10 Ağustos '02
Sayı: 31 (71)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye düzeninin aldatıcı manevraları
  Temel demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltelim!
  "AB uyum yasaları" ve Kürt sorunu
  Artık devlet adam öldürmeyecek mi?
  Türkiye demokratikleşiyor mu?
  İdam tartışmasının gizledikleri
  Düzen siyasetinde ittifak tartışmaları
  İşçi sınıfına büyük tuzak!
  Sendika ağaları yine işbaşında!
  Paşabahçe direnişi ihanete yenildi!
  "AB uyum yasaları" ve sahte demokrasi hayalleri
  Emperyalizme taşeronluk için kollar sıvandı
  Grev hakkı için grev ve direniş çizgisi!
   Filistin işgali yeni boyutlar kazanırken, BM siyonist katliamlara destek veriyor!
   Hızır Paşalar hak ve özgürlüklerimizin düşmanlarıdır!
   Devrimci basına yönelik davalar üzerine...
   L tipi cezaevleri
   Dersim, barajlar ve kalkınma/2
   "Munzur Kültür ve Doğa Festivali" üzerine...
   Türkiye'nin dış politikası kimin?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Bir direniş beldesi Beykoz ve
‘91 Paşabahçe direnişi

1991’de Körfez Savaşı sonrası satış düşüklüğünü bahane ederek bir çok sektörde tensikatlar yaşanmıştı. Ancak en anlamlı karşı duruş cam sektöründe yaşanan tensikatın ardından gerçekleşti. Bunların içinden de en büyük tepki Paşabahçe Beykoz Cam Fabrikası’ndan geldi; 570 işçi ile en büyük tensikat burada yaşanmıştı. 570 kişinin işten atılması haberi aynı gün fabrikayı terketmeme eylemini beraberinde getirdi. Toplam 21 gün süren direnişte işçiler adeta tek yumruk olmuşlardı.

Kararlılığı ve emekçi halkın da desteğiyle direniş giderek büyüdü. Beykoz ve çevre emekçi halkı direnişe anlamlı destek ziyaretleri düzenlediler. Direnişteki işçilere lokantalarından, evlerinden yemek götürdüler. Camiden yanlışlıkla yapılan “fabrika basıldı” duyurusu üzerine, 2000 kişinin kazma kürekle fabrika önüne gitmesi ise desteğin gücü ve anlamı konusunda açık bir fikir veriyordu. Beykoz emekçi halkı direnişin sonuna kadar bu ve benzeri desteklerini sürdürerek dayanışmanın en güzel ve anlamlı örneklerini oluşturmuşlardı.

Direnişin bir çok anlamlı ayrıntısını ve tabi ki derslerini Paşabahçe işçilerinin "ya hep beraber ya hiç birimiz” sloganını kılavuz etmeleri oluşturdu. 21 gün süren direnişin sonundaki kazanım, patronun bütün oyunlarına karşı, işçilerin son güne kadar bu şiar doğrultusunda, tek bir işçinin bile çıkarılmasına hayır diyerek hareket etmelerinin sonucudur. İşçiler yönelen her tehdit yazısını okumadan atmışlar, yönelen her oyunu bozmak için birlikte karar alarak hareket etmişlerdi. Direniş 14 Ağustos 1991 günü tek bir işçi bile atılmadan zaferle sonuçlandırılmıştı.

Burjuvazi, makinanın basit bir parçası olarak gördüğü işçileri, yasaları da arkasına alarak istediği zaman işe almakta istediği zaman çıkartmakta. Çalışma sistemi ve kurallarının burjuvazi tarafından konulduğu ve uygulandığı bir sistemde bu aykırı bir şey olarak görünmüyor. Bunun karşısında ise kazanım her zaman fiili bir şekilde gerçekleşmiştir, gerçekleşecektir. 1991’de toplu tensikata karşı Paşabahçe işçilerinin deneyimi bu yönüyle fazlasıyla önemlidir. Bu direniş meşruluğun zemininin olduğunu Kavel, 15-16 Haziran, Zonguldak madencilerinin yürüşünde olduğu gibi bir kez daha göstermişti. Paşabahçe işçisi kendisine ait bu özdeneyimi iyi sindirebilmiş olsaydı belki de bugünkü ihanet ve yenilgiyle bu denli kolay yüzyüze kalmazdı.

