15 Haziran'02
Sayı: 23 (63)


  Kızıl Bayrak'tan
  AB ve ABD emperyalizminin kıskacında Kıbrıs
  Derinleşen istikrarsızlık tablosu ve düzenin çözümsüzlüğü
  Sahte tartışmaların ardındaki gerçekler
  İSDEMİR işçisi işyeri komitelerini kurdu!
  DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu toplandı...
  Öncüden yoksunluk işçilerin belini büküyor
  Birleşik Metal-İş Genel Temsilciler Kurulu toplantısı ve devrimci görevler
  Sınavsız üniversite, parasız eğitim hakkı istiyoruz!
  Arafat dayatmalara boyun eğiyor
  Gelişme tarihi içinde ve kapitalizmde futbol
  Kapitalizm ve futbol
  Emperyalist stratejilerin kıskacında Türkiye
  TC, AB ve ortaya çıkan çekişmenin gerçek anlamı...
   TMMOB 37. Genel Kurulu toplandı...
   Almanya'da paralı eğitime ve eğitimde özelleştirmeye karşı kitlesel eylemler...
   Avrupa'da paralı eğitim karşıtı eylemler...
   Sefaköy İşçi Kültür Evi açılmadan kapatıldı...
   "Yurtsever Gençlik"ten zorbalık!..
   Enternasyonalle kurtulur insanlık!..
   Komünist kadın önder Clara Zetkin'in anısına...
   Burada, bu kuytuda bir gün
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Gelişme tarihi içinde ve kapitalizmde futbol

2002 yılı Dünya Kupası karşılaşmaları yıllardır militan ve kitlesel işçi direnişlerine, fabrika işgallerine sahne olan diri ve kavgacı işçi sınıfının toprağı Güney Kore’de başladı.

Güney Kore Demokrat Sendikaları Konfederasyonu, olimpiyatlar öncesinde bir kez daha, 5 günlük çalışma haftası ve 8 saatlik işgünü taleplerinin yanında, işten atılmalara, kamu işletmelerinin özelleştirilerek yabancı tekellere peşkeş çekilmesine karşı ve 41 tutuklu sendikacının serbest bırakılması taleplerini yükseltmişti. G.Kore işçilerinin sürdürdükleri grev dalgasının hızı bugünlerde yavaşladı.

Güney Kore hükümeti tarafından haftalar öncesinde başlatılan hazırlıklarla başkent Seul’de yoğun güvenlik önlemleri alındı. FİFA yöneticileri iktidar mücadelesinde yolsuzluk yapan eski başkanın yerine yenisini getirdiler. Karşılaşmalara bu yıl Çin ilk kez katıldı. Üç sömürgeci emperyalist ülkenin takımları Afrika kıtasındaki eski sömürgelerine (Fransa Senegal’e, İngiltere Nijerya’ya ve Almanlar Kamerun’a) karşı oynuyorlar.

Dünya Kupası karşılaşmaları dünya şampiyonu Fransa ile sömürgesi Senegal arasındaki karşılaşma ile başladı. Ve böylece milyonlarca insan, özellikle erkekler, dünya kupası oyunlarını izlemek için her gün ekran başındalar. Tüm sosyal yaşam büyük ölçüde bundan etkilendi, etkileniyor. Türkiye’de de durum farklı değil.

Avusturya’daki Marksizm Çalışma Grubu tarafından 4 yıl önceki ‘98 Dünya Kupası için kaleme alınıp dağıtılan aşağıdaki yazı, 31 Mayıs 2002 tarihinde Alman Junge Welt gazetesinde yeniden yayınlandı. Biz de oradan çevirerek okurlarımızın ilgisine sunuyoruz. (Metnin buradaki başlığı SY Kızıl Bayrak tarafından konulmuştur...)

İşçiler futbolu seviyor, anavatanlarını değil!

(...) Futbol yüzyıllar boyunca İngiltere’de kalfa ve “hödük”lerin (köylü gençler -çev.) oynadığı kaba, kuralsız bir halk oyunuydu. Oyun sahası iki köy arasında kalan tüm alandı, oyuncu sayısı sınırsız, oyun süresi karanlık basana değindi. Önemli olan beceri değil, güç ve şiddetti. Egemen sınıf tarafından bu vahşi oyun kamu yaşamı için tehlikeli görüldü ve yasaklandı.

