Sözde iş güvencesinin peşine takılan sendika ağaları
sınıfı dipsiz bir uçuruma sürüklüyorlar... İşçi sınıfına büyük tuzak! Sözde iş güvencesi yasasının düzen partileri tarafından istismar amaçlı olarak tartışmaya açılması üzerine, hem patron örgütleri hem de işçi sendikaları konfederasyonları harekete geçtiler. Patronlar konfederasyon yöneticilerini attıkları imzanın (protokol) arkasında durmamakla suçlarken, kıdem tazminatı hakkının varlığı koşullarında bu yasanın kendilerinin idam hükmü olduğunu ileri sürüp feryat ediyorlar. Sendika ağaları ise patronları acımasızlıkla suçlarken, meclisteki partileri seçimle tehdit ediyorlar. Halihazırda bu kapışma meclis koridorlarında devam ediyor. Peki ne oldu da aralarından su sızmayan bu çete birbirlerine girerek, toplumsal konsensüsü, çalışma barışını bozdular! Oysa daha bir yıl önce taraflar masaya oturup, iş güvencesi ve iş kanunu ile TİS, sendikalar, grev ve lokavt kanunlarında yapılacak değişiklikler için bir Bilim Kurulunun oluşturulmasında anlaşmışlardı. Dahası tüm bu yasal düzenlemelerin Bilim Kurulu tarafından son şekli verildikten sanra bir paket olarak meclise getirilmesi konusunda hemfikirlerdi. Sendika konfederasyonları yönetimleri adına sınıfa ihanetin belgesi olan protokol orta yerde duruyor. Patron örgütleri şimdi bu protokolü imzalarının arkasında durmayan ağaların yüzüne çalıyor, onları tutarsızlıkla suçluyorlar. Haksız da sayılmazlar. Kendileri başından itibaren iş güvencesi adı verilen ama iş güvencesi adına hiçbir yenilik getirmeyen bu yasayı ancak iş kanununda yapılacak değişikliklerle birlikte kabul edeceklerini ilan ettiler. Zaten kendilerinin uşağı hükümetçe gündeme getirilen sözde iş güvencesi yasasının tek fonksiyonu da iş kanunundaki değişikliklerle sınıfa dönük tarihi saldırıya zemin hazırlamaktı. Nitekim iş güvencesi yasasının gündeme getirilmesiyle bu saldırı gündemleştirildi. Sendika ağaları bu gerçeği bilmelerine karşın, protokol imzalayıp bu saldırının gönülü suç ortağı haline geldiler. Gerçekte tüm bunlar bir orta oyunuydu. Tescilli işçi düşmanları işçi dostu pozuna bürünerek işçi sınıfının ipini çekmeye hazırlanıyorlardı. İmzalanan protokol bu oyunun asıl kurgusunu oluşturuyordu. Hazırlanan mizansenle işçi sınıfı bir oldu-bittiye getirilmeye çalışılıyordu. İş güvencesi yasası mecliste bekletilirken, sözde Bilim Kurulu yeni iş kanunu taslağını hazırladı. Bilindiği gibi bu yasa kıdem tazminatlarının gaspı ve esnek çalışmayı da içeren kapsamlı bir saldırı yasasıdır. Böylelikle orta oyununun final sahnesi için dekor hazırlanmış oldu. Artık son bir manevrayla her iki yasa tasarısı aynı anda meclisten geçirilebilirdi. Ancak bugün sahnedeki mizansenin, burjuva partilerin küçük hesapları nedeniyle değişme ihtimali ortaya çıkmış bulunuyor. Bu ihtimal bugün yaşanan çatışmanın da temel nedeni durumda. Ama bu, ne sendika ağaları açısından içerisinde bulundukları ihanetçi konumdan geriye dönüş anlamına geliyor, ne de işçi sınıfının bu büyük oyunu bozacak bir sınıf tavrı ortaya koymasından. Sendika ağaları kendileri dışında ortaya çıkmış bu ihtimali işçi hareketi üzerinden denetim kurmak için bir fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken, işin mantığına uygun olarak tüm süreci meclis kulislerine, lobi faaliyetlerine endeksliyorlar. Yaptıkları