8 Haziran'02
Sayı: 22 (62)


  Kızıl Bayrak'tan
  Avrupalı emeryalistlerin sözde demokrasisi
  Düzen politikalarına meşruluk arayışı
  Bahçeli'nin manevraları ve faşist MHP gerçekliği
  AB'ye bağanan umutlar batağa sürüklüyor
  Faşist çete mensupları serbest bırakıldı, devrimci tutsaklar hücrelerde!..
  Belediye işçisi işvereni ve hükümeti uyardı
  Grev hakkı için grev!..
  SASA işçisinin denetiminden uzak grev satışla sonuçlandı!
  Emperyalist sermaye bir ülkeye ne için gelir?
  Grev hakkı ancak grev silahı kullanılarak savunulabilir
  ODTÜ'lüler geleneklerine sahip çıkıyor
  15-16 Haziran Direnişi ve sınıf hareketinin güncel sorunları
  Çukurovo'da öncü-devrimci kamu emekçileri ortak platform kurdu
   Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler VI
   Filistin halkı kıskaca alınmaya çalışılıyor!
   Keşmir sorunu ve emperyalist ikiyüzlülük
   İspanya'da genel grev havası
   Ekim Gençliği'nin Haziran sayısından...
   Aşık Mahzuni Şerif
   Sefaköy İşçi Kültür Evi yürüklerimizdeki isyanın bir mevzisi olarak açılıyor!
   Nazım Hikmet'e büyük saygısızlık!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Grev hakkı ancak grev silahı kullanılarak
savunulabilir

Burjuvazinin üretim araçlarına sahip olması, ona işçileri sömürme imkanı verir. Bu sömürü uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin kaynağıdır ve bu çelişki sınıf mücadelelerini kaçınılmaz kılar. İşçi sınıfının mücadelesinin önemli bir alanı da, ekonomik-demokratik haklar uğruna verdiği mücadeledir. Bu mücadelede proletarya gücünü üretimdeki belirleyici konumundan alır. Dolayısıyla, en etkin silahlarından biri üretimin durdurulması, yani grevdir.

İşçi sınıfının örgütlü bir şekilde grev silahını kuşanabildiği dönemler, ekonomik-demokratik, sosyal haklarda nispi gelişme sağlanan dönemlerdir. ‘60’lı yılların ikinci yarısı, ‘70’li yılların sonları ve ‘89-91 yılları bunun örnekleridir. Kuşkusuz burjuvaziden kopartılan haklar sadece grev silahı ile değil; fabrika işgalleri, direnişler, yürüyüşler-mitingler vb. eylemleri de kapsayan militan mücadelelerle elde edilmiştir. Ancak grevlerin bu bütünlük içerisinde özel bir ağırlığı olmuştur.

Sınıf mücadelesinde dalganın geri çekildiği dönemler ise, işçi sınıfının üretimden gelen gücünü örgütlü bir tarzda kullanamadığı dönemlerdir. En etkin silah olan grevlerin işlevsizleştirildiği böyle dönemlerde kazanımlar sermaye tarafından gaspedilir. İMF-TÜSİAD patentli saldırıların azgınca hayata geçirildiği son yıllarda, bu silahını kullanamayan işçi sınıfının kazanımlarını peşpeşe kaybetmesine tanık oluyoruz. İşçi ve emekçiler tarafından dile getirilen mücadele isteği ne düzeyde olursa olsun, sendika ağalarının barikatını aşamadığı oranda, düzen saldırıları karşısında etkisiz kalmaktadır. Sermaye işbirlikçisi bu hainlerin oluşturduğu engel sermaye devletinin fiili saldırılarıyla (grev erteleme, mücadeleci sendikacıları gözaltına alma, direnişçilere saldırma vb.) birleşince, işçi sınıfının en etkili slahı grev devre dışı bırakılabilmektedir.

Bugün bazı sektörlerde grev kararları alınsa da, bunlar ya hükümet tarafından ertelenmekte (gerçekte yasaklanmakta), ya da işbirlikçi ağalar tarafından satış sözleşmeleri ile sonlandırılmaktadır. Lastik işkolu ile SASA’da yaşananlar biliniyor. Şimdi sıra belediye işkolunda.

