16 Kasım '02
Sayı: 45 (85)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan savaş ve yakıcı görevler
  "İşçilerin birliği, halkların kardeşliği" şiarıyla emperyalist savaşa dur diyelim!
  Savaşa hazırlıkta son perde
  Mecliste derin devleti artık CHP temsil edecek
  TİS'lerde esnek çalışma dayatılıyor!..
  Karayolu işçisi ve saldırıyı göğüsleme sorumluluğu
  Kurtuluş kendi örgütlülüğümüzdedir!
  Emekçilerin oyuyla sermayeye hizmete!
  Aldatıcı manevralar değil çözüm!..
  ÖO direnişinde yeni bir şehit: Serdar Karabulut
  Seçim çalışmalarının ardından sınıf ve kitle çalışmasının yeni dönemi
  Çürümüş düzenin kirli meclisi
  Floransa'da yüzbinlerce kişi kızıl bayraklar ve savaş karşıtı pankartlarla yürüdü
  Floransa'da Birinci Avrupa Sosyal Forumu...
  Birinci Avrupa Sosyal Forumu katılımcılarıyla röportajlar...
  ABD'de "Bizim adımıza değil!" oluşumunun açıklaması...
  Irak'a yönelik savaşın hazırlıkları tamamlanıyor
  Ayaklanma istiyoruz!
  KADEK'in cinayetlerini durduralım!
  "Sınıfa, Partiye ve Devrime Destek Gecesi"
  Bu gidiş nereye?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Seçim çalışmalarının ardından
sınıf ve kitle çalışmasının yeni dönemi

Bir dönemi geride bırakmanın
nesnel ve öznel koşulları

3 Kasım seçimlerinin ortaya çıkardığı genel tabloyu, seçim dönemi boyunca yürüttüğümüz çalışmayı birçok yönden dikkatle inceleyip ileriye dönük sonuçlar çıkarmak bundan sonraki toplam çalışmamız açısından büyük bir önem taşıyor. Çünkü seçimlerin açığa çıkardığı tablo, seçim çalışmamızın açığa çıkardığı imkanlar ve deneyimler ve içinden geçtiğimiz süreç, çalışmamıza daha ileri bir düzey kazandırmayı, daha iddialı bir tempoyla sınıf ve kitle çalışmasına yüklenmeyi zorunlu kılıyor. Yeni bir politik iddia ve örgütsel hazırlıkla her anlamda artık bir dönemi geride bırakmak durumundayız. Elde ettiğimiz kazanımları güvencelemenin ve daha ileriye taşımanın olmazsa olmaz koşullarından ilki, emekçi yı&crren;ınların gerçekliğini tam olarak ve bütün yönleriyle kavramak, onların ihtiyaçlarına yanıt vermek ve kendi çalışmamızın zayıf ve güçlü yanlarına nesnel bir gözle bakmayı başarmaktır. Nesnel gelişmelerin sunduğu imkanlar konusunda tarihsel bir iyimserlikle hareket etmeli, fakat tersinden güncel görevlere büyük bir iddia ve pratik çabayla yüklenmeliyiz.

Seçimlerin yarattığı atmosferde şu ya da bu biçimde kendi eğilimlerini çoğunlukla pasif biçimlerde açığa vuran kitleler, içinde yaşadıkları koşullar değişmediği ölçüde seçim sonrasında da arayışlarını sürdüreceklerdir. Hangi biçimler altında sürerse sürsün, bu arayış, ağır yaşam ve sefalet koşullarından kurtulma gerçekliğine dayanıyor. Arayışın yönünü tayin edecek olan ise kitlelerin mücadele deneyimi, eylem ve örgütlülük düzeyidir, toplamda bunun ifadesi olan bilinç düzeyidir. Toplumdaki politik güçler tam da bu nesnel zeminde kendi rollerini oynar, gelişen süreç üzerinde şu ya da bu biçimde etkili olurlar. Sınıf devrimcileri olarak kendimizi sınayacağımız ölçüt, sınıfın ve emekçi yığınların karşısına biricik devrimci altrnatif olarak çıkmayı ve bu temelde kökleşmeyi başarmaktır. Bu vesileyle burada üç noktanın altını kalınca çizmek gerekiyor.

