8 Haziran'02
Sayı: 22 (62)


  Kızıl Bayrak'tan
  Avrupalı emeryalistlerin sözde demokrasisi
  Düzen politikalarına meşruluk arayışı
  Bahçeli'nin manevraları ve faşist MHP gerçekliği
  AB'ye bağanan umutlar batağa sürüklüyor
  Faşist çete mensupları serbest bırakıldı, devrimci tutsaklar hücrelerde!..
  Belediye işçisi işvereni ve hükümeti uyardı
  Grev hakkı için grev!..
  SASA işçisinin denetiminden uzak grev satışla sonuçlandı!
  Emperyalist sermaye bir ülkeye ne için gelirı
  Grev hakkı ancak grev silahı kullanılarak savunulabilir
  ODTÜ'lüler geleneklerine sahip çıkıyor
  15-16 Haziran Direnişi ve sınıf hareketinin güncel sorunları
  Çukurovo'da öncü-devrimci kamu emekçileri ortak platform kurdu
   Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler VI
   Filistin halkı kıskaca alınmaya çalışılıyor!
   Keşmir sorunu ve emperyalist ikiyüzlülük
   İspanya'da genel grev havası
   Ekim Gençliği'nin Haziran sayısından...
   Aşık Mahzuni Şerif
   Sefaköy İşçi Kültür Evi yürüklerimizdeki isyanın bir mevzisi olarak açılıyor!
   Nazım Hikmet'e büyük saygısızlık!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Ölüm cezası koşulsuz olarak hemen kaldırılsın!

Ölüm cezası üzerine tartışmaların yeniden yoğunlaştığı bir dönemdeyiz.

Siyasi iktidar, ilkel bir intikam aracı olan ölüm cezasını kaldırmaya yanaşmıyor. Ölüm cezası üzerine yapılan tartışmalar ise çoğunlukla Avrupa Birliği’ne giriş koşullarının getirdiği zorunluluklar çerçevesinde ve Abdullah Öcalan’ın asılıp asılmaması üzerine yürütülüyor, konunun özü tartışılmıyor.

Tartışmaların Abdullah Öcalan’ın durumu üzerinden yürütülmesi ile çatışmalarda yaşamını yitirenlerin ailelerinin duygularının sömürülmesinin amaçlandığı açıktır. Özellikle faşist parti ve çevrelerin körüklediği bu tartışma hukuk normlarını hiçe sayan öneriler üzerinden yürütülmektedir ve siyasal etik kurallara tamamen aykırıdır. Bir tartışma yürütülecekse ölüm cezası ile hedeflenenin ne olduğu, hangi amaçla bu cezanın uygulandığı veya korunduğu, işlevi, sonuçları ve toplumsal etkisinin ne olduğu ifade edilerek demokratikleşmeye katkısı olup olmadığı üzerinden yürütülmelidir.

Çağdaş hukuk anlayışı yaşam hakkının ortadan kaldırılamaz bir hak olduğu, yaşam hakkının devlet tarafından ortadan kaldırılması anlamına gelen ölüm cezasının ise geri dönülemez oluşu, caydırıcı etkisinin olmaması ve topluma kazandırma fonksiyonu bulunmaması gibi nedenlerle kaldırılması gerektiğini uzun bir süredir kabul etmiştir. Cezanın bir öç alma aracı olmadığı artık hakim olan bir anlayıştır.

Devletin yasal öldürme yetkisini elinde tutması anlamına gelen ölüm cezası ilkel bir kısas uygulamasıdır. Geri dönülmez oluşu nedeni ile cezanın kişiyi yeniden topluma kazandırmayı hedeflediği yolundaki görüşe aykırıdır.

Devletin zararlı gördüğü veya yaşamasında yarar görmediği kişileri öldürmesi anlamına gelen bu ceza tasarlanmış bir cinayetten başka bir şey değildir. Hedeflenen aslında ölüm cezasına çarptırılan kişinin yaşamından çok bu cezanın toplum üzerinde etkili olması ve toplumsal caydırıcılığın sağlanmasıdır.

