16 Kasım '02
Sayı: 45 (85)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan savaş ve yakıcı görevler
  "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği" şiarıyla emperyalist savaşa dur diyelim!
  Savaşa hazırlıkta son perde
  Mecliste derin devleti artık CHP temsil edecek
  TİS'lerde esnek çalışma dayatılıyor!..
  Karayolu işçisi ve saldırıyı göğüsleme sorumluluğu
  Kurtuluş kendi örgütlülüğümüzdedir!
  Emekçilerin oyuyla sermayeye hizmete!
  Aldatıcı manevralar değil çözüm!..
  ÖO direnişinde yeni bir şehit: Serdar Karabulut
  Seçim çalışmalarının ardından sınıf ve kitle çalışmasının yeni dönemi
  Çürümüş düzenin kirli meclisi
  Floransa'da yüzbinlerce kişi kızıl bayraklar ve savaş karşıtı pankartlarla yürüdü
  Floransa'da Birinci Avrupa Sosyal Forumu...
  Birinci Avrupa Sosyal Forumu katılımcılarıyla röportajlar...
  ABD'de "Bizim adımıza değil!" oluşumunun açıklaması...
  Irak'a yönelik savaşın hazırlıkları tamamlanıyor
  Ayaklanma istiyoruz!
  KADEK'in cinayetlerini durduralım!
  "Sınıfa, Partiye ve Devrime Destek Gecesi"
  Bu gidiş nereye?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Mecliste derin devleti artık CHP temsil edecek

CHP’liler seçim sonuçları karşısında ilk tepkilerini, “sevinçliyiz ama göbek atamıyoruz” sözleriyle dile getirdiler. Üç buçuk yıl sonra iki partiden biri olarak ikinci sırada meclise girmiş olmaktan ötürü yaşadıkları sevinç, tek başına iktidar olma hedefindeki başarısızlığın gölgesinde kalmıştı. Seçimin hemen ertesinde yaptığı açıklamayla Deniz Baykal, başarısızlığın yarattığı moralsizliği gidermeye çalıştı, “Biz tek başına iktidar olmak istedik, ama şimdi tek başına muhalefet olduk.” Türkiye’yi zorlamamak gerektiğinden ve mecliste temsil edilmeyen %45 oranındaki seçmen kitlesini de temsil ettiklerinden bahsetti.

Seçim sonuçları üzerine gazetemizde yayınlanan değerlendirmelerde de söylendiği üzere, CHP meclise girmiş, “tek başına muhalefet” olmuş olsa da, aldığı sonuç basbayağı bir hezimettir. Üç buçuk yıldır mecliste değildi. Dolayısıyla son yılların yıkım saldırısının yarattığı kitle tepkisinin başlıca hedeflerinden biri de değildi. Seçim öncesinde meclise gireceği kesin olan köklü bir parti olarak sermaye iktidarının tüm desteğini de arkasına almıştı. Rejimi sıkıntıya düşürebilecek bir AKP hükümeti karşısında, öncelikli bir tercihti. Şeriat korkusu yaşayan kesimlerin desteğini arkasına almıştı. Ama gene de %19 civarında bir oy desteğiyle çıktı seçimlerden.

CHP’liler bir hayli şaşırmış oldular bu başarısızlığa. Oysa tersi bir sonuç şaşırtıcı olurdu. Baykal CHP’si, 57. Hükümet döneminde sürekli yıkım yaşayan yoksul emekçi kesimlerin sorunlarına, demagoji bağlamında bile ilgi göstermedi. Sermaye düzeninin has partisi olmak konumuna uygun olarak, tümüyle iktidar sahiplerinin ihtiyaçlarına eğildi. Daha kapsayıcı olmak adına, söylemlerini de düzen sağıyla ortaklaştırdı. Klasik CHP söylemlerini terk ederek, “Anadolu’nun envai değerlerinin temsilcisi” olduğunu öne çıkardı. Düzeni sıkıntıya sokmamak için, bir kez olsun İMF-TÜSİAD programına karşı çıkmadı. Dahası hükümetin uygulamalarına meclis dışından destek verdi. İMF-TÜSİAD yıkımlarının devamcısı olacağını, sermayenin saldırılarını sürdüreceğini, Sabancılar’a senet vererek taahhüt etti. Epeycebir çaba sarf ederek Dünya Bankası memuru Derviş’i partiye kazanan Baykal, böylelikle TÜSİAD kodamanlarına samimiyetini göstermiş ve onların desteğini arkasına almış oldu. Seçim kampanyaları döneminde bile İMF politikalarına, sermaye iktidarının savaş konusundaki girişimlerine tek laf olsun etmedi.

Böyle bir CHP’ye %19’luk bir oy desteği bile fazladır. CHP, yıkıma uğrayan kitlelerin sandığın dibine gömdüğü ve bitme noktasına getirdiği diğer düzen partileriyle aynı akıbeti yaşamadığı için şanslı bile sayılabilir. Kaldı ki yaşadığı hezimetin sorumlusu sadece kendisi değil, sermaye iktidarıdır. Çünkü CHP bu seçimlere sermaye iktidarının favori atı olarak girmiş, en ileri düzeyden sermaye iktidarını temsil etmiştir. Başarısızlığı, gerçekte sermaye iktidarının da başarısızlığıdır.

Her ne kadar “tek başına muhalefet” gibi görünse de CHP gizli iktidar rolü oynayacaktır. Rejimin AKP’nin dizginlerini sıkı sıkıya tutmasının, onun hizadan çıkmamasını sağlamanın aracıdır. Daha bugünden bunun sinyallerini vermektedir. Baykal bunu açık açık dile de getirmektedir; “özen ve dikkat gösterilmezse, frene basılmazsa, iktidar çok rahatlıkla Türkiye’yi kutuplaştırabilir. Güç bende, istediğimi yaparım yaklaşımı içine girerse ciddi sorunlar çıkabilir. Hassas bir dengenin üzerinde duruyoruz. Umarım bu konuda iktidar gerekli dikkati sergileyecektir. Biz de onların sorumlu davranmasına yardımcı olmaya çalışacağız. Türkiye’yi zorlamamak lazım...”

Başbakan atama sorununda Cumhurbaşkanı’nın dillendirdiği çizgiyi olduğu gibi savunması, rejimi tartıştırmayacağını fırsat buldukça ifade etmesi, CHP’nin mecliste de sermaye iktidarı adına hareket edeceğini gösteriyor. Mecliste temsil edilmeyen %45’in de temsilcisi olduğunu dile getirmesi, gücünü pekiştirme niyetinden başka bir şey değildir.

Kendini gizli iktidara böylesine kaptıran CHP’ye, düzen çevreleri ve iktidar sahipleri tarafından da gereken destek verilmiştir. Gerek burjuva medya, gerek ordu ve tekelci sermaye, gerek yargı kurumu bu konuda yek vücuttur. 10 Kasım törenlerindeki konuşmalar, AKP’ye bir nevi gözdağı, CHP’ye ise görev ve sorumluluklarını hatırlatma ve destek beyanı sayılabilir. Bu ülkede Mustafa Kemal’in kurduğu ve Kemalizm’in “yegane” temsilcisi olarak CHP’nin, “Rahat uyu Atatürk, kurduğun laik cumhuriyeti ilelebet yaşatacağız...” diye başlayan konuşmalardan gerekli mesajları aldığına kuşku yoktur. O yüzden seçimin ilk şoklarını çabuk atlatmış, şimdiden kendisini gizli iktidar rolünü oynamaya kaptırmıştır.

CHP yeni dönemde gizli iktidar olmanın olanaklarını sonuna kadar kullanacaktır. İMF-TÜSİAD patentli saldırılarının harfiyen hayata geçirilmesini denetleyecek, ama öte yandan muhalefet olarak süreçten yıpranmadan çıkmaya çalışacaktır. AKP gibi bir partinin hükümette olması da işine gelmektedir. Zira sermayenin ihtiyaçları doğrultusundaki saldırıların, ekonomik ve sosyal yıkımın, bekleyen savaşın, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırlanmasının vebalini AKP’ye yıkmak daha kolaydır. AKP hem neredeyse mecliste anayasayı değiştirebilecek koltuğa sahip olarak tek başına iş başındadır, hem de düzen çevreleri tarafından kerhen kabul görmektedir. Dolayısıyla yeni meclise yaptırılacak işlerin sorumluluğunu AKP’ye yıkarken, düzen çevrelerinin, örneğin sermaye medyasının sınırsız yardımını alacaktır.

İki partili meclis ve “tek başına iktidar” üzerinden istikrar sağlanacağının dillendirilmesi bile bu yönlü bir adımdır. AKP’den istikrar beklenmektedir ama AKP’nin istikrar sağlamakta yaslanabileceği hiçbir ekonomik-sosyal zemin yoktur. Bir kere sermaye düzeni ekonomik olarak iflas etmiş sayılır. AKP hükümetinin borç faizlerini ödemek, bunu yapmak için de işçi ve emekçilere yüklenmek dışında bir seçeneği yoktur. AKP’nin önüne özelleştirmeyi hızlandırmak, işsizliği tırmandırmak, “esnek üretim” yasasını çıkarmak, sermaye üzerindeki vergi yükünü azaltmak, tekelci sermayeyi palazlandırmak vb. işler şimdiden konulmuştur.

Öte yandan Türkiye bir savaşa sürükleniyor ve AKP daha şimdiden bu konudaki inisiyatifi saldırganlığıyla ünlü Genelkurmay’a bıraktığını açıklamıştır. Dolayısıyla ne ekonomik ne de siyasi istikrar sağlanabilir. CHP, AKP’yi saldırılar konusunda istikrarlı olmaya zorlayarak ama sermaye düzeninin yapısal krizinden kaynaklı istikrarsızlığın derinleşmesinin sorumluluğunu AKP’ye yıkarak, hem kitleler karşısında hem de sermaye sınıfı nezdinde güçlenmeye bakacaktır.

Ayrıca CHP’nin toplumda laiklik ve demokrasi konusunda duyarlı olan kesimleri manipüle ederek arkasına çekmesi de kolaylaşmıştır. CHP, laiklik-şeriat ikilemini sürekli gündemde tutarak, ordu vb. sermaye aygıtlarının toplumsal desteğini artırmaya, itibarlarını 28 Şubat darbesi dönemindeki duruma getirmeye çalışacaktır. Türkiye’yi çevreleyen bölgedeki gelişmelerin hızlandıracağı toplumsal süreçlerde devletin buna fazlasıyla ihtiyacı vardır.

Öte yandan CHP, toplumsal muhalefeti de dizginlemeye çalışacaktır. İşçi ve emekçilerin öfkesi çığrından çıktığı her durumda, onların karşısına sosyal-demokrasi kimliği ve mecliste başvurulacak tek parti, üstelik oyları mecliste temsil edilmeyen %45 oranındaki seçmeni de temsil eden muhalefet partisi olarak çıkacaktır. Bu konuda hem medyanın, hem de sendika bürokrasisinin desteğini alacağına kuşku yoktur.

CHP’nin teselli olmasının bir yanında bunlar var. Diğer yanında ise ilk seçimlerde iktidar olma hayali bulunmaktadır. Bu sefer olmadı ama 4 yıl sonra kesin iktidardayız diyerek bunu ifade de ediyorlar. Neticede bu hayallerinde pek de haksız sayılmazlar. Kâh frene basarak, kâh AKP’yi sorumlu davranmaya iterek, kâh “rejim dengelerini koruyarak”, gerçek iktidarın kendilerine tanıdığı misyonun bütün olanaklarını değerlendirecekler.

Baykal’ın bundan ne kadar sonuç alabileceğini ise, sınıf ve emekçi kitlelerin tutumu belirleyecektir. Şayet kitleler bugüne kadar yaşadıklarından gerekli dersleri çıkarmaz, kendilerine dayatılan yıkım ve sefaletin sorumlularından birinin de sermaye iktidarının has partisi CHP olduğunu görmezlerse, bu demektir ki yakalarını CHP oltasından kurtarmaları güçleşecektir.

Bütün bu söylenenler çerçevesinde önemle belirtmeliyiz ki, yeni dönemde CHP’nin maskesini indirmek, kitlelerin bu parti tarafından aldatılmasını boşa çıkarmak devrimci siyasal mücadelenin en önemli sorunlarından biri olacaktır.