İMF memuru Dervişe dayanarak, emekçilerin karşısına kurtarıcı olarak çıkacaklar!..
CHP solda değil sağda, işçi ve emekçilerin değil sermayenin safındadır! 70li yıllarda, elbette varolan güçlü kitle hareketinden gelen basınçla, düzen sınırlarında sol bir çizgi ve söyleme sahip olan CHP bu çizgisini terkedeli uzun yıllar oldu. Bugün artık demagojik bir söylem düzeyinde bile bunu yapmıyor, yapamıyor. CHP yıllardır sermaye iktidarının işçilere, emekçilere ve devrimcilere yönelik her saldırısında, gerek fiilen ortak olarak, gerekse sessiz kalıp onaylayarak, diğer düzen partilerinden hiçbir farkı olmadığını göstermiştir. Bugün burjuva medyanın sol bir kılıf biçmeye çalıştığı CHPye sol söylem dahi bol gelmektedir. Zira hangi safta durduğu, kime hizmet ettiği ortadadır. İşçi ve emekçilere düşmanlıkta, Yakın geçmişin kirli savaş hükümetlerinde yer alan Baykal ve CHPsinin gerçek yüzünü görmek için çok gerilere gitmek gerekmiyor. Son hükümetin icraatları sırasında sözde muhalefette olan CHP (ki mecliste ve hükümette olmamak en büyük avantajdır), İMF saldırı programlarının uygulanması noktasında 57. hükümetin en uyumlu dördüncü ortağı gibi davranmıştır. İMF-TÜSİAD yıkım programlarına, çıkarılan saldırı yasalarına gözle görülür hiçbir itirazı ya da tepkisi olmamıştır. Bugün solu birleştirmek iddiası taşıyan CHP, cezaevi katliamları sırasında tabanında gelişen tepkiyi bastırmak, Ölüm Orucu direnişine verilen desteği engellemek için elinden geleni yapmıştır. Kısacası Baykal ve CHPsi işçi ve emekçilerin yaşadığı yıkım karşısında kılını dahi kıpırdatmamıştır. Gerekçesi, güya hükümette ve mecliste olmamaktır. Oysa bunun hiçbir inandırıcılığı yoktur. Paşabahçenin sahibi İş-Bankasının ortaklarından olan CHP, Paşabahçe fabrikasının kapatılmasının ve işçilerin çıkarılmasının da sorumlusudur. Baykal çıktığı televizyon programlarında Paşabahçenin kapatılmasını piyasa ekonomisinin mantığı ve gerekleri adına açıkça savunabilmiştir. Bugün İMF-TÜSİAD programlarının mimarı olan Derviş ile yaptıkları ittifak, uygulanan yıkım programlarını olduğu gibi onayladıklarının itirafıdır. Baykalın biz Dervişi değil hükümet ortaklarını eleştirdik sözleri bunun kanıtıdır. Baykal, Dervişin başarılı bir ekonomik programı kararlılıkla uyguladığını söylüyor. Dervişin 17 aylık bakanlık döneminde uyguladığı programa bakıldığında, buradaki başarının İMF ve TÜSİADın çıkarlarını güvenceleme başarısı, kararlılığının ise bu kesimleri temsil etme kararlılığı, yani işçi sınıfına, emekçiler ve Türkiyeye karşı düşmanlıkta bir kararlılık olduğu ortadadır. Dervişin 14 Nisan 2001de açıkladığı Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı yüzde 9.4 küçülen ekonominin yüzde 3lük büyümeyle yetinmesini öngördü, ancak büyüme yalnızca yabancı sermaye ile sınırlı kaldı. Türkiyenin İMFye olan borcu bu süreçte 15 milyar dolardan 31.5 milyar dolara çıktı.18. Stand-by anlaşmasının mimarı olan Derviş, kamudaki toplu görüşme sürecinde, buğday taban fiyatlarının belirlenmesinde, Telekoma yapılan atamalarda ve bankalara sermaye aktarımı için gerekli düzenlemelerde ısrarcı olarak, dönem dönem istifa tehdidi savurarak, İMFnin istek ve dayatmalarını hayata geçirtti. Kamuda kaynak olmadığı gerekçesiyle ücret zamlarını hedeflenen enflasyonla sınırlı tutan ve 45 bin işçinin resen emekli edilmesi düzenlemesini başlatan Derviş, bankalara sermaye aktarımı konusunda ise oldukça cömert davrandı. Borç takası ile bankaların 5.8 milyar dolarlık döviz açıklarının kapatılmasını sağlayan Derviş, bankaların sermaye açığının kapatılması için kamu desteğinin sağlanmasını öngören yasayı da Meclisten geçirtti. Derviş döneminde uygulanan politikalarla milyonlarca işsize yeni milyonlar katıldı. Bu arada kapanan işletmelerin sayısı inanılmaz boyutlara ulaştı. Türkiyenin