18. yüzyılda futbol İngiliz Public Schools öğrencileri tarafından oynanmaya başlandı. Spor burada -kapitalizmin yükselmesiyle birlikte iki büklüm- ilk kez yazılı kurallara kavuştu: Halk oyunu vahşi karakterinden kurtarıldı. Bu, gelişen burjuva değerler sistemine uygun olarak, meşru olan ve olmayan şiddet arasında farklılaşmanın bir ifadesi oldu. Oyuncuların sayısı, oyun sahasının ölçüleri ve oyun süresi kararlaştırıldı. Bunların ekonomide ölçü ve ağırlığın standartlaşması sürecinden hemen sonra olması hiç de tarihi bir tesadüf değil. Futbolda bu, rekabetin koşulu olarak sembolik bir tarzda, yarı devrede kalelerin değiştirilmesinde ifadesini buluyor. Gollerin ve puanların toplanması ve tabelanın düzenlenmesi sadece muhasebe ile benzeşmiyor. Oyun süresi de belirlenerek, endüstriyel kapitalizmde süresi ölçülen işe uyduruldu. Futbolun halk sporundan modernspor oyununa bu gelişimi, burjuvalaşmasının ifadesi ve aracıydı.

Proleter kitle sporu

Futbol gelişmesinin üçüncü aşamasında, sanayinin (erkek) işçilerle fethiyle birlikte, yine kitle fenomeni oldu -şüphesiz düzene sokulmuş biçimiyle. Gelişen sanayi işçilerince futbol öylesine heyecanla sahiplenildi ki, proleter sporu olarak sözedilmesine neden oldu. İngiliz futbolunda işçi sınıfının ağırlığı, 1860’lı ve 1870’li yıllarda Cumartesi öğleden sonralarının tatil olmasıyla başladı. 1883 yılında Blackburn Olympic ile ilk kez bir işçi kulübü kupa finalini kazanınca, burjuva sporcular şok oldular. Onlar, uygulanması sosyo-ekonomik ayrıcalığa bağlı olan, yabancıları kabul etmeyen bir sosyal çevre güvencesi veren bireysel sporlara yöneldiler.

Futbol özellikle İngiltere ve Almanya’da büyük kentlerde işçilerin sosyal birlikteliklerinde önemli bir rol oynadı. İşçilerin birbirleriyle dayanışmalarını ve kendilerine güven duymalarını sağlıyordu. Ve burjuvazi tarafından güven duyulmayan da işçi kültürünün esas bu yönüydü. (...)

Futbol fiziki istihdam gerektiriyordu ve proleter sporcular bunu işlerinden tanıyorlardı. Ama bu bir karşılaşmaydı ve bu karşılaşma ekonomik-politik sistem tarafından proleter oyuncuların baskı altında tutulan beceri ve zekalarını uyandırmayı olanaklı kılıyordu. İşçi sınıfına mensup oyuncular sadece güçleri, inatçılıkları ve kondüsyonlarıyla değil şakaları, buluşları ve oyuna göre sezgileriyle ün salmıştı.

Burjuva çevreler futbolu reddetmişti, çünkü oyunlar giderek proleter kitlelerin gürültü patırtısına dönüşmüştü. İngiltere’de daha “iyi seyirci” giderek Cricket toplantılarına yönelmişti. Vahşi, ilkel karakteriyle eski halk oyununun ağırlık merkezi şimdi bir biçimde seyirci sıraları olmuştu. Bu proleter ve birbirine kenetlenmiş kitlesel buluşmalar, hakim sınıflar tarafından yeniden kamu düzenini tehdit etme olarak görüldü.

Burjuvazinin futbolu reddetmesinin yanısıra, Almanya ve Avusturya’da politik işçi sporcu hareketinin de eleştirileri vardı. Oyun yarışma karakterinden dolayı tavizsiz rekabet düşüncesini geliştiriyordu. Jimnastik ve bisiklet yarışlarından farklı olarak futbol oyuncularda kollektivizmi, yaratıcılığı geliştiriyordu.

Hakim sınıflar ve devletleri, proleter kitle sporunun üstünü örtemeyeceklerini daha açık anlayınca, 1945’ten sonra futbolu daha güçlü bir biçimde entegre ve kontrol etmeye yöneldiler. Futbolun ticarileşmesi, parayla tutulan görevlilerin öneminin büyümesiyle birlikte dernek üyelerinin, oyuncuların ve taraftarların etkisi azaldı ve burjuva ideolojisi hakim oldu: Seyircinin kendi sınıfıyla özdeşleşmesinin yerini bölgecilik ve milliyetçilik aldı.