Ölüm cezasının kaldırılması ve yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının getirilmesi ve hatta bu cezanın da af kapsamı dışında tutulması gibi öneriler yukarıda belirttiğimiz mantığın devamı görüşlerdir ve kabul edilebilir bir tarafı yoktur. İnsanlarımızı ölene kadar cezaevinde tutmak idamın uzun vadeye yayılmış uygulamasından başka bir şey değildir. Bu kamuoyunun kabule zorlandığı şekilde ölüm cezası yerine ömür boyunca ve şartla tahliyesi mümkün olmayacak şekilde “ağırlaştırılmış müebbet hapis” diye adlandırılan bir cezanın getirilmesi kabul edilemez. Bu değişiklik ölüm cezasının şeklen kaldırılmasından başka bir anlama gelmemektedir.

Yaşanan örneklerden görüldüğü üzere uzun süreli hücre hapsi uygulaması kişinin bedensel ve psikolojik bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır. İnsanı uzun süre hücrelere hapsetmek, kişiliğini yok etmekle eş anlamlıdır. Hücre hapsi bir işkencedir ve çağdışıdır.

Cezalar “siyasal sistemin ya da toplumun” suç saydığı fiili işleyen kişiyi belli davranış kalıplarına uymaya zorlamayı amaçlar. Bu nedenle kişinin ölene dek cezaevinden çıkmayacak şekilde cezalandırılması ile hemen idam edilmesi arasında bir fark olmadığı gibi bu amaca uygunluk da yoktur. Bu önerilerin sahiplerinin hepsi sadece Avrupa Birliği’ne giriş kriterlerinin şeklen yerine getirilmesini amaçlamakta, özünde öldürme fikrini değişik biçimde kabul etmektedir. TÜSİAD’ın önerisi gibi siyasal suçlar için ağır ve adaletsiz bir infaz rejimi öngören Terörle Mücadele Yasası’nın hukuka aykırılığını gidermeyi önermek yerine pekiştirmekte, siyasal suçlar açısından ağır infaz hükümleri getirmektedir.

Bu önerilerin benimsenmesi halinde şeklen Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler içinde ölüm cezası olan tek ülke olma ayıbından kurtulacak; belki de daha sonra AİHS’ne ek 6. protokolün hatta yeni düzenlenen 13. protokolün de imzalanması ve onaylanması mümkün olabilecektir. Ancak devletin kendine tanıdığı öldürme özgürlüğü biçim değiştirerek devam edecektir.

Bu nedenle bir kez tartışmanın doğru zeminde yapılması için kamuoyunu uyarıyoruz. Ölüm cezası koşulsuz hemen kaldırılmalıdır.

Çağdaş Hukukçular Derneği/
İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu
06 Haziran 2002



Kültür Bakanlığı, en büyük Türk ozanının ünlü bir şiirini “Fazıl Say: Nazım” CD’sinde Genco Erkal’a sansürlettirdi...

Nazım Hikmet’e büyük saygısızlık!

Doğan Özgüden

T.C. Kültür Bakanlığı, 2001 yılında, “Türk bestecilerinin eser üretimlerini teşvik projesi” kapsamında, teknik olarak çok iyi hazırlanmış bir CD yayınlamış, elimize yeni geçti. Kapağı: FAZIL SAY: NAZIM. Aynı kapakta Nazım’ı seslendiren iki sanatçının daha adı yer alıyor: Genco Erkal ve Sertab Erener. Seslendirmeye ayrıca Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası ve Devlet Çoksesli Korosu'nun katıldığı belirtiliyor.

Eser ilk kez 5 Ekim 2001'de Ankara'da seslendirildiğinde olduğu gibi, CD'sinin yayınlanmasından sonra da medyada büyük övgüler aldı. Yankıları Nazım’ın 100. doğum yıldönümü etkinlikleri nedeniyle hâlâ sürüyor.
T.C. Kültür Bakanlığı böyle bir CD yayınlar ve bizzat bakan CD'nin kitapçığına Nazım’ı öven bir önsöz yazarken, o bakanın mensubu bulunduğu hükümetin en büyük Türk şairinin vatandaşlığını inkar etmesi ikiyüzlülüğü ayrı bir konu. .

