İlk direnişler Filistin henüz Osmanli işgali altındayken anti-siyonist oluşumlar görülmeye başlanmış, 1914de Akdam gazetesi siyonistlerin Filistini ele geçirmek için çalıştıklarını yazmıştı. Filistinli gençler aynı tarihlerde siyonistlere karşı mücadele etmek amacıyla lokallerde bir araya geliyorlardı. İngiliz emperyalizminin siyonistlere Belvor sözünü vermesinden sonra birbirlerine daha çok yakınlaşmışlardı. İngilizler sömürge yönetiminin yerleşmesi için işbirlikçilere, siyonistler de yağmacı amaçlarına ulaşmak için emperyalist bir güce dayanmaya ihtiyaç duymaktaydılar. Filistin direnişi baştan beri bu gerici ittifaka karşı mücadele ederek gelişti. İsrail devleti kurulana kadar mücadelede öne çıkan anti-emperyalist yöndü. Siyonistler ikinci planda kalıyorlardı. Bu süreçte siyonistler gittikçe silahlanıyor, İngilizlerin sağladıkları imkanlarla daha saldırgan tutum almanın koşullarını oluşturuyorlardı. İngiliz emperyalizmine karşı kitlesel direnişlerin ilki 1929 yılında gerçekleşti. Birçok Filistin kentinde patlak veren ayaklanma ilk elden Kudüs, Nablus, Hayfa, Yafa, Tulkerm ve Gazzede başladı. Ayaklanma İngiliz sömürgeci yönetimi, siyonist ittifak ve Filistinli feodallerin uzlaşmacı-işbirlikçi tavırlar almaları sonucu bastırıldı. İngilizlerin idamlar, toplu tutuklamalar, yıkımlarla karşılık vermelerine karşın yoksul köylülük ve işçi sınıfı sonuna kadar direndi. İkinci ayaklanma 1933de patlak verdi. Genel grev, kitlesel gösteriler, polisle çatışmalar uzun süre devam etti. Bu başkaldırı bastırıldıktan sonra da İngiliz kuvvetlerine ve devlet kurumlarına yönelik saldırılar devam etti. İki ayaklanmanın deneyim ve birikimi üzerinde Filistin devrimi (1936-1939) olarak da adlandırılan süreç başladı. Daha uzun soluklu, daha hazırlıklı olan bu girişim 1936dan 1939a kadar devam etti. Bitimi ikinci emperyalist savaşın başlamasına denk geldi. Savaş, ayaklanmanın yenilmesindeki etkenlerden biriydi. Emperyalist sömürgeciliğe, siyonist yağmacılara ve Filistinli işbirlikçi feodallere karşı bu başkaldırının sürükleyici gücü yoksul köylülük olmuş, yeni güçlenen Filistin işçi sınıfı da sonuna kadar aktif destek vermişti. Bu dönemde İngilizler ile siyonistler arasındaki ittifak daha da pekişti. Arap köylülere dönük baskılar, Arap işçilerin resmi kurumlardan atılıp yerlerine yahudi işçilerin yerleştirilmesi ve Filistine yahudi göçü doruğa çıktı. Direniş merkezi bir politik önderlikten yoksundu. Esas olarak yerel önderler tarafından yönlendirilmiş, bu zayıflığına rağmen inatçı bir direngenlik sergilenmişti. İngilizler direniş karşısında yahudi göçünü yasakladıklarını ilan etmek zorunda kalmışlardı. Yerel önderlerin şehit düşmesi, silah ve cephane yoksunluğu, yoksulluk gibi etkenlere rağmen başkaldırıyı durduramayan İngilizler, Arap şeyh ve emirlerini devreye sokarak, onlar aracılığıyla belli vaatlerde bulunarak, ayaklanmanın bitmesi yönünde çağrılar yaptırdılar. Çağrıya hemen karşılık veren Filistinli zenginler de direnişin sona ermesi için çaba harcadılar. Konjonktürün de etkisiyle çağrılar karşılık buldu ve ayaklanma sona erdirildi. Bu direnişin önemli bir yönü, Filistinli