Birincisi; devrimci bir alternatifin güçlü biçimde kendisini ortaya koyamadığı koşullarda nesnel sınıf çelişkilerinden kaynaklanan bu arayışın yönünü şaşırtmak, geçici olarak düzen içi kanallarda tutmak her zaman için mümkündür. Fakat öbür taraftan ağır sömürü ve yaşam koşullarında boy veren insanca yaşam taleplerini karşılama gücünden yoksun olan her türden geçici, saptırıcı ve oyalayıcı yönlendirme, bir şekilde zayıflayıp etkisini yitirmeye de mahkumdur.

İkincisi; emekçi yığınlar kendi alternatif programları ve örgütlülükleri etrafında kendi bağımsız sınıf tutumlarıyla sürece dahil olmadıkları sürece, geçici ve aldatıcı çözümler daha uzun bir süre etki ve varlık alanı bulur, böylece bir takım gerici düzen partileri de rollerini oynama fırsatı yakalarlar. Bu oyalayıcı ve aldatıcı mekanizmaların peşinden sürüklenmek ise emekçiler için bir çürüme ve yozlaşma zeminidir.

Üçüncüsü; düzenin şu ya da bu aldatıcı partileri ve platformlarının etki alanından tam anlamıyla kopamayan emekçi yığınların karşısına örgütlü bir güçle çıkılamadığı, arayışlarına devrimci bir yön ve biçim kazandırma çabasının güçlü olarak sürdürülemediği koşullarda, emekçi yığınların mücadele sahnesinde kendi rollerini oynamalarını, bağımsız bir sınıf tutumu almalarını, daha güncel bir ifade ile, bile bile aldatılmaktan kurtulmalarını beklemek, bütünüyle karşılıksız olmasa bile nihai olarak boş bir beklentidir. Kitleler ancak kendi deneyimleri, bilinç ve birikim düzeyleri, yakıcı ihtiyaçları ve karşılarına çıkan seçenekler, kendisine yapılan müdahaleler ölçüsünde bir tercihte bulunurlar. Onların bağımsız ve devrimci tercihlerde bulunup bunun gereğii yapabilmeleri için, bir dizi çeldirici ve oyalayıcı odaktan daha güçlü bir devrimci müdahalede bulunmak, her türlü imkanı bunun için seferber etmek gerekir.

Seçim tablosunun ortaya serdiği gerçekler

Bu çerçevede ilkin hala da tartışılan seçim sonuçlarının ne ifade ettiğine kaba hatlarıyla bakalım. Fakat bir not olarak şunu belirtmeliyiz: 3 Kasım seçimleri ve bu seçimlerin açığa çıkardığı sonuçlar, siyasal ve toplumsal gelişmelerin pek çok göstergelerinden yalnızca bir tanesidir. Ağır sömürü ve yaşam koşullarının, iktisadi krizin yol açtığı yıkımın boyutlarını, bu tabloya duyulan tepkileri ortaya koyan irili ufaklı daha pek çok veri var. Fakat bu tepkiler sınırlı bir takım eylemler dışında, bir süredir güçlü ve toplu biçimde açığa çıkamıyor, eylemli bir biçime kavuşamıyordu. Seçimler, dipten dibe biriken bu tepkilerin boyutunu ve yönünü göstermesi açısından bir bakıma mevcut durumun kaba bir siyasal fotoğrafını çekmiştir. Tabii ki, bu fotoğraf bir durum tespii olması açısından geçici ve birçok belirsizliği içermesi anlamında fludur. Onu netleştirecek olansa, bu toplumdaki siyasal güçler ve sınıf mücadelesinin düzeyidir. Buna rağmen seçim sonuçları en kaba ve en genel biçimiyle kitlelerin eğilimlerini ortaya sermiş bulunuyor. Bu sonuçları birkaç noktada özetlemek mümkün.

