10 Ağustos '02
Sayı: 31 (71)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye düzeninin aldatıcı manevraları
  Temel demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltelim!
  "AB uyum yasaları" ve Kürt sorunu
  Artık devlet adam öldürmeyecek mi?
  Türkiye demokratikleşiyor mu?
  İdam tartışmasının gizledikleri
  Düzen siyasetinde ittifak tartışmaları
  İşçi sınıfına büyük tuzak!
  Sendika ağaları yine işbaşında!
  Paşabahçe direnişi ihanete yenildi!
  "AB uyum yasaları" ve sahte demokrasi hayalleri
  Emperyalizme taşeronluk için kollar sıvandı
  Grev hakkı için grev ve direniş çizgisi!
   Filistin işgali yeni boyutlar kazanırken, BM siyonist katliamlara destek veriyor!
   Hızır Paşalar hak ve özgürlüklerimizin düşmanlarıdır!
   Devrimci basına yönelik davalar üzerine...
   L tipi cezaevleri
   Dersim, barajlar ve kalkınma/2
   "Munzur Kültür ve Doğa Festivali" üzerine...
   Türkiye'nin dış politikası kimin?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Dersim, barajlar ve kalkınma/2

H. Ataç

Dersim bölgesine yönelik ekonomi politika

Osmanlı Dersim bölgesinde hiçbir zaman egemenlik kuramamıştır. Özellikle 19. yüzyılın ortalarından itibaren seferler düzenleyen Osmanlı ordusu bölgede bir türlü kalıcı bir hakimiyet oluşturamaz. Dersim’ de Osmanlı hakimiyeti kurulamadığından bölgeye yönelik herhangi bir ekonomik plan ya da program da olmamıştır. Osmanlı yönetiminin bölge halkına yönelik yaklaşımının özellikle mezhepsel farklılık sebebiyle olumsuz olduğu bilinen bir şeydir. “Haydutluk”, “soygunculuk”, “Ermenileri saklamak” ya da “Ruslarla işbirliği yapmak”, askeri harekatlar için hazır suçlamalar durumundaydı.

1908 harekatından sonra merkezin talebi üzerine “tedip hareketiyle ilgili” olarak 4. Ordudan istenen raporda, “Dersimdeki icraatın birkaç köy ve ekinleri yakmaktan ibaret kaldığı” belirtilmiştir. Raporda devamla “ıslahat ile tedip harekatının birlikte yapılması gerektiği” vurgulanmıştır. (Akgül, s.24)

Osmanlı dönemi boyunca Dersimde herhangi bir ekonomik yatırım yapmak düşüncesi hiçbir zaman olmamıştır. Dersim sadece askeri harekatların konusu olmuştur. Bölge halkını devlete yakınlaştırmak için de olsa bir ekonomik plan söz konusu değildir. Resmi raporların satır aralarında geçen “karakol, okul ve yol” gibi “yatırımların” askeri hareketleri kolaylaştırmak ve bölgeyi ele geçirmek dışında bir amacı bulunmuyordu.

Bölgeye yönelik olumsuz yaklaşımın Osmanlı döneminden beri var olduğu görüşü çeşitli araştırmacılarca ortaya konulmaktadır. (Akgül, s.21) Cumhuriyetin kurucuları da benzer bir düşünce içerisindedirler. İsmet İnönü hatıralarında “memleketin öteden beri Dersim meselesi diye bir derdi vardı” demektedir. (Hatıralar, s. 268) Cumhuriyet’in kurucu kadroları, Dersim’de hakimiyet oluşturmak ve “normal bir düzen”e geçmek için önemli hazırlıklar başlatırlar. Bölgeye gelen ve incelemeler yapan çeşitli düzeyde devlet yetkilileri hazırladıkları raporlarda “bölgenin ıslahı için” belli başlı önerilerde bulunurlar. Bu raporlarda “bölgenin ihmal edilmemesi”, “aşiretler arası dayanışmaya son verilmesi”, “okul ve yol yapılması” vb. çözümler sıralanmaktadır.

