16 Kasım '02
Sayı: 45 (85)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan savaş ve yakıcı görevler
  "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği" şiarıyla emperyalist savaşa dur diyelim!
  Savaşa hazırlıkta son perde
  Mecliste derin devleti artık CHP temsil edecek
  TİS'lerde esnek çalışma dayatılıyor!..
  Karayolu işçisi ve saldırıyı göğüsleme sorumluluğu
  Kurtuluş kendi örgütlülüğümüzdedir!
  Emekçilerin oyuyla sermayeye hizmete!
  Aldatıcı manevralar değil çözüm!..
  ÖO direnişinde yeni bir şehit: Serdar Karabulut
  Seçim çalışmalarının ardından sınıf ve kitle çalışmasının yeni dönemi
  Çürümüş düzenin kirli meclisi
  Floransa'da yüzbinlerce kişi kızıl bayraklar ve savaş karşıtı pankartlarla yürüdü
  Floransa'da Birinci Avrupa Sosyal Forumu...
  Birinci Avrupa Sosyal Forumu katılımcılarıyla röportajlar...
  ABD'de "Bizim adımıza değil!" oluşumunun açıklaması...
  Irak'a yönelik savaşın hazırlıkları tamamlanıyor
  Ayaklanma istiyoruz!
  KADEK'in cinayetlerini durduralım!
  "Sınıfa, Partiye ve Devrime Destek Gecesi"
  Bu gidiş nereye?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Seçim oyunu bitti; emperyalist savaş, İMF, açlık ve
yoksulluk gerçeği ise sürüyor!

Emekçilerin oyuyla sermayeye hizmete!

AKP’nin emperyalistlere ve işbirlikçi sermayeye bağlılığın tüm yalınlığıyla ortada olmasına karşın 3 Kasım seçimlerinde temel sanayi kentleri de dahil olmak üzere birçok ilde işçi ve emekçilerin oyunun azımsanamayacak bir bölümünü aldığı ortada. Seçimlerin ardından sonuçların açıklanmasıyla birlikte taraftarlarının AKP’nin “başarısını” kutlarken oluşturduğu görüntü bu çelişkili durumu, aynı zamanda gerçeği de göstermekteydi. Bir yanda ABD ve AB emperyalistlerinden siyonist İsrail’e, sermayenin önde gelen kuruluşları TÜSİAD, MÜSİAD ve TİSK’ten, İMF ve Dünya Bankası’na kadar emperyalist-kapitalist sistemin ulusal ve uluslararası tüm odakları AKP’nin seçimden birinci parti olarak çıkmasını ağızları kulaklarına varan bir sevinçle kutlarken, AKP’yi umut olara görüp oy veren işçi ve emekçi halk da kendince bu başarıyı kutlamaktaydı.

Emperyalistlerin ve işbirlikçi sermayenin AKP’nin “başarısını” kendi başarıları olarak sahiplenmesi boşuna değil. AKP’ye oy veren emekçilerin ise gerçekte oylarını işsizliğe, açlığa, yoksulluğa, baskı ve zulme karşı verdiklerinden, çok geçmeden bu dayanaksız sevinçlerinin kursaklarında kalacağını söylemek herhangi bir öngörünün ötesinde yaşamın çıplak bir gerçeğini ifade etmek demektir. Zira seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından sermayeye bağlılığını bir kez daha yineleyen Erdoğan’ın emekçi halka tek söylediği 3 yıl daha kemerlerın sıkılacağı oldu.

Ancak bu gerçeğin kendisi aynı zamanda AKP’nin kucağında kurulu bir saatli bomba anlamına geliyor. ABD politikalarına yön vermekte etkili olan Washington’un önemli düşünce kuruluşlarından CSIS’ın Türkiye masası direktörü Bülent Ali Rıza’nın seçim sonuçlarını değerlendirirken yaptığı açıklamalarda bu gerçeği ifade etmektedir:

“Washington yönetimi için bu sonuç hiç sürpriz değildir. AKP’nin ezici çoğunluğu karşısında son derece rahat Washington. Bundan sonra AKP, merkezi-merkez sağı kucaklamaya çalışacak, daha da yumuşayacak, sistemle anlaşma yoluna gidecektir. Ama diğer yanda ona oy verenlerin beklentileri var, dolayısıyla AKP seçmenin beklentisi ve karşısındakilerin kuşkusu arasında beklenti ve kuşkulardan oluşan sırat köprüsünde olacak.”

AKP’nin bugün emekçilerin talepleri mi, yoksa karşısındakilerin (düzenin gerçek egemen güçlerinin) kuşkularını mı gidermeye çalıştığı ortadır. Bugün AKP’yi iktidara getiren, İMF ve TÜSİAD’ın yıkım programlarının yarattığı ağır sosyal sorunlardır. Bu programı uyguladığı için 57. hükümetin başına gelenlere benzer bir akıbet AKP’yi beklemektedir.

Müslüman demokratlık mı, yoksa emperyalizme
ve burjuvaziye uşaklık mı?

ABD’nin icazetiyle kurulan AKP’nin atacağı adımlardan izleyeceği politikaya kadar herbir ayrıntı bizzat Washington merkezli hazırlanmaktadır. CSIS’ın Türkiye masası direktörü Bülent Ali Rıza’nın yaptığı açıklamalar bunun göstergesidir. Washington AKP’nin ezici başarısını beklemekle birlikle bundan sonra atacağı adımların da neler olacağını söylemekten çekinmemektedir. Bugün tüm Ortadoğu’ya yönelik saldırı planını Irak üzerinden başlatma hazırlığında olan ABD için AKP’nin tutumu kendi savaş gerekçelerinin de dayanağı olmaktadır. Irak petrollerinden nasibini alamayan Bush, Saddam’ı hedef tahtasına çakarken yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ABD’nin sınırsız kullanımına açan Türkiye’yi ve boynuna “Müslüman demokrat” tabelasını astığı AKP’yi dünyaya örnek olarak g&oml;stermektedir.

Daha seçim sonuçları bile belli değilken Tayyip ve Abdullah Gül gibi AKP’nin önde gelen isimleri Irak’ı ABD’ye boyun eğmeye çağırmaktaydı. ABD politikalarına Ortadoğu halklarının gösterdiği tepkiye karşı Müslüman demokrat kimliği ile öne çıkartılan ve Bush yönetiminin Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı yönetim biçimi olarak sunulan Türkiye ve AKP modeli, kelimenin gerçek anlamıyla emperyalizme uşaklık anlamına gelmektedir. Bir yanda BM kararlarını defalarca çiğneyip Filistin’de katliam ve işgal politikası uygulayan İsrail’le ortak anlaşmaları onaylayan AKP, diğer yanda Irak’ın BM kararlarına uymadığı bir durumda ABD saflarında savaşa girebileceğini söylemekte.

Sorun partilerde değil düzendedir!

Türkiye’de yapılan her seçimde iktidar olan partilerle birlikte meclisteki milletvekillerinin büyük bir bölümü tasfiye edilmiştir. Seçimlerle parlamentonun yenilenme oranı ortalama yüzde 70 civarındadır. 3 Kasım seçimlerinde bu oran yüzde 90’lara çıkmıştır. Yani geçen dönem parlamentoda olan her 10 milletvekilinden 9’u seçilememiştir. 3 Kasım seçimleri parlamentonun neredeyse tümünü sandığı gömmüş olmasına rağmen uygulanan ve uygulanacak olan politikalarda sözü edilebilir hiçbir değişiklik yoktur. Çünkü düzen partilerinin hepsi İMF-TÜSİAD yıkım programlarını uygulamak, ABD ve AB emperyalistleri ile işbirlikçi sermayenin isteklerini yerine getirme noktasında tekleşmiştir. Sağ ya da sol etiketli olsun düzen partilerinden hangisi iktidara gelirse gelsin, meclis aritmetiği ne oranda de¤işirse değişsin, değişmeyen tek şey açlık, yoksulluk, baskı ve zulüm düzeni olmuştur.

Seçim sonuçlarını değerlendiren sermayenin önde gelen isimlerinden Bülent Eczacıbaşı ve Cem Boyner’in “Piyasa kuralları işledikten ve İMF programı devam ettikten sonra hükümetin kim olduğu fark etmez” sözleri, bu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. 57. hükümetin sözde solda duran DSP’si, merkezdeki ANAP’ı ve faşist MHP’si, İMF-TÜSİAD programlarına bağlılık, emperyalizme uşaklık, işçi ve emekçi halka düşmanlık çizgisinde birleşip, nasıl tam bir uyum içinde hareket ettiyse, Erdoğan ve AKP’si de aynı programda hareket etmektedir.

Düzen partilerinin neredeyse tümünün baraja gömülmesi ve AKP’nin seçimden birinci parti olarak çıkması sermaye basınında “radikal” ve “köklü” bir değişim olarak yer aldı. Peki değişen nedir? AKP, İMF-TÜSİAD programlarını uygulamayı mı, reddediyor. ABD’nin hesabına girişilecek Irak savaşına mı karşı çıkıyor. Uygarlığın değil ama savaşın ve sermayenin birliği olan AB’ye girmeye mi karşı çıkıyor?

Tüm bunlara karşı çıkmadığına göre değişen nedir? Ya da AKP’nin diğer düzen partilerinden farkı nedir?

3 Kasım seçimleri bir kez daha göstermiştir ki sorun, Amerikancı düzen partilerinden hangisinin iktidar olup olmayacağında değil ücretli kölelik düzeninin kendisindedir.

B. Ekim