Birincisi, son on yılda işbaşına gelen sermaye düzeninin en köklü partilerinin (DSP, MHP, ANAP, DYP, SP) seçmen kitlesi tarafından cezalandırılması, bazılarının ise tam anlamıyla varlık-yokluk sınırına kadar geriletilmesidir. Cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet bu kadar kısa süre içinde bu denli ağır bir yenilgiyle –aynı anlama gelmek üzere tepkiyle- karşılaşmamıştır. Yüzde 55 oy desteğiyle kurulan koalisyon hükümeti partilerinin aldığı oy toplamı, üç buçuk yılda yüzde 15’e düşmüştür. Bu, pek çok ağızdan ifade edildiği gibi, bir cezalandırmadır. Fakat eşeğini dövemeyenin semerini dövmesi kabilinde bir cezalandırma. Daha önceki dönemlerde hükümet olmuş, bu anlamıyla sınanmış olan DYP ve RP’nin devamı olan SP’nin aldığı oyları da eklediğimizde, CHP hariç, son 19 yılın hükümetkuran partlerinin oy oranı, geçerli oy oranı içinde yüzde 25-26 civarındadır. Demek ki, tepkinin boyutları yalnızca son üç buçuk yılın hükümet partileriyle sınırlı değildir. BBP türünden diğer sağcı ve küçük partilerin bu seçimde güç kaybetmesini de eklediğimizde, oy kullanan seçmen tabanının gösterdiği tepkinin boyutları daha da büyüyor, tepkiye hedef olan duuml;zen partilerinin sayısı daha da artıyor.

İkincisi; düzene ve düzen partilerine gösterilen tepki bununla da sınırlı değil. Toplam seçmen kitlesinin dörtte biri sandığa gitmeyerek bir başka biçimde tepkisini göstermiştir. Elbette sandığa gitmeyen 9 milyon kadar seçmenin toplamının bu tepkide ortaklaştığı, boykotçu bir tutum aldığı söylenemez. Aynı şekilde, geçersiz oy kullanan 1 milyon civarında bir seçmen kitlesinin tamamının bilinçli bir boykot tutumu aldığı da. Ama sonuçta sandığa gitmeyen, hiçbir partiyi seçmeyen oy oranının bariz artışı (yüzde 22-23), tesadüfen ortaya çıkan bir gösterge değil, esas olarak siyasal bir tepki biçiminin ifadesidir. Ne ki, çözümü sandıkta görmeyen bu kadar önemli bir seçmen kitlesinin başka eylemli biçimlere yönelerek tepkisini ifade etmemesi de bir başka açıdan değerlendimeye tabi tutulmalıdır.

Üçüncüsü; emekçi yığınların düzene ve sermaye politikalarına gösterdiği tepkileri istismar ederek güç kazanan düzen solu çok uzun bir zamandan bu yana ilk kez kendisine biçilen dalgakıran olma işlevini yerine getirmekten uzak olduğunu, emekçi yığınların desteğini istenen ve beklenen düzeyde alamayarak gösterdi. Yerli ve yabancı tekelcilerin, medyanın, ordu ve devletin açık destek sunduğu CHP’nin aldığı oy oranı, bu açıdan bir başarı olmaktan çok uzaktır. Bu yönüyle bakıldığında, sola açık seçmen tabanının önemli bir kesimi sosyal maskeli iki düzen solu partiden de uzaklaşmış bulunuyorlar. (‘99 Nisan seçimlerinde CHP ve DSP’nin aldığı oy oranı yüzde 30 civarındayken, bu seçimde iki partinin toplam oy oranı yüzde 20’yi aşamamıştır. CHP, DSP’den kopan oylarıbile toplamakta yeterince başarılı olamamıştır.)