Diyarbakır Valisi Ali Cemal tarafından hazırlanan raporda, “Dersimlilerin müthiş fakirliğine” dikkat çekilerek doğru bir şekilde “silah bulundurmanın yaşamak hissi ve endişesinden kaynaklandığı” belirtilmektedir. Ali Cemal “ağalar ve reislerin bile fakirlik içinde bulunduğunu” belirterek “sorunun çözümünün eğitimden geçtiğini” savunmuştur. Mülkiye müfettişi Hamdi Bey ise, hazırladığı raporda “Dersim’de yol, fabrika kurmak ve kendilerini meşgul etmeye yarayacak çeşitli sanayi işleri sağlamak suretiyle ıslaha çalışmak hayaldir” diyerek, “Dersim çıbanı üzerinde kesin bir ameliye yapmak gerekir” sözleriyle “kökünden çözüm” yolunu göstermektedir. Bu raporda önerilen yolun resmi politika haline geleceği ve Ali Cemal’in önerilerinin dikate alınmayacağı kısa zamanda anlaşılacaktır.

Bu dönem hazırlanan raporlarda kalkınma sorununa az ya da çok vurgu yapıldığı görülmektedir. “Ekonomik kalkınma” bu dönem “doğu sorunu” ya da “Kürt sorunu” temelinde yorumlanmakta ve bölgedeki güvenlik sorununun bir parçası olarak ele alınmaktadır. Bölgedeki ulusal ya da etnik hareketlenmelerin ekonomik yatırımlarla engelleneceği düşünülmektedir.

Cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra 1923 yılında Birinci İzmir İktisat Kongresi’nde diğerlerinin yanı sıra; “sanayiinin bütün bölgelere taşınarak bölgelerarası dengesiz gelişmesinin engellenmesi” kararı da alınmıştı. Bu karar, kalkınmada bir devlet ilkesi olarak gündeme gelmişti. Ne var ki; bu ilkenin hayata geçmesi mümkün olmadı. Coğrafi nedenlerin ötesinde; çeşitli siyasal, sosyal ve etnik (ulusal) nedenlerle sanayi (kapitalizm) bölgeye götürülmedi.

Herşeyden önce bölgede kapitalizmi en erken işleten azınlıklar Cumhuriyet öncesinde büyük kıyımlara uğratılmıştı. Böylece bölge ticari canlılık açısından kuraklaşmıştı. “Tehcir” uygulamasının en önemli sonucu bölge sanayi ve ticari hayatının ciddi bir darbe yemesi olmuştur. Göçler, katliamlar, yıkımlar bölgenin gelişme potansiyelini azalttığı gibi; bölgede sürekli bir ekonomik istikrarsızlık ve güvensizlik kaynağı olacaktır.

1920-40 arası yaşanan isyanlar da bölgeye yönelik ekonomi politikayı derinden etkiledi. Ayaklanmaların yarattığı korku devlet yönetiminde yansımasını bulmakta gecikmeyecekti. Bu korku ise kapitalizmin (ve sermayedar sınıfın) bölgeye her zaman ihtiyatlı yaklaşmasına yol açacaktır. 20. yüzyılın başında bölgede var olduğu kadarıyla kapitalizm altyapıya dönüktür. Demiryolları ve bazı devlet işletmelerinin faaliyete geçmesi ilk adımları oluşturmaktadır. Türkiye yüzölçümünün yüzde 30’a yakınının yer aldığı bölge, 1935 sayımına göre 2.5 milyon kişiyle nüfusun yüzde 15’ini barındırmaktadır. Ayaklanmalar, kırımlar, sürgünler bölgenin nüfusunda önemli bir düşüş meydana getirmiştir. Resmi rakamlara göre; 2510 sayılı iskan kanunu uygulaması sonucu cumhuriyetin ilk yıllarında Dersim’in de içinde bulunduğu bölg illerinden 5.074 haneden toplam 25.831 kişi “zorunlu iskan”a tabi tutulmuştur. Gerçek rakamların daha yüksek olduğu açıktır. (Tekeli, s.49)

1930’ların sonuna kadar süren isyanlar bölgenin gelişme sürecini tamamen durdurmuştur. Bu nedenle Milli Mücadele döneminde olduğu gibi, bölgeye yönelik devlet “yatırımları”, karakol, cezaevi ve hastaneden ibaret olacaktır. Bu tür “yatırımlar” ayaklanmaları bastırma stratejisi üzerine kurulmuştur.

