6 Nisan'02
Sayı: 13 (53)


  Kızıl Bayrak'tan
  Filistin kazanacak!
  İşgale karşı direniş ve dayanışma!
  Dizginsiz vahşet, kahramanca direniş!
  Filistin halkına destek eylemlerinden...
  Bölge halklarına karşı suç ortaklığı
  KESK Genel Kurulu'na doğru...
  "Zafer bize armağan edilmeyecek..."
  İsrail halkı karşı koymalı
  Siyonist işgal ve vahşet karşısında devletler seyirci halklar öfkeli
  1 Mayıs'ta mücadele alanlarına!
  "Genel grev-genel direniş!"
  İhanete yanıt eylem alanında verilir
  Almanya'da göç yasası kabul edildi
   HADEP ve tasfiye süreci
   "F tipi vahşetine karşı çıkmak bir insanlık sorumluluğudur"
   Öykü...
   Küresel saldırıya, savaşa hayır!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Öykü...

“Şimdi özgür Filistin için ölmek zamanı!”

Sabahtan beri dışarda silah sesleri dinmek bilmiyordu. Özgür bir Filistin için, sapanlarla, taşlarla, İsrailli işgalcilere karşı savaşıyordu Filistin halkı. İsrail askerleri acımasızdı. Ele geçirdikleri bölgelerde evleri yakıp yıkıyor, oracıkta ev halkını infaz ediyorlardı.

Hatice camdan dışarıya baktı. Halkı savaşıyordu korkusuzca. Neden korksunlardı ki! Kendilerinin olmayan, işgal altındaki Filistin topraklarında yaşamın ne anlamı olabilirdi ki! Tek korkuları vardı bu insanların, o da Filistin’i kaybetmek... Camdan baktı, ileride İsrail askerlerini gördü, içi ürperdi...

İsrail askerleri mahallelerine girmişlerdi ve onların evine doğru yaklaşıyorlardı. Korkudan ne yapacağını bilemedi Hatice. Daha onüçündeydi... Ağlayarak annesinin yanına koştu. Sesi, korku ve ağlamasının altında boğuk boğuk çıkarak, bağırdı:

“Anne! Anne! Askerler geliyor, anne! Anne!”

Sarıldı annesine, bir sıcaklık arıyordu, anne şefkati!..

“Anne, annecim, çok korkuyorum, bizi öldürecekler anne!” Yaşlar gözlerinden boşanırcasına akıyordu Hatice’nin. Annesi de dayanamadı, ağlamaya başladı. Babası sakinleştirmeye çalıştı onları. Hatice ağabeylerine baktı, belki de son görüşü olacaktı onları. Bu düşünce içini ürpertti.

Neden? Neden oluyordu bütün bunlar? Ne suçları vardı onların? Tüm bunları haketmiyorlardı. Hatice korku içinde bunları düşünüyordu. Annesine hala sımsıkı sarılıydı.

Abileri Abdül ve Seyid, “bu alçaklar evimize bizi öldürmeden giremeyecekler” diyorlardı. Abdül ve Seyid kapıya barikat hazırlamaya başladılar. İsrailli işgalcilerin silahlarına karşı onların taştan ve demir sopadan başka hiçbir silahları yoktu. İkisi de biliyordu, orada öleceklerdi.

“O alçaklara boyun eğmeyeceğiz, öleceksek onurumuzla öleceğiz” diye haykırıyorlardı.

Sonra Seyid Hatice’nin yanına geldi. Hatice en çok Seyid’i severdi.

“Hatice, canım kardeşim, sakın korkma, bu alçaklar ne yaparsa yapsın korkma, yalnızca onlara karşı öfkeni bile, onlar bizim düşmanımız. Filistinimizi ele geçirmişler ve biz savaşmazsak bu işgal, bu zulüm, bu işkenceler artarak sürecek. Onları topraklarımızdan defetmeliyiz. Teslim olamayız, savaşmalıyız ki mücadelemiz sürsün. Sakın korkma Haticem, sakın korkma.”

Eliyle Hatice’nin gözlerini sildi, alnından öptü, kucaklaştılar. Hatice’nin korkusu yatışmıştı biraz.

İşgalciler kapılarına dayanmışlardı. Kapıyı açın, teslim olun diye havlıyorlardı. Bir yandan da üç-beş eşyayla kurulan barikatı yıkmaya çalışıyorlardı.

Seyid bağırdı:

“Alçaklar, isterseniz öldürün, ama teslim alamayacaksınız bizi. Geldiğiniz gibi Filistin’den göndereceğiz sizi, başınıza yıkacağız burayı!”

Bir yandan da daha önceden eve getirdikleri taşları atıyorlardı İsrailli askerlere. Attıkları taşlardan biri bir askerin kafasına isabet etti ve yere düştü, daha bir hınçlandı. Silahlarının tetiklerine basarak hiç durmadan ateş etmeye başladılar.

Hatice Seyid’in yere yığıldığını gördü, göz göze geldiler. Seyid dudağında bir gülümsemeyle, yavaş yavaş kapadı gözlerini.

Abdül daha bir hınçla atmaya başladı elindeki taşları. Sonra bir kurşun da Abdül’e ve arkasından kurşunlar... Delik deşik olmuştu Abdül’ün vücudu. Cansız yığıldı yere.

Hatice’nin babası sinik bir adamdı, kenarda çömelmiş başı önde sessizce ağlıyordu. İki oğlunu da kaybetmişti. Hatice ve annesi hala birbirlerine sarılmış, öylece korku dolu gözlerle izliyorlardı olup biteni.

Girdiler içeri, Seyid’in attığı taşın isabet ettiği asker yaralanmıştı. İçeri girer girmez Seyid’in cansız bedenine kurşun yağdırdılar, hınçlarını alabilmek için.

