10 Ağustos '02
Sayı: 31 (71)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye düzeninin aldatıcı manevraları
  Temel demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleyi yükseltelim!
  "AB uyum yasaları" ve Kürt sorunu
  Artık devlet adam öldürmeyecek mi?
  Türkiye demokratikleşiyor mu?
  İdam tartışmasının gizledikleri
  Düzen siyasetinde ittifak tartışmaları
  İşçi sınıfına büyük tuzak!
  Sendika ağaları yine işbaşında!
  Paşabahçe direnişi ihanete yenildi!
  "AB uyum yasaları" ve sahte demokrasi hayalleri
  Emperyalizme taşeronluk için kollar sıvandı
  Grev hakkı için grev ve direniş çizgisi!
   Filistin işgali yeni boyutlar kazanırken, BM siyonist katliamlara destek veriyor!
   Hızır Paşalar hak ve özgürlüklerimizin düşmanlarıdır!
   Devrimci basına yönelik davalar üzerine...
   L tipi cezaevleri
   Dersim, barajlar ve kalkınma/2
   "Munzur Kültür ve Doğa Festivali" üzerine...
   Türkiye'nin dış politikası kimin?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Düzen siyasetinde ittifak tartışmaları

Türkiye yeni bir seçim sürecine girdi. Meclis’in aldığı karara göre 3 Kasım’da erken seçim yapılacak. Seçim gündemiyle ilgili tartışmalar içinde son zamanlarda öne çıkan bir konu da partiler arası ittifaklar.

Önce Kemal Derviş’in kuracağı bir “sol ittifak” gündeme geldi. İMF-TÜSİAD’ın DSP’ye müdahalesi sonrasında “sağlık sorunları” nedeniyle Amerika’ya giden Kemal Derviş döner dönmez “solda geniş bir ittifak” için koşuşturmaya başladı.

Son günlerde ise ANAP’ın ortaya attığı formüller üzerinden bir “uygarlık ittifakı” tartışılıyor. Konuyla ilgili olarak düzen partileri arasında yoğun bir görüşme trafiği yaşanıyor. Yasaların partilerin ittifak yaparak seçime gitmesine olanak verecek şekilde değiştirilmesi için girişimlerde bulunuluyor.

Daha seçime aylar varken düzen partileri arasında yapılacak ittifakların bu denli hararetle tartışılması elbette boşuna değildir. Sermaye daha şimdiden seçim sonrasında işbaşına gelecek hükümetin yapısını ve meclisin bileşenini belirlemeye çalışmaktadır.

Neden ittifak?

Hükümet darbesi açık bir biçimde İMF ve TÜSİAD’ın imzasını taşıyordu, ittifak arayışlarında da durum farklı değildir. Ecevit hükümetine dönük İMF-TÜSİAD operasyonu ve bugünkü ittifak arayışları aynı politikanın parçalarıdır. İMF-TÜSİAD darbesiyle mevcut hükümet zayıflatılmış, meclis bir seçim kararı almak zorunda bırakılmıştır. Şimdi ise emperyalist güçler ve tekelci sermaye emekçilere dönük saldırı politikalarını kararlılıkla hayata geçirebilecek, muhtemel bir savaşta ABD emperyalizminin çıkarlarına göre hareket edebilecek bir hükümet ve meclis oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Fakat bu konuda sermayenin önünde bir takım zorluklar bulunmaktadır. Bilinmektedir ki, mevcut düzen partileriyle gidilecek bir seçim, sermayenin ihtiyaçlarına yanıt verecek sonuçlar üretmeyecektir. Düzen siyasetinin çok parçalı yapısı ve partilerin hemen hepsinin sözü edilebilir bir toplumsal destekten yoksun olmaları sermayenin işini bir hayli güçleştirmektedir. Zira AKP ve bir ölçüde CHP dışında hiçbir parti tek başına seçim barajını aşabileceği iddiasına sahip değildir.

Kemal Derviş açık açık şunları söylüyor: “Geniş katılımlı birliktelik sağlamadan seçime gidilirse 4 Kasım sabahında büyük sıkıntıyla karşılaşma riskimiz var. Bu başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda sıkıntı yaratır. 4 Kasım sabahı güçlü bir iktidarı yaratmak için üzerimize düşeni yapmalıyız, bunun için çaba göstermeliyiz.” (Hürriyet, 3 Ağustos)

İşte sermaye bugün gündeme taşınan ittifak politikalarıyla bu güçlüğü aşmayı hedeflemektedir. Hem düzen siyasetindeki parçalı güçlerin bir araya getirilmesi, hem de bu vesileyle ve cilalanmış yeni söylemlerle işçi ve emekçilerin bir kez daha kandırılması amaçlanmaktadır. “Geniş tabanlı sol ittifak”, “liberal-sol sentez” ya da AB’ye girmeyi temel hedef gösteren “uygarlık ittifakı” türünden söylemlerle, işçi ve emekçi yığınlar bir kez daha düzen partilerine ve saldırı politikalarına yedeklenmek istenmektedir. İttifak arayışlarının özünde bu planlar yatmaktadır.

Düzen partileri ve siyasetçileri elbette kendi konumlarını sağlama alacak, seçimler sonrasında yeniden meclise seçilmelerini sağlayacak ittifak formüllerinin hayata geçmesi için de uğraş vermektedirler. O nedenle ittifaklar partiler ve siyasetçiler için de can simidi durumundadır. Bu yüzden sermayenin çıkarlarına uygun bir ittifak politikasının kimler üzerinden hayata geçeceği noktasında da kıyasıya bir mücadele vardır. Fakat bu durum işin özünü, ittifak arayışının gerçek nedenlerini değiştirmemektedir.

Kuşkusuz ittifak arayışlarının bir de kısa vadeli politik gerekçeleri vardır. Bunların en önemlisi ise seçimlerden sonra muhtemel bir AKP hükümetinin engellenmesidir.

AKP ve HADEP’in önünün kesilmesi

Tüm kamuoyu yoklamalarında AKP birinci parti durumunda görünmektedir. Oysa emperyalistler ve tekelci sermaye bu seçimlerden AKP’nin (ve bir ölçüde de HADEP’in) güçlenerek çıkmasını tercih etmemektedirler. Düzen AKP ve HADEP’e karşı kontrollü bir ehlileştirme politikası gütmektedir. Fakat ehlileştirme süreci tamamlanmadan bu partilerin siyaset sahnesinde güçlü aktörler haline gelmesi de istenmemektedir.

Bu açıdan AKP’nin birinci parti durumuna gelmesi ve hükümete talip olması sermaye açısından şu an arzu edilir bir durum değildir. Bu nedenle bir biçimde önünün kesilmesi ihtiyacı duyulmakta ve bu açıkça ifade edilmektedir.

AKP’nin güçlenmesini ve hükümete talip olmasını engellemenin yollarından biri de toplumda ondan daha fazla sempati toplayacak bir seçeneği seçimlerde ortaya sürmekten geçmektedir. Partiler arası bir seçim ittifakı AKP’nin önünü kesecek bir çözüm olarak da görülmektedir.

İttifak tartışmaları ve MHP

Halihazırda değişik ittifak modelleri tartışılmaktadır. Fakat ortaya sürülen ittifak formüllerinin hiçbirinde de adı geçmeyen partiler vardır. Zaten ittifak politikasının hedefi durumunda olan AKP ve HADEP’i dışta tutacak olursak, bunların en önemlisi MHP’dir. Üç yıllık iktidar ortaklığı boyunca sahip olduğu kitle desteğini önemli ölçüde yitiren MHP, AB tartışmaları boyunca da sermayenin işini güçleştiren bir istikrarsızlık unsuru olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle sermaye önümüzdeki dönemde, çok zorunlu kalmadıkça, MHP’nin de içinde yer alacağı bir hükümet alternatifine sıcak bakmamaktadır.

Ne seçim ne de ittifaklar
sermayenin sorunlarına çözüm olabilir

Bundan üç yıl önce yaşanan 18 Nisan seçimleri temel çizgileriyle bugünküne benzeyen bir siyasal istikrarsızlık tablosundan sonra gündeme gelmişti. Seçim umulanın aksine istikrarsızlık tablosunu daha da ağırlaştırdı. Sermaye yüzyüze kaldığı bu sorunu bir biçimde aşmak için zorlama kurulan bir üçlü koalisyon hükümetine razı oldu. Üç yıl boyunca emperyalizmin ve sermayenin ihtiyaçları bu derme çatma hükümet üzerinden karşılanmaya çalışıldı. Fakat gelinen yerde hükümet sermayenin ihtiyaçlarına yanıt veremez oldu. Şimdi sermayenin ihtiyaçları daha da büyümüş durumda. Bu, saldırı politikalarını hayata geçirecek daha güçlü ve kararlı bir hükümet ihtiyacı demek.

Zira bugüne kadar uygulanan İMF-TÜSİAD saldırı programı büyük bir çöküşün eşiğinde ve ancak İMF kredileriyle bu çöküş geciktirilebiliyor. Yeni İMF kredileri nedeniyle dış borç yükü sürekli büyüyor, krizin koşulları daha da ağırlaşıyor. Büyük kriz büyük saldırı demektir. Yeni bir kriz işçi ve emekçilere dönük saldırı politikalarının çok daha şiddetleneceği anlamına gelmektedir.

Öte yandan savaş gündemi de önümüzdeki aylarda hızla ısınacak. Ve Türkiye bir biçimde bu savaş bataklığının içinde olacak. Ülke büyük ölçüde savaş koşulları altına girecek.

Fakat düzen siyasetinin mevcut tablosu sermayenin ihtiyaçlarını gerçek anlamda karşılayacak alternatiflerin yaratılmasına imkan vermeyecektir. Bu da sermayenin önümüzdeki dönemde karşı karşıya kalacağı en büyük siyasal açmazı oluşturmaktadır. Bugün tartışılan seçim ve ittifaklar ise ancak geçici çözüm ya da çözümsüzlüğün ertelenmesi anlamına gelmektedir.

Son üç yıldır yaşananlar, sermayenin geçici çözümlerden bile saldırı politikalarını hayata geçirmek için sonuna kadar yararlandığını göstermiştir. Dolayısıyla emperyalizmin ve tekelci sermayenin, seçim sonuçları istedikleri gibi olmadığında, saldırı politikalarını ertelemeleri ya da yumuşatmaları söz konusu değildir. Gerektiğinde siyasal meşruluk yerine baskı ve terörün her türlüsünü devreye sokarak saldırı politikalarını uygulamak yoluna gideceklerdir.

Sınıf devrimcileri ve diğer devrimci güçler seçim sürecinde düzen siyasetinin yaşadığı çöküşü ve çözümsüzlüğü etkili bir teşhir konusu yapmalıdırlar. Yeni saldırı dalgasına ve savaş tehdidine karşı yığınları uyarmak ve anti-emperyalist mücadeleyi örmek için koşullar her geçen gün daha fazla olgunlaşmaktadır.