Cumhuriyetin ilk sanayi sayımı 1927’de yapılmıştır. Bu sayıma göre; bölgede sadece ülke genelinde yüzde 10 oranında ağırlığı bulunan atölye büyüklüğünde imalathaneler bulunuyordu. Bu imalathanelerde ise henüz modern işçi–patron ilişkisi değil; usta-çırak ilişkisi egemendir. Bölgede henüz uzmanlaşma ya da bölgeler arası değişim ve ticaret de yoktur. 1931 yılında toplanan Ziraat Kongresi’nde henüz pazara çıkmayan malların üretimin yüzde 80’lerini oluşturduğu açıklanmıştır. (Sönmez, s.34)

Bölgenin kapitalist pazara bağlanmasını sağlayacağı ileri sürülen “memleketin demir ağlarla örülmesi projesi” askeri harekatları kolaylaştırmakta; asker taşımayı serileştirmektedir. “Ekonomik amaçlı” bu projenin de gerisinde siyasal hedefler yatmaktadır.

İsyan dönemi ve sonrası...

Dersim, 1937-38 olaylarına kadar kapalı bir yapıda idi. Bölgede henüz sanayi ya da imalathane türünde işyerleri yoktu. Ekonomik hayat tarım ve hayvancılığa dayalı ve kapalı yapıda idi. Dersim Harekatı ise durumu daha da kötüleştirdi. İki yılı aşkın zaman alan askeri operasyonlar ve ardından insanların kitlesel halde göç ettirilmesi, var olduğu kadarıyla ekonomik canlılığı durduracaktır. Askeri harekat sonucu bazı bölgelerin boşaltılması ve ekilebilir toprağın bozulması da bölgenin gelişme potansiyelini azaltacaktır.

Dönemin basın yayın organları ise tam tersine, harekatın sonunda bölgede “ekonomik kalkınma hamlesi başladığını” yazacaktır. Ulus, “Tuncelinde büyük ıslahat programının başladığını” yazmakta; ıslahatın adımları olarak da temelleri atılan köprü, kışla, bina ve mektepleri göstermektedir. Cumhuriyet ise “Tuncelinde imar işlerine 3 milyon tahsis edildi” başlığı altında bu parayla “bir köprünün temelinin atıldığını; her tarafta kışlalar, karakollar ve yolların yapıldığını” duyurmaktadır. Dönemin “solcu” gazetesi Tan’daki köşesinde Ahmet Emin Yalman ise “Dersim yakın bir tarihte Türkiye’nin İsviçre’si olacak” diye yazmaktadır.

Basında bölge hakkında yayınlanan “kalkınma” haberleri yaşananları gizlemeye hizmet ettiği gibi dönemin “feodalizm tasfiye ediliyor” resmi söylemine de destek vermektedir. “Aşiret egemenliğini yok etmek” sözleri yatırım haberlerine eşlik etmektedir. Elbette basında yazılanlar resmi politikanın devamı niteliğindedir ve gerçekliği bulunmamaktadır. Aslında dikkatli bir okur için yazılanların tutarsızlığı ve içi boşluğu çok açıktır. Zira; bütün haberlerde “kalkınma hamlesi”nin göstergesi olarak “karakol, mektep ve yol” dışında hiç bir yatırımdan söz edilmemektedir.

Nitekim harekatın üzerinden 10 yıl gibi önemli bir süre geçtikten sonra bile herhangi bir ekonomik gelişme yaşanmayacaktır. Son Posta gazetesi muhabiri 1948’de Dersim’e gelerek yazdığı izlenimlerinde, “Issız ve insandan yoksun bu yerlerde ahali ile görüştüm, onlar tahsildardan ve adi bir jandarmadan başka bir hükümet memuru görmemişler, köyleri gezdim, zanaat ve ticaret katiyen yoktur...Tunceli sabık Dersim beşinci asrı yaşıyor ve bugünkü Türkiye’nin hudutları dahilinde bulunmasına rağmen yirminci asrın nimetlerinden hiçte istifade etmemiş” diyecektir.

Bu resmi “ihmal”in bir sonucu olarak 1930-50 arasında yapımı hızlandırılan Demiryolu Projesi, Dersim bölgesini hiç kapsamamaktadır (DİE 1960, 62). Bu durum, kesinlikle bölgenin ekonomik zenginlikten yoksun oluşu ile açıklanamaz. Bölgenin “makus talihi” aynen sürmektedir. İktidar, Dersimi bölgenin “en geri bıraktırılmış yeri” yapmaya kararlı görünmektedir. Bölgeye ticari ya da sınai yatırım yapılmamaktadır. Bölgede 1946’da 9, 1955’te 44, 1962’de 62 kamyon ancak bulunacak; otobüs adedi ise 14’ü zor bulacaktır.