Dördüncüsü; bu toplam tablo içinde reformist sol, bir parça güçlenmiş olmakla birlikte emekçilerin arayışına yanıt vermekten uzak olduğunu göstermiştir. Büyük bir başarı beklentisi atfedilen DEHAP çatısı altında seçime giren partiler açısından parlamenter sınırlarda bile kazanılmış hiçbir başarıdan söz edilemez. Düzen partilerine karşı tepkilerin olağanüstü ölçüde yükseldiği bu en elverişli koşullarda, “Türk ve Kürt emekçilerinin birliğini sağlamak”, meclise girmek iddiasıyla yola çıkanlar, kazanılmış Kürt oylarını bir parça daha artırmaktan öteye bir sonuç elde edemediler. Bu nedenle milyonların öfkesi onların partilerinde sahte umutların tazelenmesine dönüşmedi. Böyle olması için de bir gerekçe yoktu. Parlamentarist hayallere dayalı içi boşbalonlar üfürmeyi, sol-sosyalist söylemleri kendi içinde tekrar etmeyi devrimci bir kitle ve sınıf çalışmasına, devrimci amaçlar için mücadeleye tercih etmenin kazandırdığı oylarla sınırlı bir “başarı”yla yetinmek durumunda kaldılar.

Beşincisi; AKP’nin seçimlerden birinci parti olarak çıkmasının ardında yatan nedenlerin ve bu partiyi bekleyen akıbetin doğru bir şekilde anlaşılmasıdır. Bu başarının geçiciliği, bu partinin çok kısa bir sürede yıpranacağı tartışma götürmez. Yine, bu partinin sermaye partisi olduğu, sermayenin ve emperyalist odakların bir dediğini iki etmeyeceği, sosyal yıkım programına eksiksiz olarak kalınan yerden devam edeceği ve emperyalist savaşa alet olacağı da açık.

Bu gerçekler, bu partinin bir dahaki seçimlere kadar sahip olduğu taban desteğini niçin koruyamayacağını da açıklıyor. Zira, AKP’ye oy verenlerin içinde diğer düzen partilerinden umduğunu bulamayan önemli oranda bir emekçi oyu var. Gerici partilerin oy deposu olan kırsal kesimler bir yana bırakılırsa, büyük şehirlerdeki güçlenmeyi başka türlü açıklamak mümkün değil. AKP, başta İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Kayseri vb. olmak üzere büyük sanayi kentlerinde çok büyük oranda oy aldı. Ve bu oyların içinde emeğiyle geçinenlerin oyu oldukça yüksek. Yalnızca İstanbul’da geçerli oyların 36’sını, (toplamda 2 milyon 100 bin civarında oy) alması, Esenyurt gibi (AKP 22 bin, CHP 15 bin, HADEP 10 bin) pek çok işçi semtinde diğer partileri ezici bir oy çoğunlu&curen;uyla geride bırakması bunu gösteriyor.

Kuşkusuz ki bu başarısını bir dizi etkene borçlu. Herşeyden önce başta İstanbul olmak üzere RP’den kalma güçlü parti örgütlerine sahip olması, kendini açıktan göstermeyen fakat dipten dibe yürütülen birebir ve yaygın propaganda çalışması, medyanın ve anketlerin bilinçli yönlendirmesi, iki krizde yıkıma uğrayan küçük ve orta işletme sahibi kesimlerin, tarikatların ve cemaatlerin desteği, mazlumu oynamanın yarattığı sempati, modern islam partisi olarak hem sermayenin hem de müslüman kesimin gönlünü alacak bir çizgi tutturmaya çalışması ve daha pek çok etkenden bahsedilebilir. Fakat asıl etken yine de, diğer düzen partilerinden umudunu yitiren emekçilerin karşılarında başka bir seçenek görememesidir. İlk etapta bu partiden kopacak ve yeni bir arayışa girecek olanlar da bu kesimlerdir.