Arapların yahudilere, İngiliz sömürgeciliğine karşı birleşme çağısı yapmış olmalarıdır. Siyonistlerin yahudiler üzendeki etkileri bu çağrının karşılıksız kalmasına neden olmuştur. Bundan sonraki süreçte İngilizler verdikleri sözü tutmadılar, yahudi göçü devam etti. 1948de kurulan İsrail devletinin temelleri bu dönemde hazırlandı. İngilizlerin evleri yıkması, yakma, toplu tutuklamalar vb. ile Filistindeki üretici güçler tahrip edilmiş, ekonomi çökertilmişti. Bu ortam siyonistlerin ekonomik hayatın birçok alanına egemen olmalarını sağladı. Filistin halkı para-militer siyonist örgütlerin saldırılarına ve BMnin taksim planına karşı dirense de, 39 yenilgisinin etkileri giderilmeden gündeme gelen bu saldırı dalgasını kırabilecek güçte ve hazırlıkta değildi. Arap yönetimleri Filistinin parçalanmasına karşı durmadıkları gibi, kitlelerin etkin muhalefetinin önünü de kestiler. Emperyalist-siyonist plan hayata geçirildi, Filistin toprakları taksim edildi. Görkemli gerilla hareketi dönemi 1960lı yıllar bağımlı ülkelerde sınıf çatışmalarının keskinleştiği, ulusal kurtuluş mücadelelerinin zafere ulaştığı, birçok ülkede devrimci gerilla hareketlerinin kitleselleştiği yıllardı. Vietnam, Küba devrimlerinin yarattığı coşku, Chenin efsaneleştiği bu dönemde hareket Filistinde yankısını bulmakta gecikmedi. Özellikle mülteci kamplarında yaşayan, topraklarından kopartılıp sürülmüş Filistinliler arasında gerilla hareketi hızla örgütlenmeye başladı. Bu yıllarda örgütlenip eyleme geçen Filistin gerillası kısa sürede davasını dünyaya tanıtabildi. Aynı zamanda zulme karşı direnişin sembolü olarak büyük bir sempatiyle karşılandı. Birçok ülkenin (bu arada Türkiyenin) devrimci hareketlerine esin kaynağı oldu. Bu sürede gerillanın sağladığı gelişim, yarattığı siyasal etki ve kendini sol kimlikle ifade etmesi emperyalistleri, siyonistleri ve kimi Arap rejimlerini tedirgin edecek noktaya geldi. Haziran 1967de Gazze Şeridi ve Batı Şerianın İsrail tarafından işgal edilmesi, gerilla hareketini etkilemiş, ancak kısa sürede kendini toparlamasını bilmişti. Bu dönemde Filistin hareketi Ürdün, Lübnan ve Suriyede güç kazandı. Bundan rahatsız olan Ürdün Krallığı emperyalistlerin yönlendirmesi ile Filistin hareketine ve halkına karşı barbarca bir katliama girişti. Filistinlilerin ağır kayıplar verdiği bu saldırıda 40 bin kişi katledildi. Bu olaydan sonra Ürdün nüfusunun 2/3ünü oluşturan Filistinliler ile gerilla hareketi birbirinden uzaklaştı. Ağırlık Lübnana kaydı. 1975-76 yıllarında gerçekleşen Lübnan iç savaşı sırasında Suriye ve Lübnan Sağ Kanat tarafından uzun süren kuşatmaya karşı kahramanca direnen Tel Zaatar Kampı 12 Ağustos 1976da 52 gün süren direnişin ardından düşmüştü. 