24 Ağustos'02
Sayı: 33 (73)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalizme ve işbirlikçi burjuvaziye karşı işçi sınıfının bağımsız çizgisi
  Düzen siyaseti ve sendikal ihanet
  CHP solda değil sağda, işçi ve emekçilerin değil sermayenin safındadır!
  ABD'nin Ortadoğu halklarına yönelik tehdidi ve Arap ülkeleri
  Ebu Nidal'in ölüm haberleri ve "sahibinin sesi" medyanın Filistin düşmanlığı
  Sendika ağaları ihanette sınır tanımıyor
  Emperyalist savaşa ilişkin çatlaklar
  Hacıbektaş şenlikleri ve komünistlerin müdahalesi...
  Hacıbektaş şenliklerine yapılan müdahalenin anlamı, önemi ve sonuçları
  Devrimci basına baskın ve gözaltı terörü...
  Seçim gündemi ve burjuva siyaset arenasına yansıyanlar
  Onbini aşkın kamu emekçisinin coşku ve kararlılık dolu eylemi
  Ankara Öncü İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
   Mevzi direnişlere devrimci müdahalenin önemi
   Anadolu Yakası İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
   Metal işçilerinin TİS döneminde sorunları ve görevleri
   İspanya'da iç savaş ve Federico Garcia Lorca
   Güney Kürdistan ve devrimci yurtsever görevler
   İş güvencesi yasası seçim malzemesi
   Melek Birsen Hoşver zorla müdahale sonucu şehit düştü
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Amerikan emperyalizmi Irak’a saldırı konusunda giderek yalnızlaşıyor...

Emperyalist savaşa ilişkin çatlaklar

11 Eylül saldırılarından sonra savaş histerisi içine giren Bush ve ekibi, iç ve dış politikada saldırgan, kural tanımaz bir çizgi izlemeye başladı. Bu politika ile Amerikan halkının demokratik hakları tırpanlanıp polis devletine doğru önemli adımlar atılırken, birçok uluslararası anlaşma ise ya feshedildi ya da fiilen boşa çıkarıldı.

Afganistan aylar boyunca bombalanarak yerle bir edildi. Bu sürede binlerce sivil Afganlı katledildi. Tutsak alınan ve El Kaide militanı olduğu iddia edilen yüzlerce kişi işkencelerden geçirildi. Bu tutsaklar halen de tecrit altında tutulmaya devam ediliyor. Bush yönetimi İsrail’in Filistin’e saldırısı konusunda kasap Şaron’a tam destek vererek Filistin halkının yıkım ve katliamına ortak oldu. BM tarafından İsrail’e karşı alınabilecek en basit bir yaptırım kararını bile ağırlığını koyarak engelledi. Anti-Balistik Füze Anlaşması feshedildi. Küresel ısınmaya Karşı Kyoto Anlaşması reddedildi. Yıldız Savaşları Projesi devreye sokuldu. ABD, BM Nüfus Fonu’na yapması gereken mali katkıyı Çin’in kürtaj politikasını bahane ederek ödemeyi reddetti vb., vb.

Afganistan’da elde ettiği kolay başarının hemen ardından Irak hedef tahtasına çakıldı. “Teröre karşı mücadele” adı altında emperyalist saldırganlık zincirlerinden boşandı. Önce Irak’ın kitle imha silahları ürettiği ve bunun bölge açısından bir tehdit unsuru olduğu iddia edildi. Ardından rejim değişikliği gündeme getirildi. Bu yetmedi ABD’ye uşaklık etmeyen ülkelere “şer ekseni” damgası basılarak bu ülkeler de (İran, Kuzey Kore, Suriye, Lübnan) tehdit edilmeye başlandı. Hızını alamayan emperyalist dünyanın baş haydutu, Irak saldırısına destek vermeyen kendi uşaklarını bile tehdit etmeye başladı.