borç yükü 204 milyar dolara ulaştı. Dervişin 17 aylık icraatlarının özü özeti işçi ve emekçilere düşmanlık, sermayeye bağlılıktan ibarettir. Bunları kerhen de olsa eleştirmek tavrını dahi alamayan, hatta bunun mimarı olan Dervişi saflarına almak için çırpınan CHPnin hükümet olması durumunda izleyeceği politikanın da gerçekte ne olduğu böylece ortaya çıkmaktadır. Düzen cephesinde seçim hazırlıkları ve Seçim kararıyla birlikte sağda ve solda olmak üzere düzen partileri hummalı bir ittifak arayışı içine girdiler. Bugün seçime dönük tüm faaliyetleri neredeyse ittifak arayışları ve tanınmış simaların transferinden ibaret. Burjuva medyanın da tüm gündemi bu eksene oturmuş durumda. Günlerdir sermaye partileri arasındaki ittifak görüşmeleri, çağrıları, temennileri, Dervişin hangi parti ile hareket edeceği vb., yazılı, görsel tüm sermaye basınında işleniyor. İşçi ve emekçilerin de umutsuzca izlediği, izlemek zorunda bırakıldığı ve artık kabak tadı veren bu tablo, Dervişin YTP ile yollarını ayırıp CHPye geçmesiyle sonuçlandı. Düzen cephesinde yaşanan bu hareketliliğin altında, bugünkü tablo ile seçime gidilmesi durumunda, dünün merkez partilerinin bile neredeyse tümünün barajın altında kalacağı gerçeği ve 3 Kasım sonrası görüntüyü kurtaracak bir koalisyon hükümetinin de yaratılamayacağı korkusu yatmaktadır. Tüm bu yaşananlar sermaye iktidarının yalnızca ekonomik olarak değil siyasi olarak da istikrarsızlığın pençesinde kıvrandığının en açık göstergesidir. Ekonomik istikrarı sağlamak için ithal edilen Dervişin bugün siyasi istikrarı sağlamak için görevlendirilmesi, yaşanan siyasal istikrarsızlığı aşma çabalarının bir göstergesidir. Dervişin bu çerçevede CHP çatısını seçmesi, geniş tabanlı bir sol birlik söylemleri ise sermayenin düzen siyasetini yeniden yapılanırma isteğinin ürünüdür. Dervişin bugün CHPye yönelmesinin, Türk-İş Başkanı Bayram Meral ve DİSK Başkanı Süleyman Çelebi gibi sendika bürokratlarını kendi hizmetine almasının altında yatan en önemli nedenlerden biri, düzen partilerinden umudunu yitiren milyonlarca işçi ve emekçiyi, Meral ve Çelebinin de içinde yer alacağı sol ve emekten yana bir maske ile yeniden düzene bağlamaktır. Bunu da CHP üzerinden gerçekleştirmek niyetindedir. Bir diğeri ise 3 Kasım sonrası oluşacak hükümette, büyük olasılıkla yeralacak olan CHPye, uygulanacak İMF yıkım programları karşısında işçi ve emekçilerin oluşacak tepki ve öfkesini dizginleyecek bir rolün şimdiden biçilmiş olmasıdır. Nihayetinde TÜSİADın da daha çok ABye girmek üzerinden gerekçelendirdiği sol bir hükümete gerek olduğu yönlü açıklamalarının, bu çerçevede Dervişe verdiği desteğin arkasında, elbette İMF programının 3 Kasımdan sonra da sorunsuz bir şekilde hayat bulmasi istemi yatıyor. CHPnin de diğer düzen partilerinden hiçbir farkının olmadığı anlamak için seçim sloganlarına bakmak bile tek başına yeterlidir: Batırdılar gidiyorlar; O hep sizi düşünüyor; Halkı ezdirmeyeceğiz; Ülkeyi soydurmayacağız; Türkiyeyi perişan edenlerden halk adına hesap soracağız; Şimdi CHP zamanı; Türkiyede namuslu şerefli siyaset adamları da var; Teslim olmayan adam; Yetiş Baykal İçi boş argümanlardan ibaret olan bu sloganlarda, işçi ve emekçilerin, gençliğin, mazlum Kürt halkının hiçbir temel hak ve istemine yer verilmemektedir. Yine işçi ve emekçilerin sorunlarına sahip çıkması, hakları için mücadele etmesi gerektiğine ilişkin tek bir kelime dahi yoktur. Tüm bunlar da gösteriyor ki CHP, işçi ve emekçilerin, ezilen yoksul halkın sorunlarının çözümü değil, tersine bu sorunların kaynağı olan düzenin bir parçasıdır. Bu nedenle de değil bu partiye oy vermek ondan hesap soracak bir mücadeleyi örgütlemek bugün işçi ve emekçilerin, en başta da sınıf devrimcilerinin acil ve ertelenemez bir görevidir. |
|||||