Futbol yerine tenis

Bugün futbolun medyatik ve sponsora bağlı pazarlanması etkin olsa da, o işçi sınıfının sporu olarak kaldı. Futbol tüm sporlardan fazla olarak işçiler tarafından oynanıyor ve işçiler tarafından izleniyor. Kurallarının basit ve açık olması cezbediyor, kollektif olarak ve büyük (maddi) külfet olmadan uygulanabiliyor. Futbol hakim sınıfların yelken, ata binme ve golf oyunlarından temelde ayrılıyor.

10-20 yıldır burjuvazi ve onların futbol menejerleri tüm Avrupa çapında stadyumlardaki işçi çevrelerini, buna bağlı olarak zaten yok olma sürecinde bir kültürel kurum olarak futbolu hızla parçalıyor. Bunu tüketiciye yönlendirilmiş futbol endüstrisinin çıkarları doğrultusunda yapıyor. Stadyumlar butikler, restoranlar, salonlarla donatıldı. Televizyonda gösterim hakkı ve reklamlar ile daha fazla gelir hedefleniyor, biletlerden ise daha az. Böylece taraftarlar futbolda son etki olanaklarını kaybediyorlar.

Gelişmenin önemli bir yönü de, UEFA yöneticileri tarafından dayatılan ve PSV ve Bayern gibi zengin kulüplerde egzersizi yapılan, oturma yerlerinin bulunduğu stadyumlar yapılması. Bu daha az giriş biletinin daha yüksek fiyatlarla satılması anlamına geliyor. Bunun sonucunda seyircinin bir kısmı dışlanıyor, çünkü futbolu canlı olarak yaşayabilmeye olanakları elvermiyor. Buna atmosferin kaybolması ekleniyor. Bu atmosfer proleter futbol kültürünün bir parçasıydı. Çünkü ayakta durulan tribünler sadece ucuz olmakla kalmıyor, büyük ölçüde iletişim ortamı yaratıyordu. Oturaklı stadyumlar sosyal olarak farklı yapıdaki seyirci için karar verme anlamına geliyor. Bunlar stadyuma konforsuz olduğu ve fazla proleter olduğu için gitmeyenlerdi. Bunun açık anlamı: Futbol yerine tenis.

Burjuvazinin temel amacı her alanda bir kültürel hegomonya kurmak, toplumda arta kalan proleter çevrelerin çözülmesi ve fethedilmesi. Futbol seyircisinin dağınık davranışının sistem için hava boşaltma fonksiyonu olsa da -burjuvazi ve sözcüleri her cumartesi Avrupa stadyumlarında toplanan, burjuva davranış normlarına uymayan yüzbinlerce proleter kitleyi görüyor ve nefret ediyor.

Oturma yerli stadyumlar, tel örgüler, video kayıt kameraları ve kayıtlı biletler ile taraflar numaralı birer hayvana benzetiliyor; “Holiganizm”. Stadyumlarda eksik olan; oyun sahasında ve taraflar arasında tel örgülü sınırlar olmayan, polisin kulüplerin emri ile stadyumlardan uzaklaştırmadığı, taraftarların tanıdığı ve kabul ettiği, görevlilerin dernekler tarafından tayin edildiği, yönetim kurulu, oyuncular, görevliler ve taraftarların elbirliğiyle çalışmaları... Holiganizm ve milliyetçi görüşler, burjuva devlet tarafından çözülemez, aksine bunların kaynağı burjuva toplumun kendisidir.

Erkek egemenliği

Futbolun hakim sınıflar aracılığıyla ticari ve milliyetçi bir biçimde araç haline getirilmesi nedeniyle, solcular arasında da proleter kitle sporuna çekimser ve ikircikli bakanlara, hatta açıkça reddedenlere rastlıyoruz. Buna, sol ile işçi sınıfı arasında sosyal ve kültürel uzaklığın ifadesi olarak Alman ve Avusturya solunda diğer ülkelerden daha yaygın rastlanıyor. (Bu ayrıca faşizmin Alman ve Avusturya işçi sınıfı tarihinde devrimci gelenekleri parçalamasına dayanıyor.)

Tabii ki biz kapitalist boş zaman endüstrisinin ticarileşmesinden bağımsız olan kitle kültürü istiyoruz, devrimci işçi hareketi ile bağlantısı olanı tercih ediyoruz. Bu hareketin günümüzde güçsüz olmasından dolayı, ama kendimizi sosyal olarak yalıtmamak için de, kapitalist kitle kültürüne farklı biçimlerde kısmi katılım gerekli.

