Siyasal istikrar arayışına yönelik çok yönlü hesaplar, oyunlar, hazırlıklar...
Seçim gündemi ve Türk egemenleri ve sırtlarını yasladıkları emperyalist güçler, 3 Kasım seçimlerinden güçlü bir siyasal tabloyla çıkmanın telaşı içindeler. Bu yönlü hazırlıklar meclisten erken seçim kararı çıkmasıyla başlamadı. Tersine, hazırlık faaliyetlerinin kendisi bir yerde erken seçim kararının alınmasına neden oldu. Hatırlanacağı üzere, erken seçim tartışmalarının startını, Dünya Bankası memuru Kemal Dervişle birlikte ABDli diplomatlar ve İMF yöneticileri vermişlerdi. Seçim ekonomik programı zora sokar argümanına karşı; Türkiyede güçlü bir devlet geleneği olduğu, bu geleneğin programın aksamasını engelleyeceği, dolayısıyla seçim atmosferinden Türkiyenin zarar görmeyeceği söylenmişti. Koalisyon hükümeti görevini uşakça Tekelci sermayenin ve emperyalist efendilerinin Ecevitin hastalığının ilk günlerinde başlattıkları erken seçim tartışmaları, 57. hükümetin işini yapamayacak duruma geldiğinin artık resmen de kabul edilmesiydi. Ecevit-Bahçeli-Yılmaz koalisyonu üç yıl boyunca haddinden fazla işin üstesinden geldi. İMF-TÜSİAD yıkım programı uşakça bir bağlılıkla uygulandı. Ekonomik ve siyasi kriz, iki kez (Kasım 00- Şubat 01) zirveye dayandı. Krizin faturası her defasında daha çok yıkım, daha çok sefalet, işsizlik vb. olarak emekçilere ödettirildi. 57. hükümetin karakteri, daha kurulduğunun ertesinde, 17 Ağustos depremi, mezarda emeklilik ve uluslararası tahkimin yasalaşması, Ulucanlar katliamı gibi olaylarda kendini göstermişti. O günden bugüne Ecevit başkanlığındaki koalisyon ülkeyi işçi ve emekçiler için tam anlamıyla bir cehenneme çevirdi. Ülke ekonomisi İMF direktifleri doğrultusunda tümüyle borç çevrimi eksenine oturtuldu. Ankara Ticaret Odasının deyimiyle, ülke 97nin 10 yıl gerisine götürüldü. Emekçilerin yıkımı, burjuvazinin servetine servet katıp, görülmedik oranda palazlanmasının olanağına çevrildi. 57. hükümet sermaye düzeninin ihtiyaçlarını karşılayacak tahkimatlar yapmayı da ihmal etmedi. 400 gibi rekor sayıda saldırı yasasını, ilerleme-reform teraneleri eşliğinde üç yıl içine sığdırmayı başardı. Toplumsal muhalefeti ezmek, hiç değilse dizginlemek için devlet baskısı ve terörü alabildiğine tırmandırıldı. 19 Aralık zindan katliamı ve F tipi saldırısıyla ülkeyi kan gölüne, işkencehaneye çevirdi. Toplumu sürekli ve sistematik bir terör atmosferiyle cendere içine aldı. Kısacası yaşam işçi sınıfı, emekçi kesimler, gençlik, Kürt halkı için çekilmez hale getirildi. İçerideki bu yıkım ve saldırganlık, dış politikaya ise daha fazla saldırganlık, bölge ülkeleriyle gerilim, ABD ve İsrailin Ortadoğu haydutluğuna ortaklık, ABDnin emperyalist müdahalelerine mehmetçik kanı üzerinden katılmak olarak yansıdı. İstikrarsızlık tablosu karşısında Üç yıllık bu icraatlar doğal olarak hükümetin, partilerin, parlamenter sistemin itibarını kitlelerin gözünde sıfıra indirdi. Düzen siyaseti bugün paramparçadır. Siyasi kriz, dolayısıyla istikrarsızlık, sermaye düzeninin artık kanıksanmış bir özelliğidir. Dinsel gericisinden faşistine, sağcısından solcusuna sermaye partileri arasındaki biçimsel farklar bile anlamını yitirmiştir. Salt kitlelerin gözünde değil, düzen sözcülerince de bu olgu kabul edilmektedir. 