konuşmalarda eylem sözcüğünden özenle uzak duruyorlar. DİSK, Türk-İş ve Hak-İş ortak bir kararla tüm sendika yöneticilerini Ankarada toplamış durumdalar. Tabii ki eylem değil meclis görüşmelerini izlemek ve bu suretle meclisteki partiler üzerinde basınç kurmak için. Böylelikle milletvekilleri üzerinde oy tehdidine dayalı bir basınç oluşturacaklarını hesaplıyorlar. Ancak unutuyorlar ki, bu düzenin gerçek iktidar gücü bizzat tekelci burjuvazinin kendisindedir. Dolayısıyla onun iradesinin dışında bir kararın meclisten geçmesi imkansızdır. Düzen partilerinin küçük hesaplara dayalı hareketlerinin sınırının nereye kadar olduğu görülmüştür. Çalışma Bakanı bir gecede istifa etmek zorunda kalmıştır. Taraflar sözde iş güvencesi yasası için her ne kadar dışarıda karşılıklı sert açıklamalarda bulunuyorlarsa da, kapalı kapılar ardından pazarlıklarını sürdürüyorlar. DİSK Genel Başkanının Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplantısında söylediklerine bakılırsa, Çalışma Bakanı yasa tasarısında işten atma durumunda işverene ispat yükümlülüğü getiren maddelerin çıkarılmasını öneriyor. Böylece, sözde yasa geçecekse eğer, göstermelik olarak ne varsa bir kenara atılıyor. Son olarak pazarlıkların artık kesin bir anlaşma düzeyine vardığı konuşuluyor. Buna göre sözde iş güvencesi yasası çıkarılacak, ama uygulaması için Mart 2003 tarihine kadar beklenecek. Bu süre iş kanunu tasarısının yasallaştırılmasına bağlı olarak konuyor. Yani tüm sert söylevlerin ardından orta oyununun oyuncuları final sahnesi için yaptıklarıişbirliğini kuvvetlendirmiş durumdalar. Sınıfa karşı işbirliğinde gizli protokol yerine artık karşılıklı kamuoyuna verilen sözler belirleyici olacaktır. Yasanın görüşülmesi için yapılacak baskıyı meclis görüşmelerine kilitleyerek buradan medet uman sendika ağaları eylemden uzak durarak esas niyetlerini de ortaya koyuyorlar. Ne söylerse söylesinler, işçi sınıfını aldatmaya yönelik oyunun içerisindeler. Meclis görüşmelerine giderken TİSK ve TOBBun kapısına bırakılan karanfiller de bunu anlatıyor. Sendika ağaları bunu onlar bize taş atıyorlar ama biz onlara karanfil atıyoruz biçiminde gerekçelendiriyorlar. Böylelikle pazarlık masasının yolundan şaşmadıklarını gösteriyorlar. Sürdürülen pazarlıkların sonucu da ortada; kapsamlı saldırılarla yüklü iş kanunu tasarısı bizzat kendilerinin de altında imzalarının olduğu bir meclis takvimine bağlanmış durumda. İşçi sınıfı yolu tarihsel kazanımların gaspına çıkan sendika ağalarının bu ikiyüzlü tutumunun arkasından gidemez. İş güvencesi kılıfına büründürülmüş saldırı yumruğu yenmek istenmiyorsa, tarihsel kazanımlar üzerine tartışmanın dahi mümkün olmadığı sermayeye gösterilmelidir. İşçi sınıfı eski iş kanunu ve yeni taslağı çöpe atarak, gerçek iş güvencesini de içerecek biçimde tüm haklı taleplerini güvenceye alacak bir iş kanunu için harekete geçmelidir. İşçi sınıfı sermayenin meclisinin hak bahşetmesini bekleyemez. Bu meclisin sadece son üç yılda altına imza attığı İMF yasaları unutulursa eğer, işçi sınıfına hazırlanan büyük oyun onu sosyal haklar ve çalışma şartları bakımından 150 yıl geriye götürecektir. Temel iktisadi, sosyal ve demokratik haklarımızı kazanmanın yolu sadece ve sadece sokaktan, direnişten, sermaye iktidarını karşısına alacak militan ve süresiz bir genel grevden geçiyor.