“Şahinler grubu” olarak tanımlanan Bush ve ekibinin kural tanımaz, saldırgan/militarist tutumları, kapitalizmin İMF-Dünya Bankası-Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarla yürüttüğü küresel saldırı ile birleşti. Dünya halklarını tehdit eden bu saldırılar anti-emperyalist savaş karşıtı muhalefetin kitlesel bir boyut kazanmasına katkıda bulundu. Özellikle Afganistan saldırısına karşı yüzbinlerce muhalif alanlara çıkarak tepkisinin ortaya koydu.

Amerikan emperyalizminin bu saldırgan politikasına bağlı olarak Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme girişimi diğer emperyalist odakları da rahatsız etmeye başladı. Zira, hem petrol yönünden en zengin bölge hem de stratejik açıdan kilit bir önemi olan Ortadoğu’da ABD, diğer emperyalist güçlerin etkisini yoketmeyi de amaçlıyor.

Afganistan’a saldırırken diğer emperyalist ve gerici güçleri arkasına alan ABD emperyalizmi, Irak’a saldırı konusunda neredeyse yalnız kaldı. Düne kadar açık destek veren tek ülke, Bush’un “fino köpeği” olarak tanımlanan Tony Blair’in başbakanlığındaki İngiltere’ydi. Gelinen yerde o bile çeşitli hesap ve kaygılarla araya belli bir mesafe koymak zorunda kaldı. İşbirlikçi Türk burjuvazisinin Amerikan emperyalizmine sadık bir uşak olması ve borç batağında debelenmesi sonucu bu savaşa destek vermek dışında bir tavır almayı düşünmediği, sadece bunun karşılığında iğrenç bir pazarlık içine girdiği ise bilinmektedir.

Bu durumu yakından izleyen Amerikalı “düşünce” kuruluşları, savaş ve saldırı konusunda deneyimli uzmanlar ve ABD kongre üyesi bazı demokrat senatörler, Irak’a saldırı konusundaki tereddütlerini gündeme getirmeye başladılar. Buna bağlı olarak bir kısım Amerikan basını da bu görüşlerin kamuoyuna yansıtılması işlevi görüyor.

Savaşla ilgili ilk tartışmalar kongrede başladı. Saldırıda ısrar eden Bush’un Cumhuriyetçi senatörleri ile “Saddam’ın hiçbir kışkırtıcı davranış içinde olmadığı”, bu koşullarda Irak’a saldırmanın doğru olmayacağını savunan Demokratlar arasında yaşandı. Demokratlar, Saddam yönetimini izole etme politikasının işlediğini, bu koşullarda kitle imha silahları ile bir saldırıya girişmesinin söz konusu olmadığını, çünkü böyle bir davranışın onun sonu demek olacağını bildiğini savunarak, şimdilik savaşa gerek yok tezini savunuyorlar.

Savaşla ilgili kaygı ve eleştirilerini dile getiren isimlere geçen hafta yenileri eklendi. Bu isimler içinde en bilineni Henry Kissinger’dir. Baba Bush’un sözcüsü olarak görülen Brent Scowcroft, eski dışişleri bakanı Lawrence Eagleburger ve Amerikan strateji sitesi Stratfor da benzer açıklamalarda bulundular. Kissinger, ABD’nin dünyadan yalıtılma ve tek başına kalma tehlikesine dikkat çekti. Scowcroft, “Irak’a saldırmak 11 Eylül’den bu yana yapılan bütün iyi şeyleri tehlikeye atacak, üstlendiğimiz küresel karşı-terörizm kampanyasını ciddi bir biçimde tehlikeye sokacak, hatta yok edebilecektir” açıklamasında bulundu. Eagleburgar, “Bütün müttefiklerimiz karşıyken, neden işgali şimdi gerçekleştirmemiz gerektiğini anlamıyorum” diye açıklama yaptı. Stratfor ise olayı farklı bir boyuttan ele almış. Bu siteye göre Irak’ saldırının ikinci bir “Domuzlar Körfezi” felaketi olma ihtimali var. Bundan dolayı Afgan modeli ile Saddam yönetimini devirmenin tercih edilmesini öneriyor.

