15 Haziran'02
Sayı: 23 (63)


  Kızıl Bayrak'tan
  AB ve ABD emperyalizminin kıskacında Kıbrıs
  Derinleşen istikrarsızlık tablosu ve düzenin çözümsüzlüğü
  Sahte tartışmaların ardındaki gerçekler
  İSDEMİR işçisi işyeri komitelerini kurdu!
  DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplandı...
  Öncüden yoksunluk işçilerin belini büküyor
  Birleşik Metal-İş Genel Temsilciler Kurulu toplantısı ve devrimci görevler
  Sınavsız üniversite, parasız eğitim hakkı istiyoruz!
  Arafat dayatmalara boyun eğiyor
  Gelişme tarihi içinde ve kapitalizmde futbol
  Kapitalizm ve futbol
  Emperyalist stratejilerin kıskacında Türkiye
  TC, AB ve ortaya çıkan çekişmenin gerçek anlamı...
   TMMOB 37. Genel Kurulu toplandı...
   Almanya'da paralı eğitime ve eğitimde özelleştirmeye karşı kitlesel eylemler...
   Avrupa'da paralı eğitim karşıtı eylemler...
   Sefaköy İşçi Kültür Evi açılmadan kapatıldı...
   "Yurtsever Gençlik"ten zorbalık!..
   Enternasyonalle kurtulur insanlık!..
   Komünist kadın önder Clara Zetkin'in anısına...
   Burada, bu kuytuda bir gün
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Burada, bu kuytuda bir gün

Yıldırım Türker

Hayatımızın ortasına kurulmuş vahşet yatağı. Devlet zulmünün son mimari zaferi. Artık hiç yokmuş gibi unutmak istediğimiz, nerede konusu açılsa kulaklarımızı kapatıp sertçe başımızı çevirdiğimiz F tipi hücreler.

İçinde usulca ölüme kayanların o korkunç tabutluklarda nasıl yaşandığını merak eden insan kalmadı mı? İçerdekilerle birlikte dışarıdakilerin de ustaca tecrit edilmiş olduğunu gösteriyor olabilir mi bu ölümüne kayıtsızlık?

Cumhuriyet tarihinin görmüş olduğu en zarif ve en acımasız Adalet Bakanı'nın hırstan gözü dönmüş bir tur operatörü gibi F tipi cezaevlerine toplu geziler düzenlediğini unutmadık. Henüz kan bulaşmamış temiz hücrelerin kapılarını, orasına burasına çiçekler yerleştirip sevgili basın mensuplarına açtığı günler geride kaldı. O furyada yayımlanmış fotoğraflar, uzak, âdetleri farklı bir dünyadan görüntüler olarak unutuluşa postalandılar. Oysa o hücreler artık dolu. Gözden ırak, insanlık ülküsünden arındırılmış hayatlar, büyük planın bir parçası olarak yaşatılıyor oralarda. Sessizliğimiz, onayımız oldu. Zaten sayın Bakan'ın konuyu tartışırken kullandığı soğukkanlı dili ve genel nezaketi, kararını çoktan vermiş bir muktedirin kan dondurucu inadını yansıtıyordu. Uzlaşmaya asla gönlü yoktu. Edepsiz bir bilgenn aforizmasını hatırlatıyordu: 'Nezaket, iletişimsizliğin sanat için sanatıdır.'

Tarihin belki en kıyıcı alayıyla 'Hayata Dönüş Operasyonu' adı verilen kanlı müdahalenin içyüzü her ne kadar aydınlatılsa da hak edenler cezalandırılmayacak. Resmi tarih, devletin bu karanlık girişimini de sineye çekecek. Franca Rame-Dario Fo çiftinin tek kişilik oyunu, 'Ben, Ulrike, Bağırıyorum'da hücreye kapatılan Ulrike şöyle bağırır: “Bir akvaryumda yelpaze yüzgeçlerini kaybetmiş, sessizlikte batmamaya çalışan bir Japon balığı gibi çekingenim. Sürekli olarak kusma duygusu içindeyim. Beynim, odaya süzülen ışığın boşluğunda kafatasımdan kopuyor... Beni delirtmeyi başaramayacaksınız!.. Düşünmeliyim! Düşünmek! İşte düşünüyorum!.. Sizi düşünüyorum. Bana bu işkenceyi yapan sizleri düşünüyorum: Sizi, bu akvaryumun kristal camına burnunuzu ezerek dayamış ve beni hapsetmiş olmanın ilginçliğini ilerken görüyorum. Gösteriye bayılıyorsunuz... Direnç göstermemden korkuyorsunuz.”