1962’de her 100 traktörün ancak 5’i doğu ve güneydoğuda bulunmakta; bunların çoğu ise Urfa, Elazığ, Diyarbakır, Kars, Mardin ve Malatya’da toplanmaktadır. (DİE, 1946, 60, 62) Tarım alanında bölge çapındaki kimi gelişmelere rağmen doğuda sermayesini büyüten ve sanayi sermayesine çevirmek isteyen çevreler batıyı seçmektedirler. Cumhuriyetin kuruluşundan beri bölgeyi istikrarsız bulan özel sermaye ürkek yaklaşımını sürdürmektedir. Bölgenin siyasal yapısının yanı sıra; devletin bölgeye ciddi bir destek vermemesi de etkili olmaktadır. Dersim ise kapitalizme henüz çok uzakta bulunmaktadır.

Türkiye büyürken küçülen bölge

Türkiye ekonomisi 1960’lardan itibaren kısmi bir büyüme yaşarken, bölge küçülmektedir. Bu yıllarda ülke ekonomisindeki yüzde 10-11’lik büyümeden doğu yararlanamamaktadır. 1968’de uygulamaya başlanan “Kalkınmada Öncelikli Yöreler” (KÖY) uygulaması, yine de yatırımları doğuya yöneltmemektedir. 1968-80 arasında verilen 5918 teşvik belgesinin sadece yüzde 5.8’i doğu illerine ayrılmıştır. Kaldı ki, bu verilen teşviklerin önemli bir bölümü de “siyasi yatırım” niteliğindeki kamu yatırımlarından ibarettir. (Sönmez, s.188)

1977’deki ekonomik krizi sanayi ağırlıklı bir politika ile karşılayan Ecevit Hükümeti üretimi tarıma dayanan doğunun gerilemesine yol açmıştır. Böylece doğu ile batı arasındaki gelişme açığı daha da büyüdü. MSP’nin sanayi projeleri de bölgeye hiçbir katkıda bulunmadı; israfa yol açtı.

1980’lerden sonra kamu yatırımları Urfa, Diyarbakır ve “Özal’ın memleketi” Malatya’da yoğunlaşmaktadır. Uygulanan “liberal ekonomik politikalar” bölge için felaket demektir. Bölge çapında tarım üretimi büyük düşüşler yaşayarak; tarımın milli gelirden aldığı pay önemli oranda azalacaktır. Bölge genelinde nüfus yoksullaşacak; işsizlik artacaktır. Dersim bu dönemde de hiçbir yatırım yüzü görmeyecek; bu dönemde devlet adına temelleri atılan tek şey köylere inşa edilen camiler olacaktır.

Son on beş yılda yaşanan savaş ise bölgenin ekonomik gelişimini tam anlamıyla felç edecektir. Devlet, savaşın etkisiyle bölgeye ayırdığı kaynakları iyice küçültecektir. 1990’da bölgeye ayrılan yüzde 33.4’lük teşvik, 1995’te yüzde 6.6’ya düşecektir. Bu oranın da gerçekte bir yatırım anlamına gelmediği; askeri harcamalara gittiği açıktır. Böylece yatırım muslukları tamamen kısılmış olmaktadır. Savaşın toplumsal yapıda yarattığı deprem ise ekonominin gelişimini olumsuz etkileyecektir. OHAL Bölge Valiliğinin 1997 yılı verilerine göre; toplam 3428 yerleşim yerinin boşaltılması sonucu 450.000 kişi bölgeyi terk edecektir. Gerçekte çok daha büyük sayılara ulaşan boyuttaki göç eden insan olgusu, ekonomik hayatı vuracak; bölgede istikrarsızlık artacaktır. (CHP Somut Politikalar Çalışma Grubu “Ön Rapor”)

Tarım ve hayvancılık aynı dönemde dibe vuracaktır. Hayvancılıkla uğraşan aile sayısı büyük azalmalar yaşayacak; bölge “et deposu” olmaktan çıkacaktır. Canlı hayvan ithalatı artarken; ihracatta ise yarıya yakın bir azalma gerçekleşecektir. Dersim’de ise hayvan sayısı 1 milyondan 200 binli rakamlara düşecektir.

