8 Haziran'02
Sayı: 22 (62)


  Kızıl Bayrak'tan
  Avrupalı emeryalistlerin sözde demokrasisi
  Düzen politikalarına meşruluk arayışı
  Bahçeli'nin manevraları ve faşist MHP gerçekliği
  AB'ye bağanan umutlar batağa sürüklüyor
  Faşist çete mensupları serbest bırakıldı, devrimci tutsaklar hücrelerde!..
  Belediye işçisi işvereni ve hükümeti uyardı
  Grev hakkı için grev!..
  SASA işçisinin denetiminden uzak grev satışla sonuçlandı!
  Emperyalist sermaye bir ülkeye ne için gelir?
  Grev hakkı ancak grev silahı kullanılarak savunulabilir
  ODTÜ'lüler geleneklerine sahip çıkıyor
  15-16 Haziran Direnişi ve sınıf hareketinin güncel sorunları
  Çukurovo'da öncü-devrimci kamu emekçileri ortak platform kurdu
   Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimi arasındaki ilişkiler üzerine düşünceler VI
   Filistin halkı kıskaca alınmaya çalışılıyor!
   Keşmir sorunu ve emperyalist ikiyüzlülük
   İspanya'da genel grev havası
   Ekim Gençliği'nin Haziran sayısından...
   Aşık Mahzuni Şerif
   Sefaköy İşçi Kültür Evi yürüklerimizdeki isyanın bir mevzisi olarak açılıyor!
   Nazım Hikmet'e büyük saygısızlık!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

175 “sivil toplum” kuruluşunun AB toplantısı...

Düzen politikalarına meşruluk arayışı

Düzen cephesinde AB ile ilgili tartışmalar giderek daha karmaşık bir hal alarak sürüyor. Sermaye düzeni emperyalist sistemle daha ilerden bütünleşmede kendisi için en uygun biçimi oluşturmaya çalışıyor.

Son dönemde AB tartışmalarının, düzenin birbiriyle bağlantılı farklı ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet edecek şekilde genişlediği görülüyor. Son günlerde burjuva basında “Sivil toplum Avrupa dedi” ya da “Sivil toplum kuruluşlarından tarihi bildiri” gibi manşetlerle duyurulan toplantıyı da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

İktisadi Kalkınma Vakfı’nın öncülüğünde biraraya gelen tam 175 kuruluş bir toplantı düzenleyerek “Türkiye’nin yeri Avrupa Birliği’dir. Kaybedecek zamanımız yok” fikirleri ekseninde bir açıklama yaptılar. Düzen medyası günler öncesinden itibaren bu toplantıyı ve toplantıda yapılan açıklamayı en abartılı şekilde kamuoyuna aktardı.

İşin içinde sadece sermaye çevrelerinin kurum, dernek ve vakıfları olsa, buna da, “sermayenin bir kesiminin AB süreci ile ilgili fikirleridir denilip geçilebilirdi”. Fakat gazete ve televizyonların, ticaret ve sanayi odalarının,üniversitelerin, işadamlarının kurduğu dernek ve vakıfların yanı sıra, Türk-İş, Hak-İş, DİSK, TMMOB, Barolar Birliği, TZOB, TESK gibi kuruluşların da bu koroya katılması, konuya bambaşka bir içerik kazandırmaktadır. Amacı 7 Haziran’da Cumhurbaşkanı tarafından toplanacak partiler arası AB Zirvesi üzerinde basınç oluşturmak gibi görünse de, bu tür toplantıların sermayeye çok daha önemli başka faydaları bulunmaktadır. Bu, işçi ve emekçiler başta olmak üzere bütün bir toplumun sermaye politikalarına, onun ürettiği gündemlere yedeklenmesidir.

Düzenin öne çıkan ihtiyaçları
ve meşruluk arayışı

“Sürdürülen tartışmalar ve sonuçta alınmış olan kararlar, bu soygun düzeni açısından ağır basanın emperyalist dünya düzeniyle tam ve sınırsız entegrasyon olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Bu o derece önemlidir ki, düzenin siyasal egemenlerine, kendi konumlarının meşruluğu ve sürekliliği bakımından vazgeçilmez olan kimi hassas konulardan bile taviz vermeyi göze aldırabilmektedir.” (SY Kızıl Bayrak, sayı: 61, kapak yazısı)

Sömürü ve yağma düzeninin ayakta tutulabilmesi için emperyalist dünya sistemiyle daha ileri düzeyde bütünleşmekten başka bir çözüm bulamıyor sermaye. Dolayısıyla da çareyi emperyalist güçlere daha sınırsızca uşaklık etmekte buluyor, politikalarının temel belirleyicisi bu uşaklık çizgisi oluyor.