Hep birlikte dayayalım burunlarımızı, o hücrenin duvarlarına. Orada yaşayanlara kulak verelim.

'Ben, buradayım'

“'Kahvaltı, reçel, çay' bağırtılarıyla uyanıyorum. Daha sabahın 7'si bile olmamış. Hava oldukça soğuk. Kalkılacak gibi değil. Gerçi kalkmamı gerektirecek bir şey de yok. Ölüm orucundayım ve orucun 150. günü.

Uykum düzenli olmadığı için gece geç yatabiliyorum. Sabahlarıysa uykumu alamamış kalkıyorum. Kaloriferler iyi yanmadığı için içerisi buz gibi. Saat, 7.30. Yüzümü yıkamaya çalışıyorum. Su buz gibi. Tekirdağ'da yaz boyu günde üç kez 15'er dakika su veriliyor, bütün ihtiyaç bu kadar suyla karşılansın isteniyordu. Sıcak suysa 10 dakika. Vaktin yarısı ısınmasını bekle, sonra üç kişi yıkan. Koridorun sonundakilerse tamamıyla susuz yaşıyordu.

Saat 8'de infaz memurları avaz avaz 'Sayım, sayım' diye bağırıyor. Sayıma en az 7-8 kişi geliyor. Bir kısmı kapının ağzında bekliyor. Boş bir plastik su şişesini alıyorlar.

"Neden?” diye soruyorum. Cevap, değişmiyor:

“Emir böyle.” Oysa soğuktan korunmanın bir yolu kantinden satın aldığımız ısıtıcıyla su ısıtıp şişelere doldurup yatağımıza almak. Sabah sayımları, işkence. Üçümüzü de aşağı katta, musluğun önüne diziyorlar. İki gardiyan üst kata çıkıyor, dolapları didik didik edip her şeyi darmadağın bırakıyorlar. Aşağıda defterler açılıyor, fotoğrafların yanındaki isimler okunuyor, 'Buradayım' diye bağıracaksın. Direnen ağır dayak yiyor.

Gazeteler için yazılıp parasını önceden vermek gerek. Gelecekleri saat hiç belli olmaz. Okuma komisyonu tarafından tek tek sansür edilmeden bize ulaşmaları imkânsız. Okuduğumuzu diğer hücrelerin avlusuna fırlatıyoruz. Değiş tokuş için. Çatıda kalmazsa.

Gün yasak, gündüz yasak

Sayımdan sonra bir bardak su ve çayımı içiyorum.

Hücreniz koridora bakıyorsa ziyarete ya da mahkemeye çıkanlara el sallar, içinizi ferahlatırsınız. Hücrenizin havalandırması başka bir hücreninkiyle karşı karşıyaysa arada sadece yüksek bir duvar varsa, üç kişinin sesi daha katılır hayatınıza. En son sıradaysanız, önünüzdeki duvarın ardında asker vardır.

Ziyaret günüyse, konuşacaklarını önceden düşünür, hazırlarsın. Vakti iyi değerlendirebilmek için. Ziyaretlerin anısı uzun süre seninle birlikte kalır.

Mahkemen varsa, ringde gidiş gelişler sırasında dar zamanda kucaklaşmalar, sözü birbirinin ağzından kaparcasına, tek saniyeyi boşa harcamama kaygısıyla konuşmalar.. Ve tabii itiş kakış, dayak hakaret. Yine de bunlar birbirini görmenin, kucaklaşıp sarılmanın mutluluğunu gölgeleyemez. Ziyarete ya da revire gittiğinde de arada bir arkadaşınla karşılaşırsın. 'Müdahale timi' ona bakmanı dahi engeller. Ama bazen ellerinden kurtulup arkadaşınla kucaklaşıverirsin. Her şeyi göze alarak.

Sabah sayımından sonra mahkeme, hastane, ziyaret yoksa hücre kapısı artık açılmaz. Akşam sayımına kadar. Saat 9'da merkezi müzik yayını başlar. Radyonun istasyon ayarı onların elindedir. Diyelim memleket türküleri başlamış, sen de özlemle eşlik ediyorsun, fark ettikleri anda değiştirirler. Rahatsız ettiklerini hissederlerse gümbür gümbür arabesk şarkılar çalıp kendi sabırları tükenene kadar dinletirler.

Yandaki arkadaşımızın kazak, hırka gibi giysilere ihtiyacı var. İdareye dilekçe yazıp istiyoruz. 'Yasak' diyorlar.