Kölece çalışma koşullarını amaçlayan yeni iş kanunu karşılığında sözde iş güvencesi!.. Sendikal ihanet çetesinin son marifeti! İş Güvencesi Yasa Tasarısı üzerinden günlerdir süren danışıklı döğüş bir anlaşmayla sonuçlanmış bulunuyor. İstifa ettirilen Yaşar Okuyanın yerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına getirilen Nejat Arseven ve işçi sendika konfederasyonlarının temsilcileri 8 Ağustos günü ortak bir basın açıklaması düzenlediler. Basın açıklamasında hükümetle işçi sendikalarının tasarıyla ilgili konularda bir anlaşmaya vardıkları açıklandı. Anlaşmaya göre, hükümet İş Güvencesi Yasasını çıkartacak, ancak yasa 15 Marttan itibaren yürürlüğe girecek. Ayrıca bu tarihe kadar kıdem tazminatının gaspını ve esnek çalışmayı yasalaştıran İş Yasasının da meclisten geçirilmesi kararlaştırıldı. İş Güvencesi Yasası zaten İş Yasasındaki kapsamlı değişikliklerin yolunu düzlemek için gündeme getirilmişti. Daha bu yasa Başbakanlıkta bekletilirken, bilim kurulu tarafından hazırlanan İş Yasası tasarısı da hazırlanmış ve ortaya sürülmüştü. İş güvencesine karşı kıdem tazminatı ve esnek çalışmanın yasalaşması- sermayenin yasa değişikliklerine ilişkin temel söylemi zaten bu olmuştu. İş Yasa Tasarısı bir süre gizli tutulsa da kamuoyuna açıklandıktan sonra işçi ve emekçilerin gündemine girdi, önemli bir tepkiye konu oldu. Öyle ki başlangıçta sermaye ile ortak protokol imzalayan, bu saldırı yasasının doğrudan sorumluluğunu taşıyan konfederasyon yöneticileri bile açıktan yasa tasarısını sahiplenemediler. İçlerinde büyük bir ikiyüzlülükle davrananlar ve taslağı kabul edilemez diye nitelendirenler oldu. İş Güvencesi Yasası bir kez daha yardımlarına yetişti. Bilinçli bir şekilde başlatılan tartışmalar neticesinde ise hükümetle konfederasyon yöneticileri arasında yukarda sözünü ettiğimiz mutabakat sağlandı. Mutabakatın en önemli kısmını ne İş Güvencesi Yasasının çıkartılmasının hükümetçe kabul edilmesi oluşturuyor, ne de ne zaman yürürlüğe sokulacağı. İşçi sınıfı cephesinden bu mutabakatın en önemli maddesi, İş Yasası Tasarısının 15 Marttan önce meclisten geçirilmesinin sendika konfederasyonlarının yöneticilerince kabul edilmiş olmasıdır. Böylelikle sınıfa dönük tarihsel bir saldırı anlamına gelen İş Yasası tasarısının meclisten geçmesinin yolu bir kez daha bizzat hain bürokratlar eliyle düzlenmiş olmaktadır. Bir kez daha ve bu kez bütün açıklığıyla görülmüştür ki sermayeye ve sendikal ihanete karşı mücadele birbirinden ayrılamaz. Bir kez daha anlaşılmıştır ki sendikalar bu ajan takımından temizlenmedikçe işçi sınıfının haklarının korunmasından, sermayenin saldırılarına karşı güçlü bir barikatın kurulmasından sözedilemez. |
|||||