Futbol ve kitle kültürlerinin diğer biçimlerine, kendine yabancılaşmasının, kapitalistleşmesinin etkisiyle milliyetçilik ve erkek egemenliği hakim oldu. (...)
Kitle kültürünün şu anki biçimi özgür sosyalist toplumda var olamaz. Ama kitle kültürü kendi içinde kapitalizmin çelişkilerini (gerici ve ilerleyen unsurlar) taşıyor. Burjuva ve proleter politik görüşleri, sınıfsal çıkar çelişkilerini, kapitalist üretim ilişkilerindeki çelişkileri yansıtan... Tam da kitle kültürüne geniş aktif katılım ve kollektiviteyi olanaklı kılan biçimleri, ilerleme potansiyeline sahip. Örneğin futbol tarihinde, sadece politik ve sosyal problemlere yönelme olarak karşımıza çıkmıyor, kollektif onur ve sınıf bilincini de geliştiriyordu.

Kitle kültüründe gerici ve ilerici öğelerin ne ölçüde güçlü olacağı (örneğin futbol) sınıflar arasında toplumsal güç ilişkilerine bağlı. İşçi hareketinde atılım sadece işçi spor dernekleri ve işçi eğitim derneklerinde proletaryanın kültürel faaliyetine eşlik etmiyor; ayrıca burjuvazinin himayesindeki kitle kültürü sporuna güncel somut şekil vermede, ilerici dayanışmacı yönde gelişiminde de etkili oluyordu.

Bugün futbol; ilerici öğelerin zayıf olmasında, milliyetçiliğin, erkek egemenliğinin ağırlıklı olmasında, genel toplumsal durumda, işçi hareketinde sınıf bilincinin ve sınıf mücadelesinin zayıflığında, sosyal demokrat entegrasyon ve uyum sağlama politikasında, proletaryanın faşizme tarihi yenilgisinin etkilerinde ifadesini buluyor. Ama Avusturya’da bile ilerici öğeler mevcut: Anti-faşist duruşa sahip birçok oyuncu, solcu taraftar inisiyatifleri vardı ve halen var.

Yine Avusturya

(...) Futbol karşılaşmalarında olduğu gibi seyircilerin buluşmalarında da büyük farklılıklar var. Birçok büyük futbol kulübü için seyirci giderek aksesuar niteliği kazanıyor. Onlar için önemli olan tek şey izleyici sayısı; yani reklam ve yayınlanmasından elde edilen kazanç. Pazara yönelik hazırlanan medya şovunda seyirci sadece istatistik olarak biletini almış oluyor. Tek tek bazı derneklerin varlığı, belli bir bölgede, şehirde veya semtte işçi ve emekçilerle ilişkisi bu yolla giderek parçalanıyor. Bugün küçük kulüplerde taraftarlar zengin medyatik kulüplerden daha aktif katılıyorlar, ama bu değişim de kaçınılmaz.

Genel olarak kulüp futbolunda taraftarın yapısal etkisi milli takım oyunlarında daha fazla olanaklı. İlkinde taraftarların kendi kulübünde yabancı oyuncularla özdeşleşmesi, çok sayıda oyuncunun dayanışmacı tutumlarının halkları birleştirici yönleri oldukça güçlü. Uluslararası karşılaşmalarda ise milliyetçilik ağır basıyor. Dünya Kupası ve Avrupa Kupası’na katılan ülkelerin hakim sınıfları için küçümsenmeyecek derecede ideolojik işlevi var. Buralarda halkın milliyetçi hayranlığı isteniyor. Burada ulusal birlik -farklı çıkarlarla bölünmüş sınıflarda- yemini ediliyor. Burada futbol 22 oyuncu ve bir top ile savaşın devamı olarak hazırlanıyor. Burada antrenör “sahanın efendisi”, taraftarlar cephenin tembelleri olarak nitelendiriliyor. Burada oyunculara milli marşın söylenmesi buyuruluyor.

Burada Karl Marx’a gönderme yapabiliriz: “İşçilerin vatanı yoktur!” Karl Liebknecht’in dediği gibi, “gerçek düşman kendi ülkemizdedir”. Bizim futboldaki sağcı eğilimlere, erkek egemenliğine ve milliyetçiliğe karşı çıkmak, halkların dayanışmasının futbolunu savunmak için çok nedenimiz var. Futbol özünde gerici değildir. Milliyetçiliğe gerekli açıklıkta karşı çıkılırsa, Dünya Kupası’na içimizden sevinmeli ve güzel oyunlar ümit etmeliyiz.