V. Tekin



“Kahrolsun kapitalizm, çözüm devrimde!”

Kapitalizmin en güçlü kalesi, rüya ülkesi olarak gösterilen ABD’de son bir ay içinde 8 “dev şirket” iflas etti. Bu şirketlerin kağıt üzerindeki göstermelik değeri 300 milyar dolar. Bu rakam Türkiye’nin milli gelirinin yaklaşık iki katı. Şu anki durum buzdağının sadece görünen kısmı. İçi boş şirketlerin domino taşları gibi arka arkaya devrilmeleri uzak bir ihtimal değil.

Kapitalizmin kalbindeki bu iflasların global bir krize dönüşerek Avrupa’daki şirketleri de iflasın eşiğine getireceği söyleniyor. Yarın kriz Avrupa ülkelerini de saracaktır. Ekonomik durgunluğun yavaş yavaş bir krize dönüşeceği aylar önceki ekonomik göstergelerden zaten belliydi. Fransa, Avusturya ve Hollanda’daki faşist ve ırkçı oyların artması bir tesadüf değildir. Avrupa’da aşağılık ve kirli bir oyun oynanıyor. Kapitalizm ikinci dünya savaşı öncesi uyguladığı politikaları tekrar devreye sokmaya çalışıyor.

Tabii bu global çöküşün Türkiye’ye yansımaları çok daha ağır olacaktır. Türkiye cephesinden krizi derinleştirmek için, işimi ve ekmeğimi geri istiyorum ve “Emperyalist savaşa hayır!” diyerek alanlara çıkıp sesimizi yükselterek kapitalizmi yeni açmazların içine sürüklemeliyiz.

İşçi sınıfı hain sendika bürokrasisini aşıp bu saldırılara örgütlü ve sınıf bilinciyle cevap vermek zorundadır. Yoksa, ekonomik krizle boğuşan, açlığa ve köleliğe itilmek istenen işçi ve emekçilere yeni yıkımlarla birlikte toplumsal çürüme dayatılacaktır.

Kapitalizmin dibe vurduğu ve itibar kaybettiği bu süreçte arayış içinde olan kesimlere alternatif sistemi göstermek biz komünistlerin acil görevidir. Tam da bu süreçte “Kahrolsun kapitalizm, çözüm devrimde!” şiarını öne çıkarmak can alıcı önemdedir.

Kızıl Bayrak okurları/İstanbul



Türk-İş’in 50. yılı...

İhanetçi kimliğe devam

31 Temmuz 1952’de kurulan Türk-İş, Dedeman Oteli’nde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu üyeleri, Yılmaz, Bahçeli ve tüm siyasi parti temsilcileri ile kuruluş yıldönümünü kutladı. 50. yıl kutlaması Türk-İş’in işçi sınıfına ne kadar yabancılaştığına ışık tutuyor. Türk-İş bürokratları ile sermayenin has partileri arasındaki sıcak ve samimi ilişki, Türk-İş’in hangi sınıfın çıkarlarının temsilcisi olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