Özellikle hayvancılıktaki gerileme resmi politikaların sonucu olacaktır. Bu dönemde bırakalım “kalkınma” politikalarını “yayla yasakları” sebebiyle tam bir yıkım meydana gelecektir. “Güvenlik önlemleri” hayvancılığı yok etme noktasına getirecektir. Aynı politikaların başka acı bir sonucu ise ormanların yanması olacaktır. Bölge genelinde ve özellikle Dersim’de ormanlar sistematik biçimde yakılacak; doğal çevre ağır bir şekilde tahrip edilecektir. Kırların boşalması; kentlere ve batıya göç; korkunç boyutlardaki işsizlik başka önemli sonuçlar durumundadır. Son derece sağlıksız ve dengesiz kentleşme olgusu ise bunlara eşlik edecektir. Gittikçe karmaşıklaşan toplumsal ihtiyaçları karşılamaktan uzak, altyapısı olmayan kentler, sayıları her geçen gün artan insanların geleneksel değerlere daha sıkı sarılmasını engelleyemeyecektir. “Namus” e “töre” anlayışında bir değişim görülmeyecek; “aile meclisi cinayetleri” artacaktır. Eğitimin oranında ve niteliğindeki ciddi gerilemeler ise başka somut bir olgu durumundadır. Genç nüfusun işsizliği ve “gelecek korkusu” ciddi bir sorundur ve sayısı artan “intiharlar”a yol açacaktır. Sosyal güvenlik sorunu ülke genelinden daha kötü bir durumdadır. Sağlık sorunlarının artışı ve buaşıcı hastalıkların yayılması ise uygulanan politikaların başka vahim sonuçları olacaktır.

Özetle; 1990’lar boyunca bölgenin ulusal geliri; bu gelirin dağılımı; nüfus, sağlık, toplumsal yapı aleyhte bir seyir izlemiştir. Bütün bu unsurların toplamından başka bir şey olmayan kalkınma açısından ise bölge (ve Dersim) tam anlamıyla bir “kalkınamama” durumu ile karşı karşıya kalmıştır.

2000’li yıllarda da durum ne yazık ki iç açıcı olmaktan uzak görünmektedir. 2001 yılının ilk on ayındaki yatırımların dağılımı, bölgenin “makus talihinin” değişmediğini ortaya koymaktadır. Teşvik belgesine bağlanan 8 trilyona yakın yatırımın yüzde 41.1’i Marmara; yüzde 10.2’si Karadeniz; yüzde 15’i İç Anadolu’ya; yüzde 8.1’i Ege bölgesine gitmiştir. Bölge ise (doğu ve güneydoğu olarak) toplam nüfusun yüzde 19’unu barındırmasına rağmen, yatırımların ancak yüzde 6.5’ini almıştır. Bu rakamlar, izlenen politikaların etkisiyle, bölgelerarası gelişmişlik farkının azalmadığını; bilakis tam tersine arttığını göstermektedir.

2000’li yıllarda gündeme getirilen “Köy-Kent Projesi” de kalkınma amaçlı olarak hazırlanmıştır. Başbakan Ecevit’in “çok eski rüyam” dediği köy-kent, “kırsal kesimin kalkınması” sözleriyle sunulmuş; ekilebilir toprakları dikkate almaması, bölgenin üretim sürecine uygun olmaması, köylüleri merkezi bir yerde toplaması vs. nedenlerle proje rağbet görmemiştir.

Dersim’de “İnsansız Kalkınma”

Dersim’de hayata geçirilmesi düşünülen “Munzur Barajlar projesi” çok yönlü yararları olan bir proje olarak sunulmaktadır. “Enerji üretiminin arttırılması”; “işsizlere iş bulunması”, “kamulaştırma ile köylünün yüzünün güldürülmesi” vs. sözler “ilin kalkınması” vaatleri ile el ele yürümektedir. İşsizlik, kentte yakıcı bir sorun durumundadır. Gençlerin çeteciliğe ve baliciliğe de sürüklenmesine yol açan işsizlik üniversite mezunlarını bile tehdit etmektedir. Köye dönüş hala bir hayal durumundadır ve bu alandaki resmi adımlar işleri büsbütün karıştırmaktadır. Bu durum işsizlik sorununu kangrenleştiren bir etki yaratmaktadır. Barajların hayata geçmesi durumunda bazı kişilere iş verileceği dile getirilmektedir. İşsiz insanlara iş verilmesi kuşkusuz önemsiz de&curen;ildir. Ne kadar insanın, hangi işlerde ve ne kadar ücret ve sosyal güvence ile işe başlatılacağının bilinmemesi bir yana, bunun sorunu çözmeye yetmeyeceği de açıktır. Zira sorun 500 ya da bin kişinin iş bulmasıyla çözülebilecek ölçüde küçük bir sorun değildir. Kente hayat veren su, vadi ve dağdan oluşan doğal ortamı baraj yaparak yok etmek ve böylece bu alandaki üretici yatırımlarn önünü ebediyen tıkamak çözüm değildir. Hele hele suyu yok ederek baraj kurmak ve burada bazı kişilere iş vererek “ili kalkındırmak” düşüncesi en hafifiyle safça bir inançtır.

