Sermayenin yeni hükümetten beklentileri...
Savaş ve yıkım programında hızlı icraat Önce başbakanlık Abdullah Güle verildi. Ardından daha hükümet bile resmen kurulmadan acil eylem planı açıklandı. Başbakanlık resmen Güle verildi ama fiilen Erdoğanda. Yeni hükümet programının açıklanması, acil olarak ele alınacak konular, İMF ve Avrupa ile ilişkiler, Kıbrıs vb. akla gelebilecek hemen tüm konularda Erdoğan konuşmaya ve çalışmaya devam ediyor. İşin ilginç yanı, bunun yaşandığı yer devletin zirvesi. Fikir yasaklısı diye Erdoğanı meclis dışında bırakan da, şimdi bu garip tabloya bir çözüm üretmeye çalışan da devletin kendisidir. Türk devletinin kendi eliyle yarattığı tezatlar yumağı kuşkusuz bundan ibaret değil. Her yerde ve her konuda karşısına çıkmakta, ayağına dolanmaktadır. Durum, Aralık zirvesinden dolayı yeni hükümetin ilk önemli uğraşısı haline gelen AB meselesinde de farklı değil. Konuya ilişkin yapılan açıklamalar kendi kendini çürütür nitelikte fikir çelişkileriyle dolu. Hele de açıklamayı yapan hükümet partisinin siyasal kimliği gözönüne alınırsa, daha gülünç bir durum ortaya çıkıyor. Erdoğan diyor ki; Türkiyenin AB üyeliği İslam ile demokrasinin uyum sağlayabileceğini gösterecektir. Aksi, ABnin bir Hıristiyan kulübü olduğu yönündeki fanatik görüşlerin önünü açar. Bir de yine Erdoğanın döne döne yineleme ihtiyac duyduğu biz İslamcı bir parti değiliz açıklaması var. Başkalarının siyasette Hıristiyan adını kullanmasında hiçbir mahsur yok, fakat Türkiyede bırakınız partinin adına Müslüman eklemeyi, düşünülmesi ve konuşulması bile sakıncalı. Yasakların, sakıncaların ardı arkası kesilmiyor, ama, diğer yandan da demokrasiye uyum konusunda İslam dünyasına örnek olacaklarmış. İslam dünyası, haçlı seferinden bahseden AB emperyalizminin maşalığına soyunmuş bir Türkiyeyi, Hıristiyan kulübüne yaranmak için bin takla atan hükümete sahip bir Türkiyeyi niye ve hangi gerekçe ile örnek alacaktır? Bu çelişkiler çok geçmeden yeni hükümetin de ayağına dolanacaktır. Tek parti hükümetinin avantajları üzerine yürütülmekte olan reklam kampanyası da bu derde deva olmayacaktır. Zira yeni hükümetin bu iç çelişkiler nedeniyle yıpranmak için de fazla zamanı olmayacak gibi gözüküyor. Hükümet olarak üstlenmek zorunda olduğu iki büyük bela AKPyi de çok geçmeden siyasetten silmeye yetecek önemde. AKPnin değiştiğini düşünenler, Amerikanın Irak cephesinde açacağı haçlı seferine tabur tabur asker sevkiyatı başladığında AKPnin gerçekten de değişmiş olduğunu görecek ve anlayacaktır. Bu, yeni hükümetin daha ilk aylarında sonunu yaklaştıracak ilk büyük felaketi olacaktır. Dahası yeni hükümet bu aynı süreçte İMF-TÜSİAD yıkım programını da sürdürmek zorunda. Hem de seçim vesilesiyle yaşanan aksaklıkları da telafi edecek bir hızda gerçekleştirmesi gerekiyor beklenen saldırıları. Alelacele açıklanan acil eylem planının üstündeki sosyal makyaj silindiğinde, tüm çirkinliğiyle sırıtanın İMF yıkım programı olduğunu görmek zor değil. Acil eylem planının önceliği, doğal olarak, İMF ile yıkım programı üzerine görüşmeler. AKPnin bu programa bir itirazı, bundan duyduğu bir çekince bulunmamaktadır. Zaten yıkım programı konusunda sorun