Arayışa devrimci bir çözüm bulmak için etkili,
kapsamlı ve sürekli bir politik sınıf-kitle çalışması

Düzen cephesinden yeni dönemde ne türden alternatiflerin öne sürüleceğinden, bunların da kısa bir dönemde çöküşe uğrayacağı gerçekliğinden bağımsız olarak, bir kısmının düzen partilerine açıkça tepkili ve onlardan kopmuş, önemli bir kısmının arayış içinde olduğu bir sınıf-kitle tablosunun ortaya çıkardığı görevler yeterince açıktır. Yıllardır sermaye adına politik sahneyi işgal eden geniş tabanlı, köklü partiler bile hızla yıpranmakta, kemikleşmiş oylarını koruma telaşı içinde varlıklarını devam ettirip ettirmeme sorunuyla yüzyüze kalmaktadırlar. Sahneye çıkan yenilerini de kısa bir süre sonra aynı akıbet bekliyor. Cephaneliğindeki her türden silahı kullanarak yol almaya çalışan sermaye iktidarı ise her geçen gün daha fazla zorlanıyor. Fakat sermaye iktidarı karşısında, çözuuml;mü kendi dışlarında, sahte çözümlerde arayan işçi ve emekçiler buldukça, sermaye iktidarının saltanatını sürmesi hiç de zor olmuyor.

Bu tabloyu tersine çevirecek olan, işçi ve emekçi yığınların adım adım devrimci mücadeleye kazanılması, sınıfın devrimci programı altında örgütlenmesidir. Israrla ve her vesileyle sınıf ve kitle çalışmasının sürdürülmesidir. Bunun zorunluluğu kadar, başarıldığında ortaya çıkardığı imkanlar da artmaktadır. Dün devrimci sınıf ve kitle çalışmasına kapalı olanlar bile bugün giderek daha açık hale gelmektedirler. Bu artık tekil ve konjonktürel olmayan, giderek olgunlaşan bir durum. Yeter ki uygun bir tarzda ve en uygun, en etkili araçlarla emekçilere gidilsin, her vesileyle emekçi yığınlarla devrimci bir temelde birleşme çabası güdülsün. Bu yönlü bir çabanın karşılık bulması, esas olarak çalışmanın gücü, kapsamı, niteliği ve sürekliliğine bağlıdır. Bu açıdan, seçim çalışmamız boyunca karşılaştığımız sorunlara daha yakından bakmak istiyoruz.

Tepeden tırnağa örgütsel bir düzey
ve disiplinli bir çalışma

Sınıf ve kitle çalışmamızın kapsamını genişletmenin, her geçen gün daha geniş kesimlere daha etkili biçimlerde seslenmenin en temel koşulu, elimizdeki güç ve olanakları en iyi ve en etkili biçimde kullanmak, çalışmaya tepeden tırnağa örgütlü bir nitelik kazandırmaktır. Bu konuda hala da aşmamız gereken sorunlarla karşı karşıyayız. Plansızlık, hazırlıksızlık ve eldeki güçlerin amaca uygun bir tarzda kullanılamaması hemen her yerde ayakbağı olarak gücümüzü ve etkimizi sınırlıyor. Sınıf ve kitleleri örgütlemenin, ona en etkili ve en yaygın biçimde müdahalenin olmazsa olmaz koşulu, bu işi yapacak olan temel güçlerin ve çalışmanın tepeden tırnağa örgütsel bir disipline kavuşturulmasıdır. Olağan dönemlerin olağan temposunu, alışkanlıklarını ve ruhhalini kesin bir tarzda geride bırakmadan bunu başaramayız. Sınıf ve kitle çlışmasının verimi, herşeyden önce örgütsel planda yeni bir düzeyi kazanmaya bağlı.

Olanakları güce dönüştürerek çalışmanın
kapsamını ve hedeflerini büyütmeliyiz

Öte taraftan karşımıza çıkan irili ufaklı olanakları dönemin belirlenmiş hedefleri ve görevleri çerçevesinde seferber etmeden sürdüreceğimiz ısrarlı ve kendi içinde planlı bir çalışma da kendi başına bize mesafe kazandırmaz. Hemen her kapsamlı çalışmada güç yetersizliği en temel sorunların başında geliyor. Oysa ki, hiçbir zaman hiçbir çalışma için hazır güç olmayacak, güç bulunduğu yerde yeni hedefler ve alanlara seferber edileceği için bu mesele her zaman karşımıza çıkacak. Bunun asgari çözüm yolu ise, her çalışmanın kendi asli güçlerini bizzat çalışma içinde açığa çıkarmasıdır. Öyleyse sınıf ve kitle çalışmamızın temel hedeflerinden biri de çalışmayı genişletecek, örgütlülüğü her açıdan güçlendirece olan yeni insanlar kazandırmak olacaktır. Bunun asla bir üst sınırı yoktur. Bu, bir başkasına havale edilerek, başka yerlerden beklenerek değil, bizzat sınıf ve kitle çalışmasını yürüten güçlerle çözülebilir bir sorundur. Demek ki, çözüm bizzat yine sınıf çalışmasının kendisidir.

Çalışmanın hem kapsam hem de nitelik olarak güçlenmesi, yeni güç ve olanakları seferber etmekle yakından ilgiliyse eğer, bu demektir ki, her adımda çalışmayı nasıl büyüteceğimizi, bunu hangi güç ve araçlarla başaracağımızı düşünmek ve çözmek zorundayız. Sağlam bir örgütsel bakış, planlama ve hareket tarzı olmadan ortaya ne ölçüde bireysel bir çaba konulursa konulsun, çalışma yalnızca verili güçlerin çabasıyla sınırlı kalmaya mahkum olur. Oysa, seçim çalışmasının ortaya çıkardığı en önemli derslerden biri, iyi bir planlama ve örgütçü bir bakışaçısıyla yürütüldüğünde, kitle çalışmasının yeni güçleri de ortaya çıkarması olmuştur. Biz ne ölçüde örgütlü ve etkili bir çalışma yür¨türsek bu güçler de o ölçüde hızla öne çıkabilmektedirler. Propagandanın kendi içinde bir amaç olmadığını, aslolanın propaganda ve ajitasyon çalışması yoluyla emekçi yığınlara seslenmek, giderek onlarla buluşmak ve nihayetinde onları saflarımıza kazanmak olduğunu bilmemiz yetmiyor. Mesele bu kavrayışa uygun davranıp davranmadığımız, bunu ne ölçüde gözettiğimiz, gü&ccedi;lerimizi, olanaklarımızı bu amaç doğrultusunda kullanmayı başarıp başaramadığımızdır. Deyim yerindeyse bu konuda bize gerekli olan, tuttuğunu koparacak bir hırs, olanakları güce dönüştürmesini bilen bir örgütsel ustalıktır.

Her çalışma, yeni güçlere ulaşmayı ve kazanmayı hedeflemenin yanı sıra, mutlaka yeni alanlar açmayı da planlamaya dahil etmelidir. Özellikle kampanya tarzında sürdürülen bir çalışmanın başarı ölçülerinden biri de yeni alanları açmak olmalıdır. Kuşkusuz ki çalışmamızın somut gerçekliğinde bu, yeni fabrikalardır, yeni emekçi semtleridir. Bir başka boyutuyla, kadın çalışmasıdır, gençlik çalışmasıdır, kültür çalışmasıdır, vb. Burada önemli olan, daha planlama ve hazırlık aşamasında bu hedeflerin net olarak belirlenmesi ve bu yönde ilk adımların atılmasıdır. Kendiliğinden ortaya çıkan olanakları değerlendirmeyi tartışmaya konu etmek bile gerekmiyor. Ama maalesef bu bakış doğrultusunda biçimlenen bir pratik yönelim yeterince güçlü olamadığı yerde, kendiliğinden ayağımıza gelen olanakları ile göremeyebiliyor, hakkını vererek değerlendiremeyebiliyoruz.

Kullanılan propaganda araç ve yöntemlerinin ve
bunları ustalıkla kullanmanın önemi

Olanakları güce dönüştürmede örgütsel nitelik ve düzey nasıl bir yer tutuyorsa, propagandanın karşılık bulmasında da araçlar ve yöntem, onların kullanılış biçimi aynı ölçüde önemli. Kuşkusuz burada asıl olan aracın kendisinden önce içeriğidir. Hangi aracı ve yöntemi kullanırsak kullanalım, propagandamızın sağlam bir içeriğe sahip olması gerekiyor. İşçi ve emekçilere dönük bir propagandamızın temel dayanağı ise bizzat programın kendisidir. Propaganda çalışması ne ölçüde sınıfın programına yaslanmayı başarıyor ve ne ölçüde onu gelişmeler ve güncel ihtiyaçlar doğrultusunda kullanıyorsa o ölçüde başarılı olur ve sağlam bir içeriğe kavuşur.

Kuşkusuz ki programatik sağlamlık yalnızca bir zorunlu ön koşul. İşin bu yönü çok fazla gözetilip önemsenmediği için bu vesileyle bir kez daha vurgulamak ihtiyacı duyuyoruz. Programatik bakışın kazanılıp yansıtıldığı oranda propagandada yakalanan başarının da örneklerini yaşayıp gördük. Üzerinde durulması gereken asıl sorun ise, propagandada yalın ve etkili olmayı başarmaktır. Açıkçası, bu da diğerleri gibi hep dışardan, merkezi olarak çözülmesi gereken, başkalarına havale edilen bir sorun olarak görüldü şimdiye kadar. Kuşkusuz bir takım merkezi propaganda araçlarında biz programatik bakışımızı yalın bir dil ve üslupla vermeye özen gösteriyoruz. Oysa, yazılı materyaller ne kadar etkili bir üslup ve yalın bir dille ifade edilirse edilsin, sonuçta tek yanlı bir iletişime-etkileşime olanak veren, cansız araçlardır. İşçi ve emek&ccedi;ilerin ne ölçüde bu materyallere ilgi gösterip onlardan etkilendiklerini de biliyoruz.

Yazılı propagandayı dile getirmenin, başka canlı araç ve yöntemlerle devreye sokmanın önemi, seçim çalışması vesilesiyle bir kez daha açığa çıkmış bulunuyor. Özellikle emekçilere doğrudan seslenmenin, propagandayı canlı biçimde yürütmenin yarattığı etki tartışılamaz. Megafonlarla, seçim araçlarıyla, toplantılarda ya da meydanlarda etkili konuşmanın yerini hiçbir araç dolduramaz. Kitle çalışmasında canlı ve farklı araçlarla yürütülecek bir propagandaya ihtiyaç duyulmadığı bir an ve alan nerdeyse yoktur. Dolayısıyla herkesin şu ya da bu biçimde içinde olduğu kitle çalışmasında, herkesi bekleyen görevlerden biri de, kitle karşısında propaganda konuşması yapma, tartışma yürütme ve ajitasyon konularında gerekli donanımı kazanmaktır. Bunlar doğuştan kazanılan yetenekler olmadığına göre, yapıması gereken yalnızca bu ihtiyaçlara yanıt vermek üzere ileriye çıkmak ve hazırlanmaktır. Her çalışma alan ve biriminde birden fazla ajitatör ve propagandistin yetiştirilmesi bugünden bir hedef olarak konulmalıdır.

Kuşkusuz başka araç ve yöntemlerle tamamlanmış bir propaganda düzeyinde karşılaştığımız sorunları tartışıyoruz artık. Deneyimlerimizle sabit olan sonuçlardan hareket ederek, üç ayağı olan bir propaganda düzeyini etkili bir şekilde sürdürme hedefini önümüze koyuyoruz. Bunlar; yazınsal (bildiri, broşür, afiş vb.), sözel (ajitasyon, propaganda, tartışma vb.) ve görsel-eylemsel (sokak tiyatrosu, sokak gösterisi, skeçler, oyunlar, filmler, resim vb.) araçlardan oluşuyor. Herbirinin kullanılma biçimi, düzeyi ve bıraktığı etki diğerinden faklılık arzediyor. Ve hiçbirinin oynadığı rolü bir diğeriyle telafi etmek, bıraktığı etkiyi bir diğeriyle yaratmak mümkün olmuyor. Yerine ve zamanına, koşullarına ve çalışmanın hedeflerine bağlı olarak birbirini bütünleyen düzeyde bir propagandanın yarattığı eki o ölçüde güçlü, yaygın ve zengin oluyor. Dahası, çalışmanın yaygınlığını da artırıyor. Bir semtte, bir fabrika çıkışında, bir meydanda bir çalışma yürütmek için üç-beş kişiyle önden hazırlanmış bir sokak tiyatrosunu sergilemek yeterli olabiliyor. Bu düzey yakalandığında ve bu araçlar kullanılmaya başlandığında, rutin çalışmanın getirmiş olduğu cansızlık ve verimsizlik deortadan kalkıyor. Sınıfa ve kitlelere dönük propaganda çalışmamızın yeni döneminde, bu yeni araç ve yöntemleri kullanma becerisi kazanmak en temel hedeflerimizden biridir artık. Adım adım daha etkili bir tarzda bu araçları kullanarak çalışmamıza yeni bir düzey kazandıracağız.

Sonuç: Her vesileyle ve her seferinde
daha etkili bir tarzda sınıfa ve kitlelere gitmek!

Yalnızca seçimler vesilesiyle değil, sınıfın gündemindeki hemen her sorun vesilesiyle yılları bulan bir siyasal sınıf ve kitle çalışması deneyimimiz var. En ölü dönemlerde bile politik sorumluluğumuza uygun bir pratik girişkenlik içinde olduk hep. Bu bakış ve bu pratik pek çok açıdan sınıf devrimcilerine bir düzey, bir iddia ve paha biçilmez deneyimler kazandırdı. Ne var ki, ortaya konulan politik sorumluluk, emek ve çaba ölçüsünde bir karşılık bulduğumuzu söyleyemeyiz. Ama bu, asla sınıf ve kitle çalışmasının önemini azaltmıyor, sınıf ve kitlelerin böylesi bir çalışmaya karşılık vermeyeceği anlamına gelmiyor. Bunun böyle olmasının sınıf ve kitleler açısından sayısız nedeni var ve burada bunlara girmek gerekmiyor.

Yıllardır ortada olan tablo yeterince açıktır: Arayış içinde olan fakat düzen kanallarına hapsedilen işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, ancak güçlü bir devrimci sınıf ve kitle çalışması yoluyla bu sersemletici koşulları aşarak mücadele yolunu tutabilir ve bağımsız bir mücadele hattında birleşebilirler. Giderek yasalcılık ve parlamentarizm batağına daha fazla saplanan, liberal savrulma içindeki reformist sol, bu ihtiyacı karşılamaktan, kalıcı ve gerçek bir alternatif olmaktan uzaktır. Küçük-burjuva devrimci akımların programatik temelleriyle, ideolojik açmazlarıyla ve politik iddialarıyla geldiği yer ise yeterince açıktır. Sınıf devrimcileri, sınıf ve kitle çalışmasında elde ettikleri deneyim ve kazandıkları güvenle, bu görevi başarmaya olan inançlarını daha da güçlendirerek çalışmalarını sürdürüyorlar. Kendi deneyim v birikimlerine yaslanarak, er ya da geç, işçi ve emekçileri devrimci sınıf mücadelesine kazanmayı da başaracaklar.