50. yılını sermayenin temsilcileri ile kapalı salonlarda kutlaması, Türk-İş’in 50 yıllık tarihine baktığımızda hiç de şaşılacak bir durum değil. Kurulduğu yıldan beri düzenin denetiminde ve inisiyatifinde bir sendikacılık rotasında ilerleyerek, sınıfın çıkarlarından uzak bir örgütlenme ve mücadeleyi tercih etmiştir. Hep iktidar ile iyi geçinme, uzlaşma ve diyalogdan yana bir sendikal anlayışa sahip olmuş, işçi sınıfına ihanette sınır tanımamıştır. Direnişlerde, eylemlerde, grevlerde sermayeden çok sermaye yanlısı kesilmiş, işçi hareketini denetim altına alarak dizginlemiştir. 12 Eylül sendikacılığının da en iyi örneği olan Türk-İş, sınıfa dönük saldırıları gerçekleştirmede sermayenin işini kolaylaştırmıştır. Temsilcisi olduğu işçi sınıfını, sermaye ile uzlaşma masalarında satmayı, direnişlerde, grevlerde işçilerden uzak durmayı, grev kırıcılığın ve işçi düşmanlığını ilke edinen Türk-İş, gelinen yerde tescilli bir ihanet çetesi haline gelmiştir.

Türk-İş 50. yılını sermaye sınıfının temsilcileri ile kutlarken; bu sınıfın baskı ve sömürü düzeni işçi kıyımlarıyla, hak gasplarıyla, kötü ve ağır çalışma koşularıyla, İMF saldırı paketleriyle işçi sınıfını ve emekçileri yıkım ve sefalete sürüklüyor.

Türk-İş 50. yılını işçileri açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, geleceksizliğe mahkum eden kan emici düzenin temsilcileri ile kutlarken; fabrikalar bir bir kapatılıyor, işçilere düşük ücretler, kölece çalışma ve yaşam koşulları, sosyal hakların gaspı, örgütsüzleştirme dayatılıyor.

Türk-İş 50. yılını en lüks mekanlarda sermaye ve hükümet temsilcileri ile kadeh tokuşturarak kutlarken; işçiler sermayenin saldırılarına karşı işi, ekmeği, onuru ve geleceği için direniyor. Beykoz Paşabahçe işçilerinin direnişi, bir anlamda Türk-İş’in içinde bulunduğu durumu özetliyor. Direniş sırasındaki uzlaşmacı ve ihanetçi tutumuyla işçi düşmanlığını, sermaye dostluğunu tekrar hafızalarımıza kazıyor. Tıpkı 1966’daki Paşabahçe direnişinde olduğu gibi. Bu ihanetçi tutum, işçi sınıfına izlemesi gereken yolu gösteriyor. İşçi sınıfının büyük mücadeleler vererek kazandığı sendikaların başına çöreklenmiş işbirlikçi bürokrat takımını defetmedikçe sermayenin saldırılarını püskürtmek mümkün değildir.

Sermaye ile uzlaşma masalarında hakların gaspına bir bir imza atan sendika bürokratları sınıfın hak alma mücadelesinin önünde aşılması gereken en büyük barikattır. Bu barikat aşılmadığı sürece, sendikalarımızı ve kazanılmış haklarımızı ihanet batağında bir bir kaybedeceğiz. “Esnek çalışma” yasa tasarısıyla, düzenin sömürü çarkları arasında iyice köleleşme, insanlık dışı yaşam ve çalışma koşulları dayatılacak.

Türk-İş şahsında sendika bürokraatları böyle davranma gücünü nereden alıyorlar? Bunu bizim suskunluğumuzdan, tepkisizliğimizden, örgütsüzlüğümüzden ve birlikte hareket etmememizden alıyorlar. Saldırıların bu kadar yoğun olduğu bir süreçte topyekûn karşı koyamadığımız için daha bir pervasız davranıyorlar.

Saldırıları püskürtmek ve sermayeye hakettiği cevabı vermek için alanlarda dişe diş bir mücadeleyi yükseltmek zorundayız. Tabandan örgütlenmeli, işyeri komiteleri aracılığıyla sendikalarımıza sahip çıkmalı ve sendikalarımızın başına çöreklenmiş ihanet çetelerini defetmeliyiz. Ancak böyle kazanabilir ve haklarımızı koruyabiliriz.

Sınıf bilinçli bir metal işçisi