İspanya’nın faşist diktatörü Franco da, 60'lı yıllarda dünyaya “demokratik” imaj verebilmek için, içsavaş sırasında katlettirdiği Federico Garcia Lorca’yı ön plana çıkartmış, tüm eserlerinin basılıp yayınlanmasına, oyunlarının oynanmasına, şiirlerinin seslendirilmesine, kendi bestelerinin icrasına izin vermişti.

Nazım Hikmet’i hâlâ Türk vatandaşı saymamakta direnen zihniyet de Franco’nun yolunda... Ne ki, bu ikiyüzlülüğü, Franco’nun bile göze alamadığı bir cüretle yapıyor.

Nazım'ın en ünlü şiirlerinden biri, Türkiye’nin en büyük orkestrasının ve en tanınmış piyanistinin eşliğinde, en başarılı Nazım yorumcusu olarak tanınan saygın tiyatro sanatçısı Genco Erkal’a sansürlenerek okutturuluyor. Bu sansür CD'de ve Fazıl Say'ın babası Ahmet Say'ın içeriğini hazırladığı CD’nin kitapçığında belgeleniyor.

Nazım, 1950'de hapisten çıktıktan sonra yazdığı ünlü “Akşam Gezintisi” şiirinde büyük bir coşkuyla mahallesini anlatır. Kasabın kapısına üşüşen kedilerden çamaşırcı Huriye’nin işsiz oğluna, mahallenin veremlilerine, Rahmi beylerin radyosundan polis jipine, sütçü Yorgi’nin kızından bakkal Karabet’e kadar, tüm sosyal, kültürel, siyasal ve etnik zenginliğiyle...

FAZIL SAY: NAZIM’da bu şiir de vardır, eksiksiz tüm tipleriyle... Ermeni bakkal Karabet de dahil.

Bakkal Karabet'in ışıkları yanmış...

Ne ki, Genco Erkal'ın seslendirdiği şiirde bu dizeden hemen sonra, inanılmaz bir biçimde, tam beş dize atlanmakta ve “Mahallenin veremlileri”ne geçilmektedir. CD kitapçığında da bu beş dize yoktur.

İşte sansürlenen dizeler:

Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini.
Fakat seviyor seni,
Çünkü sen de affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına.

Nazım Hikmet, faşizan bir yönetim tarafından yıllarca hapislerde çürütüldükten sonra görece özgürlügünün daha ilk günlerinde, korkmadan, çekinmeden bu tarihsel gerçeği haykırabilmiştir.

Üzerinden tam yarım yüzyıl geçtikten sonra, Nazım’ın dizelerinin ve bu dizelerde dile getirilen gerçeğin, üstelik de Türkiye’nin en ünlü sanatçıları aracılığıyla sansür edilmesi tek kelimeyle utanç vericidir.

Bu, Türk halkının alnına sürülmüş yeni bir karadır.

MGK’nin emrinde kültür adına her türlü ikiyüzlülüğü yapan bir bakanlığın bu yeni “kara”dan rahatsızlık duyacağı kuşkuludur.

Ama şovenizmin sansürüne bilinçli ya da bilinçsiz âlet olan kültür ve sanat adamları, hem Nazım Hikmet’ten, hem de Ermeni ve Türk halklarından mutlaka özür dilemelidirler.

Hemen şimdi...

(editor@info-turk.be
adresinden gönderilmiştir...)



Ağıt...

(Ölüm Orucu’nda yitirdiklerimize...)

Bedenin ve açlığın
küçüldüğü
bilincin ve inancın
büyüdüğü
gökyüzüne susamış
akşamlarda
birer ateş topu
son neferleri

Işıtmıyor yine de
O dipsiz suskunluğumuzu
Unuturken onlar
ekmeği
ve bilcümle yiyeceği
biz de unutttuk
acıyı
ve hissetmeyi

Onlar ki sevmezdi ağlamayı
Muzip ve öfkeli çocuklardı
Saysan bir avuçlardı
Ölümleri bitimsiz halaydı
Karanlığa gizlenmiş
tan kızıllığı
kendini ele veriyordu
ölü moru bedenlerinde

T. Yılmaz

 
s