12 bin sivilin bulunduğu kampı savunan 2 bin 500 gerillanın tümüne yakını imha edildi. Siviller boşaltıldı, bütün evler buldozerlerle yıkıldı. Filistin direniş hareketi gerici Arap rejimlerinden ikinci büyük darbeyi yemiş oldu. Yine de gerilla hareketi 82ye kadar varlığını korudu. Lübnana saldırı ve Beyrutun yakılıp-yıkılıp işgal edilmesi sadece gerilla güçlerini bölgeden söküp atmayı hedeflemiyordu. Lübnanda mülteci kamplarında yaşayan 500 bin civarında Filistinlinin (ki bu kamplar gerillanın başlıca güç kaynağıydı) sürgüne gönderilmesi temel amaçlardan biriydi. Sabra-Şatila katliamları, Beyrutun enkaza çevrilmesi, tüm altyapısının imha edilmesi, 20 binden fazla insanın katledilmesi, 25 bin kişinin yaralanması ve 400 bin kişinin evsiz kalması, bu hedefe ulaşmak içindi. Gerilla mücadelesinden kitle mücadelesine... Beyrut kuşatmasından sonra Filistin direniş hareketi bölgenin dışına sürüldü. Bu yenilgi sadece siyonistlerin başarısına bağlı değildi. Emperyalizmin etkin desteği ve Arap rejimlerinin Filistin davasını kendi siyasal ve bölgesel çıkarlarının bir uzantısı haline getirme planları bunda önemli bir rol oynamıştı. Bölgedeki Arap ülkelerinin Lübnan iç savaşı sırasında Filistin direniş hareketi ve sol cepheye karşı aldıkları tavır 82 yenilgisinin temelini attı. Filistinli grupların Arap yönetimleriyle girdikleri kimi ilişkilerin de buna katkısı oldu. 82 yenilgisi gerilla mücadelesinde geriye düşüşün başlangıcı oldu. Araya giren coğrafi uzaklık ise (FKÖ Tunusa taşınmak zorunda kaldı) bu süreci hızlandırdı. Burada konjonktürel etkenlerden de söz etmek gerekir. Artık dünyada ve bölgede yeni dönemin ilk belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştı. Dünyanın farklı bölgelerindeki gerilla hareketleri -istisnalar dışında- reformistleşme/uzlaşma sürecine girişe hazırlanıyordu. Bu etkenler bir araya getirildiğinde, yaşanan sonuç daha kolay anlaşılabilir. 1987 yılına kadarki süreç sakin geçmiş gibi gözükse de, yaşanan fırtına öncesi bir sessizlikti. İşgal altında yaşayan Filistinliler başkaldırı için bardağı taşıracak son damlaları biriktirirken, gerilla hareketinin en güçlü grubu El Fetih ve FKÖnün lideri Arafat, diplomasi yollarını aşındırmaya hazırlanıyordu. Denebilir ki Arafat, yeni dönemi önceden sezmiş ve hazırlığını sistemle bütünleşmeye uygun bir şekilde yapmaya başlamıştı. Daha Tunusa sürgüne giderken herkesi şaşırtarak, Mısırda Hüsnü Mübarekle görüşme gerçekleştirerek ilk adımını atmıştı. Sürgünde (Tunusta) Bağımsız Filistin Devleti ilanı, hemen ardından 100 ülke tarafından tanınması bu adımların karşılıksız kalmadığını gösteriyordu. Mücadelenin uzağında atıl kalan gerilla için başlayan bu süreç, bir sistemle bütünleşme, çürüme ve yozlaşma sürecidir. Nitekim FKÖnün Arafat liderliğinde kurduğu Özerk Yönetim sırasında yaşanan yolsuzluk, adam kayırma, bürokratik çürüme vb. ile de durum tescillendi. Gerilla örgütlenmesi hızlı bir tasfiye sürecini yaşarken, Filistin davası işgal altında yetişen yeni bir kuşakla yeniden ayağa kalkmaya hazırlanıyordu. Gerillanın mücadele içindeki yeri geri plana düşmüştü, kitle mücadelesi önplana çıkmaya başlamıştı. Tanklara karşı taşlarla yazılan tarihin ilk sayfaları açılıyordu. Arafat sistemle bütünleşmeye çalışırken, diğer gruplar marjinalleşip darlaşırken, Gazzede boğucu bir siyonist kuşatma altında yaşayan Filistinli çocuk ve gençler ilk taşları biriktirmeye başlamışlardı bile. Ve ilk taş 9 Aralık 1987 yılında işgalci askerlerin suratında patladı. Kıvılcım çakılmıştı. Siyonistlerin kabusu yeniden başlamıştı. (Devam edecek...) |
|||||