16 Kasım '02
Sayı: 45 (85)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan savaş ve yakıcı görevler
  "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği" şiarıyla emperyalist savaşa dur diyelim!
  Savaşa hazırlıkta son perde
  Mecliste derin devleti artık CHP temsil edecek
  TİS'lerde esnek çalışma dayatılıyor!..
  Karayolu işçisi ve saldırıyı göğüsleme sorumluluğu
  Kurtuluş kendi örgütlülüğümüzdedir!
  Emekçilerin oyuyla sermayeye hizmete!
  Aldatıcı manevralar değil çözüm!..
  ÖO direnişinde yeni bir şehit: Serdar Karabulut
  Seçim çalışmalarının ardından sınıf ve kitle çalışmasının yeni dönemi
  Çürümüş düzenin kirli meclisi
  Floransa'da yüzbinlerce kişi kızıl bayraklar ve savaş karşıtı pankartlarla yürüdü
  Floransa'da Birinci Avrupa Sosyal Forumu...
  Birinci Avrupa Sosyal Forumu katılımcılarıyla röportajlar...
  ABD'de "Bizim adımıza değil!" oluşumunun açıklaması...
  Irak'a yönelik savaşın hazırlıkları tamamlanıyor
  Ayaklanma istiyoruz!
  KADEK'in cinayetlerini durduralım!
  "Sınıfa, Partiye ve Devrime Destek Gecesi"
  Bu gidiş nereye?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Çürümüş düzenin kirli meclisi

AKP sermayenin ve emperyalistlerin onayını alsa da, bu hiçbir zaman desteğe dönüşmedi. Sermayenin gönlünde yatan CHP idi, bu yüzden tüm desteğini ona sundu. Güya hukuk gereği Erdoğan’ın milletvekili olma şansı elinden alındı. Oysa bu gülünç bir yalan.

Erdoğan hakkında açılan yolsuzluk davaları var. Bir davanın sonuçlanması bir yana, henüz Erdoğan ifade vermeye gitmediği için dava başlamadı bile. Yanı sıra, “Erdoğan, belediye bürokratları ile birlikte ‘yolsuzluk, usulsüzlük ve görevi kötüye kullanma’ gibi 5 ayrı davadan yargılanıyor.” (Cumhuriyet, 13 Kasım 2002)

Ama Erdoğan’ın milletvekilliği bunlardan kaynaklı olarak engellenmedi. Hırsızlık, yolsuzluk Türkiye’de neredeyse milletvekillerinin sıradan bir özelliği gibidir. Bu yüzden böyle bir gerekçeyle milletvekili olma şansı kimsenin elinden alınmaz. Erdoğan’ın milletvekili adaylığını engelleyen neden, yaptığı bir konuşmada okuduğu bir şiirdir. Aynı şiir yüzünden TCK 312. maddeden ceza alıp, hapis yatmıştır. Düşünün ki, belediye başkanlığı döneminde yaptığı yolsuzluklar için ancak şimdilerde dava açılıyor. Ama bir şiir okuduğunda ivedilikle dava açılıp cezalandırılıyor.

DEHAP’lı Akın Birdal ve Murat Bozlak’ın da milletvekili adaylıkları engellendi. İkisinin de adaylığını engelleyen, düşüncelerini ifade etmekten dolayı hapiste yatmaları. Susurlukçu ve “bin operasyoncu” Mehmet Ağar, korucubaşı Sedat Bucak, ülkücü katil Oral Çelik gibi isimler ise milletvekili adayı oldular ve bazıları seçildi.

SY Kızıl Bayrak’ın 19 Ekim ‘02 tarihli sayısında, “Kokuşmuş düzenin kirli adayları” başlığıyla yayınlanan yazıda, meclise girecek olan katil, çeteci, hırsız ve dolandırıcılardan bazı örnekler verildi. Bu katil, çeteci, hırsız ve dolandırıcılar içinden bazıları aday oldukları partiler seçim barajına takıldığı için meclise giremediler. AKP, CHP ve bağımsız olarak girenler ise şimdi miletvekililer. Emin Şirin, İdris Naim Şahin, Hüseyin Besli ve Adem Baştürk AKP sıralarında, mecliste yer alacaklar. Enver Öktem ise CHP sıralarında oturacak.

Mehmet Ağar bir kez daha Elazığ bağımsız milletvekili olarak meclise girdi. “Bin operasyon”la övünen Ağar dokunulmazlık zırhını bir kez daha giyindi. İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan bir dolandırıcı olan Fadıl Akgündüz ise Siirt’ten bağımsız milletvekili seçildi.

Düne kadar yurtdışında bulunan “Jet Fadıl” milletvekili seçildikten sonra Türkiye’ye döndü. Ülkeye döndüğü gün dokunulmazlığını kaldıracaklarını, Fadıl Akgündüz gibi birinin meclise girmesinin meclisin prestijini sarsacağını söyleyen Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde, “Jetkent” hızlı bir yükselişe geçmişti. Jet Fadıl’a hatırı sayılır bir imar rantı bırakan bu yükseliş, yasadışı imar oyunlarıyla şöyle gerçekleşmişti:

“Daha önceki imar planlarında ‘jeolojik sakıncalı alanda’ kaldığı için en çok 2 katlı ve ‘bahçeli ev’ düzeninde inşaat hakkı bulunan Beylikdüzü’ndeki Jetkent siteleri arazileri, Tayyip Erdoğan’ın 1994’te göreve gelir gelmez İstanbul Nâzım Planı’nı beğenmediğini söyleyip ‘iptal etmesi’nin ardından Gürpınar Belediyesi’nce plan değişikliği yapılarak ‘gökdelen konutlar’ bölgesine dönüştürüldü. Belediye Meclisi’ndeki ‘liberal-dinci ittifakla’ gerçekleştirilen bu spekülatif imar planı değişikliğine Büyükşehir Belediyesi yönetimi hiçbir itirazda bulunmayıp sessiz kalarak ‘örtülü onay’ verirken, Recep Tayyip Erdoğan da yükselen inşaatlardan elde edilen rantla düzenlenmiş ‘Siirtliler gecelerinde’ Akgündüz’e ‘destek’ konuşmaları yapmıştı.” (Cumhuriyet, Oktay Ekinci, 13 Kasım ‘02) Bu da AKP’nin tipik bir kirli düzen partisi olduğunun bir başka göstergesi.

Meclis hırsız ve dolandırıcı dolu. Ama Fadıl Akgündüz gibi birinin değil seçilmesi, millettvekili adayı olması bile düzenin seçim oyununun ne menem bir şey olduğu hakkında fikir veriyor. Elbette diğerleri de püri pak değil, bilinen deyimle mecliste “yetim hakkı yemeyen” yok. Sömürü, baskı ve talana dayalı bir sistemin meclisi de başka türlü olamaz zaten.

Sermaye açısından herşey yolunda giderse, beş yıl sonra seçim oyunu yeniden oynanacak. Bu kirli düzen varolduğu sürece meclise yine kirli isimler girecek ve meclis yine çete meclisi olacak. Demek oluyor ki, sorunun özü kirli düzendir, kapitalizmdir. Bataklığı kurutmadan sineklerle uğraşmak bir yarar sağlamaz. Sinekleri yok etmek için bataklık kurutulmalıdır. Bu ise işçi ve emekçilerin kendi sınıf partisinin devrimci programı ve bayrağı altında kenetlenerek, devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmesini gerektiriyor. Ancak bu kirli sistem tarih sahnesinden silindiğinde temiz bir toplum özlemi gerçekleşebilecektir.



Demokratikleşme yalanları ve
artan devlet terörü

6 Kasım’da YÖK’ü protesto eylemleri gerçekleştirildi. İstanbul’daki gösteriye polis müdahale etmedi, ama Ankara’daki medyanın da da ilgisini çekecek biçimde saldırdı. En çarpıcı görüntü ise, gözaltına alınan bir öğrencinin (Veli Kaya) yakınlardaki bir depoya götürülerek vahşice dövülmesiydi. Öğrenci emekçiler tarafından kurtarıldı.

Sermaye medyası “AB’ye uyum yasaları” üzerinden demokratikleşme yalanlarıyla kitleleri sersemletmek için yoğun bir çaba harcadı. Artık anadilde eğitim verilecek, gösteri ve yürüyüş serbest olacak, idam kaldırılacaktı!

Şimdi de işkence ve devlet terörü sanki yasalardan ve bazı kötü alışkanlıklardan kaynaklanıyormuş gibi yansıtılıyor. Bu konuda yasal önlemler alınmış olmakla birlikte uygulamada aynı sorunlarla karşılaşılması yılların kazandırdığı kötü alışkanlıklardan kaynaklanıyor! Oysa işkence ve devlet terörü, sömürü sisteminin bekası için uygulanan sistematik bir olgudur. Bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir durum da değildir. Burjuvazi koşullar uygun olduğu sürece kendi demokrasisini yaşama geçirir. Bunu devrimci muhalefeti kırmanın etkin bir silahı olarak kullanır. Ama bunu yaparken, faşizmin üstünü ince bir tülle örter. Bu yüzden burjuva demokrasisinin uygulandığı emperyalist ülkelerde de sık sık coplar ve ihtiyaç duyulduğunda silahlar kullanılır.

6 Kasım’da Ankara’da sergilenen saldırganlık “AB’ye uyum yasaları”nın nasıl bir aldatmaca olduğunu, AB emperyalizminden demokrasi beklentilerinin nasıl ham hayaller olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Öte yandan, seçim süreci boyunca MHP’nin eski saldırgan tutumunu sergilemesi, sivil faşistlerin fevri bir çıkışı değil, faşist sermaye devletinin bir politikasıdır. İstanbul Esenyurt’ta BDSP çalışanı Murat Elverişli’yi silahla yaralayan besleme faşist, daha sonra elini kolunu sallayarak MHP binasına girmiştir. Olayın hemen sonrasında gelen jandarma bu faşisti “bulamamıştır”! Dahası bir başka BDSP çalışanını gözaltına almıştır.

Körfez savaşı yakında başlayacak. Türkiye de savaşa aktif olarak girecek. Bu koşullarda devlet terörü giderek artacak ve şiddetlenecek. Sivil faşistler ise yer yer Esenyurt’ta olduğu gibi devlet himayesinde, yer yer de devlet güçleriyle birlikte terör estirecekler.

Emekçiler Ankara’da öğrenci dövülürken seslerini çıkarmasalardı, yarın aynı depoda dayak yiyenler belki de kendileri olacaklardı. Ama sessiz kalmadılar. AB uyum yasalarıyla gelen “demokrasinin” ne menem bir şey olduğunu yaşayarak gördüler ve öğrenciyi polisin elinden kurtardılar. Bu davranış işçi ve emekçilere demokrasi yalanları karşısında izlenmesi gereken yolu gösteriyor.