Fakat bu politikaların uygulamaya geçirilmesinin önünde “küçük” bir pürüz var. Toplumun geniş bir kesimi, özellikle de işçi ve emekçi yığınlar düzen sahiplerinin kaygılarını paylaşmıyorlar. Daha doğrusu onlarla aynı gündeme sahip değiller. İşçi ve emekçilerin gündeminde açlık ve yoksulluk var. İşsizlik ve geçim sıkıntısı var. Bu nedenle, bugünkü sömürü politikalarının uygulayıcısı hükümete, onun gerisindeki emperyalist kuruluşlara büyük bir tepki duyuyorlar. Ne hükümete, ne de sürekli sınıf işbirlikçisı bir çizgi izleyerek emekçilerin mücadelesine köstek olan sendika bürokratlarına sözü edilebilir bir güvenleri kalmamış durumda. İşçi ve emekçiler AB konusunda yürütülen tartışmaları da ancak göz ucuyla izliyorlar.

Sermayenin “sivil” kuvvetleri işbaşında!

Oysa AB’ye dönük politikaların başarıyla hayata geçirilebilmesi bir biçimde toplumun bu doğrultuda yönlendirilmesine bağlı. Kaldı ki, AB söz konusu olmasa bile, düzen işçi ve emekçileri gerçek gündemlerinden koparmaya, kendi peşine takmaya ihtiyaç duyuyor.

Bunun için ise, sermaye sınıfı ile toplumun değişik kesimlerinin, işçi ve emekçi yığınlarının aynı kaderi paylaştığını, moda deyimle aynı geminin yolcusu olduğunu göstermeye yarayacak manevralara ihtiyaç var. Bu konuda düzen partilerinden fazla bir şey beklemek gerçekçi değil. Zira son zamanlarda ortaya sürülen yeni figüranlar bile işçi ve emekçilerden beklediği ilgiyi görebilmiş, onlar gözünde umut olmayı başarabilmiş değil. Orduyu da saymazsak, geriye kala kala düzenin siyaset dışı güçleri, yani “sivil toplum kuruluşları” kalıyor.

“Sivil toplum kuruluşları” işte bu “düzeni aklama” kutsal görevine dört elle sarıldılar. Ülkedeki her türlü sorunun ve bu arada AB’ye girilememesinin faturasını “beceriksiz siyasetçilere” kestiler ve bütün toplum adına onları uyararak “kaybedecek zamanımız yok” dediler. AB’ye mutlaka girilmeliydi. AB üyesi bir ülke demek “daha iyi yaşam kalitesi, eğitim, istihdam, sağlık, güvenlik, istikrar” demekti. “Tam üyelik hedefi yönündeki en ufak bir gecikme çağdaşlaşma yolunda geri gitmek” demekti.

Bu toplantı ve yayınladıkları bildiri sayesinde, bütün toplumun birlik beraberlik içinde olduğu, AB’ye girmek için “siyasetçilerden” gerekenlerin hızla yapılmasını istediği bir kez daha gösterilmiş oldu.

Sendika ağalarından
sermayeye hizmette sınır yok

Yukarda isimlerini saydığımız sendika konfederasyonlarının ve ilericilik iddiası taşıyan, yeri geldiğinde emperyalizme atıp tutan (TMMOB gibi) bir takım kuruluşların bu işin içinde bulunmasının sermayeye çok önemli bir hizmet anlamına geldiğini ayrıca vurgulamak gerekiyor.

Türk-İş, Hak-İş ve DİSK “çalışma barışını korumak” adına ya da başka bir takım gerekçelerle bundan önce de sermaye kuruluşlarıyla biraraya gelmişler, düzenin dertlerine birlikte çözümler aramışlardı. Şimdi yaptıkları da özünde çok farklı değildir. Sadece sınıfa ihanet zincirlerine yeni bir halka eklemiş bulunuyorlar. Ve bir kez daha emperyalizme karşı mücadelenin ne kadar dışında olduklarını ortaya koyuyorlar. Yazdıktan sonra EMEP’e hediye ettikleri “Emek Programı” denilen belgede emperyalizmin adını neden bir türlü ağızlarına alamadıklarını da aynı şekilde göstermiş oluyorlar.



Bir ibret vesikası

175 kuruluşun ortak bildirisinden:

“Bu hedefi, ülkemizin demokratik, çağdaş, modern ve şeffaf bir hukuk devleti, güçlü ve istikrarlı bir ekonomi, bir refah toplumu olma arzusu ile örtüştüğü için destekliyoruz.”

“Birey ve toplum olarak geleceğimizi AB’de görüyoruz. AB üyesi bir Türkiye’nin daha iyi yaşam kalitesi, eğitim, istihdam, sağlık, güvenlik, istikrar demek olduğunu biliyoruz.”

“Bizi temsil için görevlendirdiğimiz siyasetçileri, toplumun sesine kulak vermeye ve projeyi gerçekleştirme taahhüdünü şimdi bugün yerine getirmeye çağırıyoruz. Türk toplumu olarak kesin kararlıyız. Türkiye’nin yeri AB’dir. Kaybedecek zamanımız yoktur.”

Bazı imzacılar
Türk-İş, Hak-İş, DİSK, TMMOB,
Türkiye Barolar Birliği