Ekonomik kriz gerekçesiyle milyonlarca işçinin sokağa atıldığı, yanısıra sendikalı işçi sayısının hızla dibe vurduğu son üç yılda sendika ağaları grev silahını kullanmaktan kaçınmaktadır. Üretimi durdurarak kazanımları korumak artık düzen cephesi tarafından bir “suçmuş” gibi kamuoyuna yansıtılmaya çalışılmaktadır. Sendika ağaları da belli gerekçelerle bu sürece bilinçli bir şekilde hizmet etmektedirler.

Kendini “sınıf sendikası” olarak tanımlayanlar da dahil olmak üzere, grev kararı alma aşamasına gelen her sendika, “bizi grev yapmaya zorluyorlar” türünden açıklamalar yapmaktadır. Liberal-reformist çizginin temsilcisi Evrensel gazetesi, “sendikalar greve zorlanıyor” şeklinde haber başlıklarını birinci sayfadan verebilmektedir. İşçi sınıfı ağır bedeller ödeyerek grev silahına sahip olabilmiştir. Şimdi sermaye ile elele veren sendika ağaları bu silahı “altın tepsi” içinde burjuvaziye iade etme çabasındadır.

Sermaye düzeninin saldırılarının hız kesmeden devam ettiği bir süreçte, tabandan gelen genel grev talebine karşın, sendika ağaları grevden vebadan kaçar gibi kaçıyorlar. Güya sorunları diyaloglar yoluyla halletmeye çalışıyorlar. Gerçekte masa başı görüşmelerle işçi sınıfı ve emekçilerin geleceğini peşkeş çekiyorlar. Grevlerin yasaklanması saldırısına karşı aldıkları tutum da farklı değil. Lastik işçilerinin grevlerinin ertelenmesinden sonra yapılan açıklamalar, sendikaların fiili grevi savunmak gibi bir sorunları olmadığını gösteriyor.

Saldırıya karşı duruşun fiili grevle mümkün olabileceğini savunan tek sendika Gıda-İş oldu. Gıda-İş Genel Merkezi’nden yapılan açıklamada; “‘Bu tutum İMF ve DB politikalarının ayrılmaz parçasıdır. Yasaklama İMF’ye ve emperyalistlere bağlılığın bir ifadesidir. Fiili yasaklamayı ancak fiili grevle kırmak mümkündür’ denildi.” (Evrensel )

Sendika ağaları meşru bir mücadele olan fiili grevi cepheden savunamıyorlar, hükümete yönelik bir takım suçlamaların ötesinde hiçbir şey yapmaya yanaşmıyorlar. Demokratik talepler, işçi-emekçilerin haklarını savunma konusunda nutuk atanlar, fiili meşru mücadeleyi öne çıkartamıyorlar. Düzenle karşı karşıya gelmemek için her türden hak ve özgürlüğü düzene teslim etmeye hazırlar. Oysa herkes biliyor ki, bir hak ancak kullanıldığında işlevli olabilir. Yoksa kağıt üstünde kalmaya mahkumdur.

2000 yılında da grevi yasaklanan Lastik-İş’in grev öncesi ve yasaklama sonrası aldığı tutum ihanetin belgesidir. Grevin yasaklanmasından birkaç gün önce yaptıkları açıklamada şunları söylediler: “Lastik patronları kendilerini hükümete iyi anlattılar. Biz de yaptığımız görüşmelerde, lastik patronlarının söylediklerinin doğru olmadığını hükümete anlattık. Türkiye’de işçi sınıfının hangi ücretlerle çalıştığının araştırmasını onlara verdik”.

Sendika ağaları, sermaye sınıfı adına ülkeyi yönetenlerden, TİS’e müdahale etmemelerini istiyorlar! Oysa lastik patronlarıyla hükümetin grevi yasaklamak için hazırlandıklarını herkes biliyordu, zira bunu açıkça yapıyorlardı. Bu hazırlık bilindiği halde sendika ağaları ne yapmış? Hükümetle görüşmüş. Sanki grevi ertelemeye hazırlanan bu hükümet değilmiş gibi. Koltuklara kurulan bu bürokrat takımı, işçilerle fiili greve hazırlanacağı yerde, siyasetçilerin bürolarını arşınlamayı tercih ediyorlar. Evet bu bir tercih, bir ihanet tercihidir.