Saat 14'te bir arama daha. Ortalığı dağıtıyorlar yine. Dolaplara yapıştırmış olduğumuz, ölüm orucunda kaybettiğimiz arkadaşlarımızın resimlerini yırtıp alıyorlar. Gazetelerden kesmiştik. Onlar çıkınca eşyaları toplayıp hücreye bir çekidüzen veriyoruz.

Gece üstüme kapanır

Saat 16. gardiyanlar havalandırma kapısını kapatmaya geliyor. Sanki hava ceplerinden çıkıyor. Daha hava kararmadan hücre üstümüze kapanıyor. Dünya üstümüze kapanıyor. Gece sayımını yapıyorlar. Hava soğuk. Yataklardan çıkamıyoruz.

Hücre yaşamını ben biraz Anadolu'da yolu, ulaşımı olmayan, kar altında kalıp şehirle bağları kopan, aylarca kendi içine kapanan köylere benzetirim. Aynı blokta, hemen çaprazımıza düşen tek kişilik hücrede kalan 22 yıllık arkadaşımın yüzünü görmeyeli bir buçuk yıl oldu. Havalandırmaya çıktığımda bazen onun da duvarın öte yanında olduğunu düşünürüm. Payımıza düşen 10 metrekarelik gökyüzü. Hücren güneye bakıyorsa arada bir güneşi görmen mümkün. Kuzeye bakanlar hiç görmez. Anlatılacak daha çok şey var, ama hepsinden önemlisi şu. Hücre insanlık dışıdır. İnsan hücreye sığamaz. İnsan kalabilmektir bütün direnişin, mücadelenin özü."

Kimileyin çırılçıplak soyularak aşağılanan, sıkça dayak yiyerek, nefretle hırpalanıp yalnızlıkla terbiye edilmeye çalışılan insanlar, uygar bakanımızın temsil ettiği uygar hukuk sisteminin tutukluları. Yan hücredeki arkadaşına sesini duyurmak için bağırırken gardiyanlar borulara vurarak, radyonun sesini açarak engel oluyor. O tutuklular için yaratılmış, seslerini kimselere duyuramayacakları bu mezarlık projesini dışarıdakilere uygarlık diye yutturanları insanlık adına uyarmak, tutumlarını ve yarattıkları zulüm inşaatını değiştirmeye ikna etmek mümkün değil. Peki dışarıdakiler. Hücredekileri unuttunuz mu? Ulrike'nin son haykırışları şöyleydi:

“Uyuyun, uyuyun Almanya’mın ve Avrupa'nın şaşkın ve semiz halkı. Öngörülü halk, sakince uyuyun, ölüler gibi. Çığlığım sizi uyandırmayacak... Mezarlıkta yatanlar da uyanmayacaklar.”

Gelin, kendimize uykudan bir hücre örmeyelim.

Ancak hep birlikte insan kalabiliriz.

(Radikal, 10 Haziran 2002)



TUYAB’dan F tipi hücreler açıklaması

Devrimci tutsakların F tipi hücrelerde sürdürdüğü Ölüm Orucu Direnişi’ne bazı gruplarca son verilmesinin ardından TUYAB, cezaevlerinde yaşanan saldırılarla ilgili bir basın açıklaması düzenledi. 9 Haziran’da Beyoğlu Mis Sokak’ta yapılan açıklamaya yaklaşık 30 kişi katıldı. Basın açıklamasında 19 Aralık katliamı ve sonrasında yaşananlar kısaca belirtildikten sonra hücrelerde ağır tecrit koşullarında tutulan ve sürekli fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kalan devrimci tutsaklara sahip çıkılması gerektiği söylendi. Tecrit kırılıncaya ve gaspedilen haklar verilinceye kadar tutsakların ve ailelerinin mücadeleye devam edecekleri vurgulandı.

“Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “İçerde dışarda hücreleri parçala!”, “Hücre tipi cezaevleri kapatılsın!”, “Hücreler kapansın ölümler durdurulsun!” vb. dövizlerin de açıldığı basın açıklaması, henüz bitmeden polisin müdahalesiyle dağıtılmak istendi. Ancak aileler basın açıklaması metnini sonuna kadar okuyup bitirme konusunda kararlı bir tutum ortaya koydular. Polis geri adım atmak zorunda kaldı. Okunan açıklamanın ardından “Devrimci tutsakları onurumuzdur!” sloganıyla açıklama sona erdi.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul