!
Ne BM, ne ABD, ne AB
Kıbrıs halkının dertlerine derman olamaz!
Yaşasın anti-emperyalist
bağımsızlık mücadelemiz!
Yaşasın anti-emperyalist birleşik cephe hükümeti!

Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek
(Sayı: 85, Başyazı)