yaratmayacaklarını seçimlerden önce de vurgulamış ve İMFden aldıkları icazetle katılmışlardı seçimlere. Şimdi sıra uygulamaya geldi. Hükümetin planına göre; özelleştirme çalışmalarına hız verilecek, bu kapsamda öncelikle elektrik ve bor başta olmak üzere madenler tekelci sermayeye peşkeş çekilecek. Kamu personel rejiminde değişikliklerle kamu emekçilerine de esnek üretim dayatılacak. ESK bir kez daha toplanacak ve sendikal ihanete bir kez daha tarihi rolü oynatılacak. Planın açıklanmasıyla birlikte yağan destek mesajları aslında ek bir söze ihtiyaç bırakmıyor. TÜSİAD başta olmak üzere sermaye çevreleri açıklanan plana yönelik övgülerini, dolayısıyla yeni hükümete desteklerini açıklamakta bir beis görmediler. Seçimden önce en azından CHPnin başında olduğu bir koalisyonu hayal edenlerin, sonuçlar alınır alınmaz tek parti iktidarının avantajlarını sayıp dökmeye başlamaları boşuna değil. Tek parti hükümetinin icraatta hız sağlaması sayesinde yıkım programlarının uygulanması hızlanacak. Savaş kararı hızla çıkarılacak. AKP acil eylem planında Irak saldırısının sözünü bile etmiyor. Konunun sözlü açıklama ve mesajlarda da adı geçmiyor. Oysa yeni hükümetin ve meclisin önündeki en acil eylem savaştır. Konuyu özenle gündem dışı tutmaya çalışmaları ise son derece tehlikeli bir kararlılığın, aynı zamanda da utanç verici bir ihanetin göstergesidir. Türkiyenin bu savaşa katılma kararını tüm dünya biliyor. Ama içerde işçi ve emekçi kitleler tersi yönde kandırılmaya devam ediliyor. Yapılan görüşmeler, yürütülen hazırlıklar, sürekli biçimde savaşa karşıyız açıklamaları eşliğinde gerçekleştiriliyor. Ya da bugünlerde yapıldığı gibi suskunlukla gündem dışı tutulmaya çalışılıyor. Şimdi bu suskunluk korosuna AKP hükümeti de katılmış durumda. AKP kararın orduda olduğu, ordu ise siysi iradenin karar vereceği laflarını geveliyor. Diğer yandan hazırlıklar son hızla tamamlanıyor. Türk devleti cephesinden her türlü hazırlık son evresine gelmiş durumda. Washington-Ankara trafiği vızır-vızır işliyor. Genelkurmayından CİAsına, heyetlerin biri gelip diğeri gidiyor. Türk devletinin çok hassas olduğu Kürt sorunu şimdi Iraklı Kürt liderlerle müzakere ediliyor. Talabani nerdeyse Ankarayı mekan tutmuş vaziyette. Cumhurbaşkanı düzeyinde katılınan NATO zirvesi burjuva medya tarafından ABye mesaj gönderme üzerinden duyurulsa da, NATO gerçeğini ABD gerçeğinden ayırma imkanı bulunmadığına göre, zirvenin asıl mesajı, Bushun 11 Eylülden bu yana yineleyip durduğu demokratik rejimin savunulması adına emperyalist saldırganlığın tırmandırılması, yani dünya halklarına tehdit oldu. NATOnun üyesi ve dünya jandarmasının sadık bir piyonu olarak Türk devleti de, doğal olarak yinelenen bu tehdit mesajının ortağı olma konumunda. Dolayısıyla politika, çok uzak olmayan bir süreçte, savaş koşullarında icra edilmeye başlanacak. Türk devleti ve hükümeti ise bu kez ne farklı bir politika izleme eğilimindedir, ne de istese de böyle bir şansa sahiptir. Farklı bir gelişmenin tek imkanı, emperyalist savaş ve saldırganlıktan en fazla zarar görecek olan, dolayısıyla da onun karşısına dikilmesi gereken tek sınıfın, işçi sınıfının siyaset sahnesine çıkmasıdır. |
|||||