Ölüm cezası üzerine tartışmaların yeniden yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. Siyasi iktidar, ilkel bir intikam aracı olan ölüm cezasını kaldırmaya yanaşmıyor. Ölüm cezası üzerine yapılan tartışmalar ise çoğunlukla Avrupa Birliğine giriş koşullarının getirdiği zorunluluklar çerçevesinde ve Abdullah Öcalanın asılıp asılmaması üzerine yürütülüyor, konunun özü tartışılmıyor. Tartışmaların Abdullah Öcalanın durumu üzerinden yürütülmesi ile çatışmalarda yaşamını yitirenlerin ailelerinin duygularının sömürülmesinin amaçlandığı açıktır. Özellikle faşist parti ve çevrelerin körüklediği bu tartışma hukuk normlarını hiçe sayan öneriler üzerinden yürütülmektedir ve siyasal etik kurallara tamamen aykırıdır. Bir tartışma yürütülecekse ölüm cezası ile hedeflenenin ne olduğu, hangi amaçla bu cezanın uygulandığı veya korunduğu, işlevi, sonuçları ve toplumsal etkisinin ne olduğu ifade edilerek demokratikleşmeye katkısı olup olmadığı üzerinden yürütülmelidir. Çağdaş hukuk anlayışı yaşam hakkının ortadan kaldırılamaz bir hak olduğu, yaşam hakkının devlet tarafından ortadan kaldırılması anlamına gelen ölüm cezasının ise geri dönülemez oluşu, caydırıcı etkisinin olmaması ve topluma kazandırma fonksiyonu bulunmaması gibi nedenlerle kaldırılması gerektiğini uzun bir süredir kabul etmiştir. Cezanın bir öç alma aracı olmadığı artık hakim olan bir anlayıştır. Devletin yasal öldürme yetkisini elinde tutması anlamına gelen ölüm cezası ilkel bir kısas uygulamasıdır. Geri dönülmez oluşu nedeni ile cezanın kişiyi yeniden topluma kazandırmayı hedeflediği yolundaki görüşe aykırıdır. Devletin zararlı gördüğü veya yaşamasında yarar görmediği kişileri öldürmesi anlamına gelen bu ceza tasarlanmış bir cinayetten başka bir şey değildir. Hedeflenen aslında ölüm cezasına çarptırılan kişinin yaşamından çok bu cezanın toplum üzerinde etkili olması ve toplumsal caydırıcılığın sağlanmasıdır. Ölüm cezasının kaldırılması ve yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının getirilmesi ve hatta bu cezanın da af kapsamı dışında tutulması gibi öneriler yukarıda belirttiğimiz mantığın devamı görüşlerdir ve kabul edilebilir bir tarafı yoktur. İnsanlarımızı ölene kadar cezaevinde tutmak idamın uzun vadeye yayılmış uygulamasından başka bir şey değildir. Bu kamuoyunun kabule zorlandığı şekilde ölüm cezası yerine ömür boyunca ve şartla tahliyesi mümkün olmayacak şekilde ağırlaştırılmış müebbet hapis diye adlandırılan bir cezanın getirilmesi kabul edilemez. Bu değişiklik ölüm cezasının şeklen kaldırılmasından başka bir anlama gelmemektedir. Yaşanan örneklerden görüldüğü üzere uzun süreli hücre hapsi uygulaması kişinin bedensel ve psikolojik bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır. İnsanı uzun süre hücrelere hapsetmek, kişiliğini yok etmekle eş anlamlıdır. Hücre hapsi bir işkencedir ve çağdışıdır. Cezalar siyasal sistemin ya da toplumun suç saydığı fiili işleyen kişiyi belli davranış kalıplarına uymaya zorlamayı amaçlar. Bu nedenle kişinin ölene dek cezaevinden çıkmayacak şekilde cezalandırılması ile hemen idam edilmesi arasında bir fark olmadığı gibi bu amaca uygunluk da yoktur. Bu önerilerin sahiplerinin hepsi sadece Avrupa Birliğine giriş kriterlerinin şeklen yerine getirilmesini amaçlamakta, özünde öldürme fikrini değişik biçimde kabul etmektedir. TÜSİADın önerisi gibi siyasal suçlar için ağır ve adaletsiz bir infaz rejimi öngören Terörle Mücadele Yasasının hukuka aykırılığını gidermeyi önermek yerine pekiştirmekte, siyasal suçlar açısından ağır infaz hükümleri getirmektedir. Bu önerilerin benimsenmesi halinde şeklen Avrupa Konseyine üye ülkeler içinde ölüm cezası olan tek ülke olma ayıbından kurtulacak; belki de daha sonra AİHSne ek 6. protokolün hatta yeni düzenlenen 13. protokolün de imzalanması ve onaylanması mümkün olabilecektir. Ancak devletin kendine tanıdığı öldürme özgürlüğü biçim değiştirerek devam edecektir. Bu nedenle bir kez tartışmanın doğru zeminde yapılması için kamuoyunu uyarıyoruz. Ölüm cezası koşulsuz hemen kaldırılmalıdır. Çağdaş Hukukçular Derneği/