Kaygı ve eleştiri getirenlerin hepsi de, Bush’tan saldırı gerekçelerini daha net ortaya koymasını ve Saddam Hüseyin’i şeytan gibi göstermekten vazgeçmesini, çünkü, bunun artık kimseyi ikna etmediğini dile getiriyorlar. Bunlar esas olarak saldırının zamanlaması ve taktiklerine karşı çıkan yaklaşımlardır. Bush yönetimi üzerinde yapabilecekleri etki, saldırının zamanlaması ve taktikleriyle sınırlı kalacaktır. Basında, “ABD yönetiminde çatlak” olarak yorumlanan bu açıklamaların tümü de geleneksel Amerikan saldırganlık çizgisine tamamen uygundur. Bu kaygılarda ne Irak’ın yerle bir edilecek olması, ne yüzbinlerce Iraklı sivilin ölmesi, ne de Ortadoğu’nun bir kan gölüne dönecek olmasının zerre kadar payı vardır.

Buna rağmen Wolfowitz, Cheney, Perle, Rumsfeld, Safire vb. savaş kundakçıları, zaman geçirmeden Irak’a saldırmak gerektiğini savunuyorlar. Biraz daha itina telkin eden açıklamalardan bile ciddi bir şekilde rahatsız oluyorlar. Nitekim bu açıklamalara karşılık veren Bush, kendisinin ve ekibinin ne yaptıklarını iyi bildiklerini ifade ederek, savaş hazırlığının olduğu gibi devam edeceği mesajını verdi.

Ortadoğu’ya yapılan silah ve asker yığınağı, Bush’un sözlerini doğrulamaktadır. Öte yandan savaşa destek vermeyen ABD uşaklarına karşı takınılan tutum baş haydut ABD’nin savaş konusundaki ısrarının göstergesidir. Suudi Arabistan’dan sonra ABD-Mısır ilişkilerinde yaşanan sorunlar, Mısır’a verilmesi planlanan yardımın askıya alınması ve Mısırlı yetkililerin yaptığı açıklamalar vb., Amerikan emperyalizminin vahşi saldırısını gerçekleştirmek için her yola başvuracağının göstergeleridir.

Amerikan emperyalizmi saldırgan politikasında yalnız kalınca, bu ihtiyatlı açıklamalar gündeme geldi. Eğer ABD Irak’a saldırmak için destek bulabilseydi hiç kuşku yok ki, bu kaygılara yer olamayacaktı. Bu da en güçlü, en saldırgan ve en vahşi emperyalist bir gücün bile tek başına kaldığında ciddi açmazlar yaşayabileceğini gösteriyor.

Irak’a saldırı için beklediği desteği tam olarak bulamayan ABD’nin savaş politikasına, bu koşullarda militarizme, saldırganlığa ve savaşa karşı güçlü bir kitle muhalefetiyle karşılanabilmesi durumunda geri adım attırılabilirdi. Kapitalist sistem tarafından sürekli üretilen savaşlar, her dönemde halklara ağır faturalar ödetmiştir. Savaşa karşı direnişi örmede geç kalan kitleler, defalarca benzer trajedileri yaşamak zorunda kalmışlardır. Oysa tarihsel deneyimlerden süzülen bilinç, insanlığa, tekrar tekrar savaşa ve savaşı kaçınılmaz kılan kapitalizme karşı mücadelenin kesintisiz bir şekilde sürdürülmesinin zorunlu olduğunu göstermektedir.

İşçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar bu bilinçle örgütlü bir mücadele yükseltemedikleri, bu mücadele ile çürüyen düzene geri adım attırmadıkları sürece savaşların korkunç yıkımlarından kurtulamayacakları da, tarihsel gelişmelerin bize öğrettiği bir diğer gerçektir.