Grevlerin ertelendiği gün lastik patronlarıyla anlaşan Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan, işçilerin karşısına çıkıp kendini aklamaya çalıştı. Ancak işçilerden gelen tepki üzerine “işçi dostu” maskesini bir kenara atarak, işi işçilere bağırıp hakaret edecek noktaya kadar vardırdı. Bu hainler sayesinde işbirlikçi burjuvazi, üstüste iki dönemdir lastik işkolunda TİS’leri istediği gibi kapatmayı başarmıştır.

Grev aşamasına gelen onbinlerce belediye işçisi de büyük olasılıkla İMF uşağı hükümetin saldırılarıyla karşılaşacaktır. Bu saldırıya hazırlanmadığı takdirde, sonucun farklı olmayacağı açıktır. Bundan dolayı, başta öncü, ilerici, devrimci işçiler olmak üzere bütün belediye işçileri ağır bir sorumlulukla karşı karşıya bulunmaktadır. Bir yandan kendi haklarının gaspedilmesini önlemek için; ama daha önemlisi, sermaye-hükümet ikilisi tarafından işlevsizleştirilmeye çalışılan grev silahının bu asalaklara teslim edilmeyeceğini göstermek için... Bunun kararlı bir duruş ve fiili grevle mümkün olacağı ise açıktır.

Sınıflar mücadelesi tarihinin kanıtladığı gibi, işçi sınıfı sadece kazanmak için değil, haklarını korumak için sermaye düzenine karşı savaşmak zorundadır. Bu ise yasal çerçeveye sıkışan değil, meşru zemin üzerinde yükselen bir mücadele hattıyla mümkündür. Türkiye işçi sınıfı nasıl ki ilk toplu iş sözleşmesini meşru bir grevle sermayeye kabul ettirmişse, grev yasakları da grev silahı kullanılarak püskürtülecektir.



İşçi sınıfının mücadele tarihinden öğrenelim

Kavel direnişi

Kavel işçileri, kötü çalışma koşulları ve düşük ücretleri protesto etmek amacıyla bir gün işveren temsilcisini topluca yaptılar. İşverenin bu eyleme yanıtı sert oldu. 28 Ocak 1963 tarihinde 9 işçi işten atıldı.

Anayasada grev hakkı vardı, fakat uygulamasına ilişkin grev yasası henüz çıkarılmamıştı. İşçiler 9 arkadaşlarının işten atılmasına karşı “oturma eylemi” ile direnmeye başladılar. İşveren, gelişmeler üzerine “lokavt” ilan ettiğini açıkladı. İşçileri fabrikadan uzaklaştırmak için polis ve jandarmayı fabrikaya çağırdı. İşçiler devletin kolluk kuvvetlerine karşı direndiler. Saldırılara karşı sınıf dayanışması İstanbul dışındaki kentlerde de kendini gösterdi. T. Maden-İş sendikası başkanı Kemal Türkler bir basın toplantısı düzenleyerek, tüm üyelerinin Kavel işçilerinin yanında olduğunu açıkladı.

Grevci işçilerin her biri göğüslerine sloganlar yazarak fabrikanin önünde dolaşıyorlardı. Yakındaki İstinye Tersanesi işçileri öğlen yemeklerini Kavel işçileriyle paylaşıyorlardı.

13 Şubat 1963’te polis işçilere saldırarak fabrikadan atmak istedi. Kavel işçileri, eşleri, yakınları ve çevreden gelen işçilerin dayanışmasıyla bu saldırıyı püskürttüler. 27 Şubat’tan sonra bütün işçiler mahkemeye verildi. Tutuklanan işçiler oldu. Ama bütün bu saldırılara karşı direnen Kavel işçileri sonunda kazandılar. Kazanmanın yolunun her türlü saldırıya karşı direnerek sınıf dayanışmasını yükseltmekten geçtiği bir kez daha kanıtlanmış oldu. Böylece Kavel grevi, ülke tarihinde ilk “toplu sözleşme, grev ve lokavt yasası”nın (275 sayılı) çıkmasına vesile oldu.

Kavel grevi, önce mücadele sonra kazanılan hakların yasalara geçirilmesinin çarpıcı bir örneğini oluşturmaktadır. Kavel grevi tüm saldırı ve provokasyonlara rağmen, kararlı bir duruş, güçlü bir sınıf dayanışması ile kazanımların söke söke elde edilebileceğini göstermiştir.