11 Eylül sonrası emperyalist savaş konsepti ve ABDnin Ortadoğuya yönelik saldırgan planları üzerinden büyük rollere haiz olan bir Türkiyede bu ekonomik-siyasal istikrarsızlık, ne Türk tekelci sermayesi için ne de emperyalist efendileri için kabullenilebilirdir. Hem daha yağmalanacak değerler var, hem de daha çok posası çıkarılacak bir işçi ve emekçiler ordusu... Yani İMF programının şaşmaz bir kararlılıkla uygulanması, uluslararası ve yerli tekeller için her zamankinden daha büyük bir ihtiyaçtır. İşte seçimlerin gündeme getirilmesi ve sahnelenen oyunlar, mevcut siyasal kriz tablosunu düzen lehine şekle şemale kavuşturmak, bunun üzerinden İMF programını daha güçlü bir biçimde uygulamak, ülkeyi emperyalist saldırganlıkta daha aktif kullanmak ihtiyacının ürünüdürler. AKPyi hizaya getirme operasyonu Seçim sonucunda egemenleri rahatlatacak bir tablonun çıkabilmesi için, yılın başlarından beri bir dizi manevra yapıldı, kampanyalar örgütlendi. Öncelikli hedef olarak, rejimin görüntüsü için pek de tercih edilmeyen Tayyip Erdoğan ve AKPsinin yıpratılması ve bazı yönlerinin terbiye edilmesi gündeme getirildi. Peşpeşe kasetler yayınlandı, davalar açıldı. AKPlilere biz unutmayız, ayağınızı denk alın, yoksa hükümet olmayı unutun mesajı verilirken; şeriat fobisiyle hareket eden kesimlerde de sağ ve solun kendi merkezlerinde toparlanmaları gerektiği, yoksa şeriat gelecek düşüncesi pekiştirildi. Bu kampanyanın en etkili organı olan burjuva medya yaptıklarının yeterli olduğunu düşünmüş olacak ki, gelinen yerde kampanyanın dozajını giderek düşürmüş bulunuyor. Hatta Ecevit AKP ve HADEP korkusunu hortlatmaya çalıştığında, medya sanki bunu kendisi de yapmamış gibi Ecevitle dalga bile geçebildi. AKP operasyonuyla aynı günlere denk gelecek şekilde erken seçim de dillendirilmeye başlanmıştı. Ama, girişte de belirttiğimiz gibi, erken seçim startı, Ecevitin Mayıs ayı başlarında hastaneye kaldırılması sonrası Derviş ve emperyalist diplomatların, hatta Bushun açıklamalarıyla verildi. Startın verilmesiyle birlikte ikinci bir kampanya, Ecevitin istifası kampanyası örgütlendi. Başarısız kalan DSP operasyonu Sonraki gelişmeler üzerinden bakıldığında, bunun salt bir kampanya olmadığı, DSPyi yeniden yapılandırma manevrası, Ecevit, Bahçeli, Erkan Mumcu gibilerinin deyimiyle ABD güdümlü bir komplo olduğu görülüyor. Ecevit hem fiziken, hem hükümet olarak, hem de vizyon bakımından yorulmuş, demek oluyor ki yıpranmıştı; değiştirilmesi gerekliydi. Üç yıllık tarihi değerdeki hizmetlerinin vebali kendisine ve hükümetine yıkılacak, böylelikle yeni bir başlangıcın zemini uygun hale getirilecekti. Bu arada MHP ise düzen için gerekli gerçek rolüne, ırkçı-faşist saldırganlıkla kitle muhalefetini terörize etmek görevine çekilecekti. ANAPa da ABye üyelik vb. üzerinden mevcut durumunu koruma olanağı sağlanacaktı. Öte yandan Ecevitin gözden çıkarılması, Genelkurmay çizgisiyle, aynı anlama gelmek üzere güçlü devlet geleneği ile birebir örtüşen, sağ ve sol koalisyonlarda çimento işlevi gören partisinin gözden çıkarıldığı anlamına gelmiyor. Türkiyenin çok partili sisteme geçişinden bu yana geçen süreyi 50 yıl olarak alır, 57. hükümetin 7sini ilk dönemlere ve darbe süreçlerine ayırırsak, Türkiyede hükümetlerin ortalama ömürlerinin bir yılı geçmediği görülecektir. Oysa DSPli 57. hükümet üç yıldan fazladır sermayenin saldırılarını hayata geçiriyor. Bu hükümetin bunca uzun ömürlü olmasında Ecevit DSPsinin payı yadsınamaz. Zaten Ecevitin en çok övündüğü konuların başında a bu devlet çizgisi gelmektedir. Eceviti gözden çıkaran egemenler, partisine yeni bir görünüm kazandırarak, böylece üç yılın günahlarından da arındırılmış olarak kitlelere yedirmeyi planladılar. Bu plana göre DSP olduğu gibi kalacak, Ecevitler gidecekti. Derviş, Cem ve Özkanın başa geçtiği bir yeni DSP oluşmuş olacaktı. Ecevitlerin direnişi, Bahçelinin Ecevite arka çıkması, bu ilk planı daha baştan boşa çıkardı. Bu kez, hazırlığının önceden yapıldığı anlaşılan ikinci plan devreye konuldu. Madem Ecevit gitmiyordu, Ecevitin altı boşaltılarak DSP ele geçirilmeliydi. Hem böylece yeni bir parti adı daha avantajlı olacaktı. Derin devletin derin adamı Özkanın istifasıyla DSPden kopuşlar, sermaye medyasının deyimiyle DSP depremi başladı. Yeni oluşum furyası böyle ortaya çıktı. Fakat gerek Ecevitin manevraları, gerek gözden çıkarıldığını anlayan MHPnin erken seçime onay verme, hükümeti bozmama tutumu, gerekse ANAP içindeki çıkışlar bu ikinci planı da geçersiz kıldı. Sermaye çevrelerinin baştaki tüm pohpohlamalarına rağmen İsmail Cemin Yeni Türkiye Partisi böylelikle prematüre doğmuş oldu. Hesapların ekseni CHPye kaydı Derviş hastalık sebebiyle alelacele ABDli efendilerine koşup, yeni planlarla geri döndü. Eline liberal-sol sentez diye ne idüğü belirsiz bir argüman tutuşturulmuştu. Mecliste erken seçim kararının alınmasıyla birlikte, Dervişin liberal-sol sentez çatısı oluşturma girişimleri yoğunlaştı. Öyle bir sentez düşünülmüş ki; ANAPlılardan DYPlilere, Bayarın DTPsinden bazı MHPlilere, SHPden CHPye, YTPden DSPye, Bayram Meralinden Süleyman Çelebisine, Bülent Eczacıbaşıdan Sadettin Tantanına kadar herkes merkez sol çatısı altında birleştirilebilirdi! Düzen siyasetçiliği rantından daha fazla pay almak üzerine birbirleriyle kıyasıya kapışan bu soysuzların bir partide toplanmasının halihazırda mümkün olmadığı ortada. İsmail Cemin bir-iki falsosunu fırsat bilen Derviş, son olarak CHPye yöneldi ve nihayet CHPye iltihak etti. İlk iki planın boşa çıkması nedeniyle, şimdi CHPde toplanma planı revaçta. İttifak tartışmaları ise tüm hararetiyle sürüyor doğal olarak. Zira ne İMF-ABDnin ne de TÜSİAD oligarklarının içleri rahat. Irak saldırısı için güçlü bir seçim sonucu tablosu, güçlü bir hükümet, siyasal istikrar gerekiyor, bu bir. İMF-TÜSİAD programının, işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yıkım saldırısının hızını kesmemesi gerekiyor, bu da iki. Saldırıların etkin biçimde sürebilmesi için Egemenlerin bu ihtiyaçlarının karşılanması için arzulanan, elbette solun ağırlık merkezi olduğu, bu yönüyle kitlelerce onay verilmiş, meşruluğundan güç alarak toplumsal muhalefeti rahatça dizginleyip ezebilecek bir hükümettir. Salt düzen sağından, örneğin kimi yazarların belirttiği üzere, AKP, MHP, DYPden oluşan bir milliyetçi cephe hükümetinin uygulamaları, toplumda, özellikle de solun geleneksel tabanında zaten bir hayli yaygın olan öfkeyi derinleştirecektir. Türkiyenin tarihi bu açıdan epeyce dersle doludur. O yüzden son 30 yıldaki büyük saldırılar, faşist darbe dönemlerini saymazsak, hep sol tandanslı düzen partilerinin hükümette olduğu dönemlerde gerçekleştirilmiştir. Örneğin sağ koalisyon hükümetleri döneminde bir Ulucanlara, bir 19 Aralık katliamına, F tipi saldırısına, mezarda emekliliğe, uluslararası tahkime, esnek üretimi yasalaştırma planına bu ölçüde cüret edilememiştir. Hacı-bacı hükümeti iş başındayken gündeme gelen 96 ölüm oruçlarında Kazan, Ağar gibi faşist adalet bakanları geri adım atmak zorunda kalmıştır. Ama demokratik sol iddiasıyla hükümet eden DSPnin nezaket timsali faşist bakanı Hikmet S. Türk, seçim nedeniyle koltuğunu bırakırken bile, 100ün üzerinde devrimcinin kanı elerindeyken, vicdanım rahat diyebilmektedir. Egemenler tarihsel deneyimlerden yola çıkarak, dönem için en uygun tercihlerini yapıyorlar. Sola çubuk bükmeleri bu tercihin sonucudur. İstikrar arayışları kolay sonuç vermeyecektir Fakat Dervişin, dolayısıyla ABD ve Türk tekelci sermayesinin çabaları istedikleri sonucu vermedi, veremez de. Türkiyede egemenlerini arzuladığı bir siyasal istikrar tablosu olanaksızdır. Kaldı ki düzenin krizi ekonomide olduğu gibi, siyasette de yapısaldır. Krizlerin dönem dönem doruğa çıkması, düzende sarsıntılar yaratması, sermaye düzeninin olağan saydığı dönemlerde kriz içinde olmadığını göstermiyor. 80 yılda 57 hükümet değiştirilmesi, ülkenin her geçen gün emperyalizme daha fazla bağımlı hale gelmesi-getirilmesi, servet-sefalet kutuplaşmasının derinleşmesi, işçi ve emekçilerin giderek daha fazla yıkıma uğratılması vb. olgular, bu gerçeğin kanıtıdır. Burjuva siyaset arenası zaten öteden beri bir arpalık kapışması alanıdır, katıksız bir domuzlar ahırıdır. Erken seçimin gündemleşmesiyle başlayan istifalara, partiler arası geçişlere bakmak bile bunun görülmesi için yeterlidir. Bu ahırdaki kokuşmanın boyutu öyle bir noktaya varmıştır ki, örneğin seçime girebilmek için bir partiye ihtiyaç duyan Uzanlar, Hasan Celal Güzelin partisini parayla satın almaktadır. Hiçbir düzen partisinin İMF programını uygulamak, emperyalist savaşlara koçbaşı olarak katılmak dışında bir alternatifi yoktur. Siyaset alanında sahnelenen onca oyun, sadece biraz daha fazla rant kapma, İMF programını uygulayabilme hevesinin yansımasıdır. Bu bağlamda egemenlerin siyasal istikrar arayışlarının sonu yoktur. Öyle merkezi odaklar yaratma çabaları da boşta kalacaktır. Bunlar üzerinden seçim ertesinde çok parçalı bir siyaset alanının olacağını, dolayısıyla siyasal krizin derinleşeceğini söylemek abartı olmayacaktır. İşçi sınıfının devrimci programı İşçi sınıfı ve emekçi kitleler seçim hesapları üzerinden oynanan oyunlara aldanmamalı, yıllardır kendilerine yöneltilen saldırıların mimarlarından ve uygulayıcılarından hesap sormalıdırlar. Bugünkü yıkımın baş müsebbiplerinden olan düzen partilerinin, DB memuru Derviş gibilerinin geçmişe kalem çekme, yaptıkları yıkımı unutturma manevralarına aldanmak, yeni, yenilendi nitelemelerine kanmak, İMF-TÜSİAD programlarının daha kararlı uygulanmasının, demek oluyor ki işçi ve emekçiler için daha büyük yıkımların yolunun açılması demektir. Bölge halklarının katledilmesini, ülke gençliğinin savaş metası olarak pazarlanmasını onaylamak demektir. Ekonomik sosyal yıkım saldırılarının şiddetlendirileceği, bölgesel bir savaşın kapıya dayandığı bugün, tek kurtuluş yolu işçi sınıfının devrimci programı etrafında birleşmek, sosyalist bir iktidar için mücadeleyi yükseltmektir. Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde! |
|||||