Kültür Bakanlığı, en büyük Türk ozanının ünlü bir şiirini Fazıl Say: Nazım CDsinde Genco Erkala sansürlettirdi... Nazım Hikmete büyük saygısızlık! Doğan Özgüden T.C. Kültür Bakanlığı, 2001 yılında, Türk bestecilerinin eser üretimlerini teşvik projesi kapsamında, teknik olarak çok iyi hazırlanmış bir CD yayınlamış, elimize yeni geçti. Kapağı: FAZIL SAY: NAZIM. Aynı kapakta Nazımı seslendiren iki sanatçının daha adı yer alıyor: Genco Erkal ve Sertab Erener. Seslendirmeye ayrıca Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Devlet Çoksesli Korosu'nun katıldığı belirtiliyor. Eser ilk kez 5 Ekim 2001'de Ankara'da seslendirildiğinde olduğu gibi, CD'sinin yayınlanmasından sonra da medyada büyük övgüler aldı. Yankıları Nazımın 100. doğum yıldönümü etkinlikleri nedeniyle hâlâ sürüyor. İspanyanın faşist diktatörü Franco da, 60'lı yıllarda dünyaya demokratik imaj verebilmek için, içsavaş sırasında katlettirdiği Federico Garcia Lorcayı ön plana çıkartmış, tüm eserlerinin basılıp yayınlanmasına, oyunlarının oynanmasına, şiirlerinin seslendirilmesine, kendi bestelerinin icrasına izin vermişti. Nazım Hikmeti hâlâ Türk vatandaşı saymamakta direnen zihniyet de Franconun yolunda... Ne ki, bu ikiyüzlülüğü, Franconun bile göze alamadığı bir cüretle yapıyor. Nazım'ın en ünlü şiirlerinden biri, Türkiyenin en büyük orkestrasının ve en tanınmış piyanistinin eşliğinde, en başarılı Nazım yorumcusu olarak tanınan saygın tiyatro sanatçısı Genco Erkala sansürlenerek okutturuluyor. Bu sansür CD'de ve Fazıl Say'ın babası Ahmet Say'ın içeriğini hazırladığı CDnin kitapçığında belgeleniyor. Nazım, 1950'de hapisten çıktıktan sonra yazdığı ünlü Akşam Gezintisi şiirinde büyük bir coşkuyla mahallesini anlatır. Kasabın kapısına üşüşen kedilerden çamaşırcı Huriyenin işsiz oğluna, mahallenin veremlilerine, Rahmi beylerin radyosundan polis jipine, sütçü Yorginin kızından bakkal Karabete kadar, tüm sosyal, kültürel, siyasal ve etnik zenginliğiyle... FAZIL SAY: NAZIMda bu şiir de vardır, eksiksiz tüm tipleriyle... Ermeni bakkal Karabet de dahil. Bakkal Karabet'in ışıkları yanmış... Ne ki, Genco Erkal'ın seslendirdiği şiirde bu dizeden hemen sonra, inanılmaz bir biçimde, tam beş dize atlanmakta ve Mahallenin veremlilerine geçilmektedir. CD kitapçığında da bu beş dize yoktur. İşte sansürlenen dizeler: Affetmedi bu Ermeni vatandaş Nazım Hikmet, faşizan bir yönetim tarafından yıllarca hapislerde çürütüldükten sonra görece özgürlügünün daha ilk günlerinde, korkmadan, çekinmeden bu tarihsel gerçeği haykırabilmiştir. Üzerinden tam yarım yüzyıl geçtikten sonra, Nazımın dizelerinin ve bu dizelerde dile getirilen gerçeğin, üstelik de Türkiyenin en ünlü sanatçıları aracılığıyla sansür edilmesi tek kelimeyle utanç vericidir. Bu, Türk halkının alnına sürülmüş yeni bir karadır. MGKnin emrinde kültür adına her türlü ikiyüzlülüğü yapan bir bakanlığın bu yeni karadan rahatsızlık duyacağı kuşkuludur. Ama şovenizmin sansürüne bilinçli ya da bilinçsiz âlet olan kültür ve sanat adamları, hem Nazım Hikmetten, hem de Ermeni ve Türk halklarından mutlaka özür dilemelidirler. Hemen şimdi... (editor@info-turk.be
Ağıt... (Ölüm Orucunda yitirdiklerimize...) Bedenin ve açlığın Işıtmıyor yine de Onlar ki sevmezdi ağlamayı T. Yılmaz |
|||||