Sonra Hatice’nin babasına yöneldiler. Asker silahıyla dürterek ayağa kalkmasını emretti. Babası kalktı. Asker “bağıracaksın” dedi, “Yaşasın İsrail diye bağıracaksın”. Babası irkildi, karısı ve çocuğuna baktı. Tedirgin bakıyorlardı ona, sakın bağırma der gibi. Babası Abdül ve Seyid’in cansız bedenlerine çevirdi başını, gözlerinden yaşlar süzüldü. Ve bağırdı:

“Yaşasın...

Hatice gözlerini kapadı, yıkılmıştı, nasıl yapabilir diye düşündü bunu. Babası devam etti:

“Yaşasın özgür Filistin!”

Askerlerin yüzü bir anda değişmişti. Şaşkınlıktan ilk anda ne yapacaklarını bilemediler. Böyle bir şeyi beklemiyorlardı. Ama şaşkınlıklarını hemen üzerlerinden attılar ve silahlarının kabzalarıyla, küfürler eşliğinde babasını öldüresiye dövmeye başladılar.

“Özgür Filistin ha! Gösteririz biz şimdi sana!”. Ağız dolusu küfür eşliğinde Hatice’nin babasını yere yığdılar ve bedenini sayısız kurşunla delik deşik ettiler. Ardından olanları dehşet içerisinde seyreden Hatice ve annesine doğru yöneldiler. Ana-kız birbirlerine daha bir sıkı sarıldılar.

Anası öldürüleceklerini anlar anlamaz kendisini siper ederek iyice sarılmıştı kızına. Ve acımasız kurşunlar bu defa annesinin üzerine yağmaya başladı. Hatice ise omzundan vurulmuştu. Annesinin başı öne düştü ve öylece kaldı. Hatice de bayılmıştı. Bir süre sonra kendisine geldiğinde etrafta hiç asker yoktu. Bitkindi, çevresine bakındı, Seyid, Abdül ve babası, hala öylece yatıyorlardı, kucağında ise annesi. Hiç olmazsa kızını kurtarabilmek için siper etmişti kendisini. Annesini son bir kez öptü. Gözlerinden yaşlar süzüldü. “Alçak köpekler, bir gün sizden, döktüğünüz her damla kanın hesabını soracağım, yemin ederim!”.

“Alçaklar, köpekler...”

Omzuna dokunan elle birden irkildi Hatice. Ellerini gözlerine götürdü ve sildi. “Ne oldu Hatice, neden ağlıyorsun? Geldiğimde kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordun, nedir bu halin?”.

“Hiç, ailem aklıma geldi. Hesaplaşma vakti geldi işte Yusuf. Daha o gün söz vermiştim, döktükleri her damla kanın hesabını sormaya. Ve işte şimdi, oraya gideceğim ve döktükleri kanlar için, yaptıkları zulüm için onlardan hesap soracağım. Kendimle birlikte, yanımda onları da götüreceğim”

“Sen çok yürekli bir kadınsın Hatice, her Filistinli’nin olması gerektiği gibi. O işgalcileri yurdumuzdan defetmeliyiz. Bu zulmü, işkenceyi ancak savaşarak durdurabiliriz, başka seçeneğimiz yok. Ya savaşacağız, ya öleceğiz!”

“Haklısın Yusuf. Babam öylesine sinik birisi olmasına ramen başı dik bir şekilde, “Yaşasın Özgür Filistin!” diyerek öldü. O zamandan bu zamana hep sustum Yusuf, babam gibi ben de hep sindim. Söz vermiştim kendime, ama korku baskın gelmişti. Ne zaman ki Seyid’imi de, yavrumu da bu katillere verdim, işte o zaman verdiğim söz aklıma geldi. Rafet de tıpkı anamın beni koruduğu gibi yavrumuzu korumak istemiş, kendisini siper etmişti. Ama o köpekler ikisini de aldılar benden. Onların hesabını sormazsam nasıl yaşarım? Kinim, öfkem o kadar büyük ki...”

“Artık vakit geldi, çıkacağım. O katillerden, işgalcilerden hesap soracağım. Şimdi özgür Filistin için ölmek zamanı, hoşçakal!”.

Sımsıkı kucaklaştılar Yusuf’la. Hatice usulca kapıyı açtı ve emin adımlarla düşman bölgesine doğru ilerledi. Oğlunu, Seyid’ini düşündü. En çok Seyid abisini sevdiği için oğluna koymuştu bu ismi. Ama onu da yolun ortasında katletmişlerdi işte.

Yürüdü Hatice, usulca yürüdü. Kinini, öfkesini bileyerek yürüdü. İlerde İsrailli askerleri gördü...

Yusuf uzaktan gelen patlama sesiyle irkildi. Yarım saattir bu sesin gelmesini bekliyordu yüreği acıyarak. Yine de irkildi.

Hatice’nin babasının sözleri geldi aklına. Yavaş yavaş mırıldanmaya başladı.

“Yaşasın özgür Filistin, yaşasın özgür Filistin!” Sonra daha gür bağırdı, dışarı çıktı ve bir kez daha bağırdı. Herkes şaşkınlık içinde ona baktı. Ama daha sonra bu ses dalga dalga yayılmaya başladı. Artık herkes tek bir ağız, tek bir yürek olmuş, “Yaşasın özgür Filistin!” diye haykırıyordu.

Yusuf başını gökyüzüne çevirdi. Hatice’nin kendisine gülümsediğini gördü, sonra kendi kendine mırıldandı:

“Şimdi özgür Filistin için ölmek zamanı!”

B. A. Su