Öte yandan bir barajın ortalama ömrünün 40-50 yıl olduğu bilinmektedir. 50 yıl sonra Dersim nasıl olacak? Topraklarında sebze ve meyve yetişecek mi? Çölleşen toprakların bir daha ıslah edilmesi mümkün olmadığına göre insanlar bu topraklarda nasıl yaşayacaklar? Köyleri sular altında kalan insanlara kim iş verecek? Barajlar yoluyla “Tunceli’nin kalkınması” programları yapanların bu sorulara verdikleri bir cevap yoktur.

Barajlar projesini savunan resmi sözcülerin önemli bir dayanağı da “kamulaştırma ödenekleri”dir. Baraj yapılmasıyla köylünün elinden alınan topraklara “önemli miktarlarda paralar verildiği”, “insanların bu paralarla iş kurabileceği” iddia edilmekte ve ne yazık ki vatandaşların küçük de olsa bir bölümü bu propagandaya inanabilmektedir. Yeri gelmişken, özellikle belirtmeliyiz ki bu konudaki propaganda gerçek dışıdır. Bugün ülkenin içinde bulunduğu kriz ekonomisi “kamulaştırma ödeneklerini” de vurmuştur. Mahkemeler ve özellikle yüksek Mahkeme Yargıtay “kriz ekonomisi” nedeniyle köylüye piyasanın altında, son derece düşük miktarların ödenmesine karar vermektedirler. Toprakları sular altında kalan köylülerin bir metrekare toprağına bugün bir paket yabancı sigara parası kadar mddi değer bile verilmemektedir!

Kalkınma planlarına dayanak haline getirilen Munzur Barajlar Projesi, insan, doğa, çevre ve kültürel mirası yok etmektedir. İnsanların binlerce yıllık anılarını ve kültürlerini taşıyan yerleşim yerleri yerle bir olacaktır. Barajların hayata geçmesi durumunda Munzur Vadisinde 80, Pülümür Vadisinde 60’ı aşkın köy olumsuz etkilenecektir. Doğal güzellikler, dağlar, mağaralar, göller, kaplıcalar, içmeler, akarsular, vadiler, mesire yerleri vs. yok olacaktır. Buna iklim değişikliği ve ısınma oranındaki artışın tarım ve hayvancılık üzerinde yaratacağı tahribat da eklenmelidir.

Öyle anlaşılmaktadır ki; resmi yetkililer “insansız bir kalkınma” arzulamaktadırlar. Bunun kalkınma değil “yıkım” anlamına geldiği açıktır.

KAYNAKÇA

1) Dünya, “Ekonomi Politika Bölge Eki, TUNCELİ”, 21.11.2001.
2) Hakan Gülseven. “Doğu Yakası Hikayesi”. Radikal, 21.04.2001.
3) “Say say bitiremediler”, Radikal, 03.01.2002.
4) Suat Akgül, “Yakın Tarihimizde Dersim İsyanları ve Gerçekler”. Boğaziçi Yayınları.
5) Suat Akgül, “Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında Dersim”, Yaba Yayınevi.
6) Cemil Koçak, İ. İnönü, “Hatıralar”, Bilgi Yayınevi, C.2.
7) İ.Tekeli, “Nüfus ve İskan Sorunu”, “Toplum ve Bilim” s.50.
8) Mustafa Sönmez, “Doğu Anadolu’nun Hikayesi”, Arkadaş Yayınevi.
9) DİE İstatistik Yıllıkları.
10) Tan Gazetesi, 15.06.1937.
11) Son Posta Gazetesi, 1948.
12) Fikret Başkaya, “Paradigmanın İflası”, Doz Yayınları.
13) Fikret Başkaya, Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, İmge Yayınevi.
14) “2000 Yılı İnsani Gelişme Raporu”, Cumhuriyet, 30.06.2000.
15) “DPT Gelir Dağılımı Raporu”, Radikal, 14.10.2001.
16) “Barajlar Projesi...” Murat Cano, www.munzurvadisi.org
17) “Tarihte iğne kendimize”, Radikal, 25.01.2002