6 Nisan'02
Sayı: 13 (53)


  Kızıl Bayrak'tan
  Filistin kazanacak!
  İşgale karşı direniş ve dayanışma!
  Dizginsiz vahşet, kahramanca direniş!
  Filistin halkına destek eylemlerinden...
  Bölge halklarına karşı suç ortaklığı
  KESK Genel Kurulu'na doğru...
  "Zafer bize armağan edilmeyecek..."
  İsrail halkı karşı koymalı
  Siyonist işgal ve vahşet karşısında devletler seyirci halklar öfkeli
  1 Mayıs'ta mücadele alanlarına!
  "Genel grev-genel direniş!"
  İhanete yanıt eylem alanında verilir
  Almanya'da göç yasası kabul edildi
   HADEP ve tasfiye süreci
   "F tipi vahşetine karşı çıkmak bir insanlık sorumluluğudur"
   Öykü...
   Küresel saldırıya, savaşa hayır!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İşgale karşı direniş ve dayanışma!

Filistin toprakları 1967 savaşı ve 1982 saldırıları ardından en kapsamlı işgale ve katliamlara maruz kalıyor. Son bir hafta içinde 7 Filistin kenti yüzlerce tank, binlerce askerle işgal edildi. Katliamlar sürüyor ve bu konuda henüz gerçek rakamlar bilinmiyor. Gelen haberlere göre morglar insan cesetleriyle dolu, her sokak köşesinde katledilen insanların kan izleri var. Binlerce insan gözaltında tutuluyor. Gözaltına alınan ya da teslim olan insanlar kafalarına kurşun sıkılarak infaz ediliyor. Mervan Bagruti gibi önde gelen Filistinli yöneticiler öncelikli hedef olarak aranıyor. Ticari binalar ve kamu hizmeti veren kuruluşlar yerle bir ediliyor. Düne kadar Arafat’ı karargahına çivileyen işgalciler, şimdi onu dünyadan yalıtık biçimde bir odaya hapsediyor. Katil Şaron Arafat’ın Ürdün’de gerçekleşen Arap Ülkeleri Zirvesi’ne katılımını “gidersin ama bir daha dönemezsin tehditiyle engelledi. Koruyucu Duvar adı verilen bu kanlı operasyonun 15 gün daha sürmesi, bütün Filistin kentlerine girilmesi ve bu süre içinde Arafat üzerindeki tecritin sürdürülmesi kararlaştırıldı.

İşgal altındaki kentlerde halk açlık ve susuzluk tehdidi altında. “Kapalı bölge” ilan edilen kentlere girmek de, buralardan çıkmak da yasak. Yabancı gazeteciler saldırılar ve tehditlerle işgal bölgelerinden çıkarılmış bulunuyorlar. Yardım için giden insanlar gözaltına alınıyor, yardım malzemelerine el konuluyor, su depoları bombalanıyor, dükkanlar yağmalanıyor. İlan edilen sokağa çıkma yasağı yalnızca cesetlerin gömülmesi için birkaç saatliğine kaldırılıyor. Hastaneler, ambulanslar çalıştırılmıyor. Filistin radyoları susturuldu. Filistin’in dünya ile bağlantısı kesildi.

Güçlü uluslararası Yahudi lobisinin etkisi altındaki medya ve basın kuruluşlarının gerçekleri çarpıtan yayınları ya da bilinçli suskunlukları ise bu kanlı saldırıların bir başka cephesi. İsrail ordusunun ele geçirdiği TV istasyonlarından porno yayın yaparak halkın değerlerine çirkin saldırılarda bulunması da çürümüşlüğün bir başka örneği.

Dünyanın gözleri önünde bir kez daha insanlık dışı bir işgale ve katliama uğrayan Filistin halkı ise modern silahlarla donanmış katil İsrail ordusuna ve onunla işbirliği halindeki emperyalist barbarlara karşı ölümüne direnişini sürdürüyor.

Onurlu direnişe dünyanın dört bir yanından verilen destek

Bu haklı ve onurlu direnişe henüz yeterli düzeyde olmasa da uzun bir suskunluğun ardından nihayet uluslararası destek örgütlenmeye başlandı. Son vahşi saldırıların hemen ardından pek çok Arap ülkesinde, Türkiye’de, Avrupa’da ve Asya’da İsrail işgalini ve katliamları kınayan gösteriler düzenleniyor. İsrail’li Araplar ve barış yanlıları da buna dahil. Arabistan’ın işbirlikçi yöneticileri ise kendi ülkelerinde dayanışma gösterilerini yasaklama yoluna gittiler. Bu dayanışma gösterileri yer yer çatışmalara sahne oluyor.

Direniş sürdükçe verilecek destek de büyüyecek. Nitekim bu yüzden katliamlara seyirci kalanlar Filistin halkıyla dayanışma gösterilerinin yaygınlaşması karşısında suskunluklarını bozmak zorunda kaldılar. Avrupa Birliği girişimlerde bulunma ve tecritteki Arafat’la diyalog kurma kararı aldı. Mısır daha ileri bir adım atarak İsrail ile ilişkilerini askıya aldı. İsrail’e sınırsız desteğini esirgemeyen ABD yönetimi de son günlerde en kısa sürede işgalin bitirilmesi, Arafat’ın güvenliğinin sağlanması telkinlerinde bulunuyor. Bush’un bu yöndeki son açıklaması, ucu ABD’ye yönelen tepkileri yumuşatma çabasından başka bir anlam taşımıyor.

Utanç verici işbirliğinin üstünü örtme çabaları boşuna

Türkiye’nin sömürücü işbirlikçi yöneticileri ise durumu kurtarmaya dönük manevralarla suç ortaklıklarını gizleme çabasında hayli zorlanıyorlar. İsrail’in işgal politikasını sözde sert bir dille eleştiriyorlar. Fakat bu göstermelik sözde eleştiriler stratejik suç ortaklığına hiçbir şekilde halel getirmiyor. 1996 yılında ABD ve İsrail’le imzalanan stratejik savunma işbirliği anlaşması gereği bir dizi ortak projenin yürtülmesine engel teşkil etmiyor. Bu konuda bir rahatsızlık yaratmıyor. 680 milyon dolarlık tankların modernleştirilmesi ihalesi, her yıl bir yenisi yapılan ortak askeri tatbikatlar ve işbirliği örneklerine rağmen, Türk işbirlikçi iktidarının Filistin halkının yanında bir tutum almasını beklemek boş bir hayaldir. Çünkü bunun için Türkiye’nin İsrail’i açıktan ve cepheden karşısına alması gerkir. Kamran İnan’ın, “tarihsel olarak Yahudilerle hiçbir zaman karşı karşıya gelmedik, bu hep bizim çıkarımıza oldu, niçin şimdi bu mesele yüzünden çıkarlarımızı zedeleyelim” biçimindeki açıklaması, sermaye iktidarının yıllardan beri izlediği politikanın dolaysız bir ifadesidir.

Dahası var. Bu, sermaye iktidarının İsrail politikasını Arap halklarına karşı geleneksel yaklaşımıyla bütünleştirmede alınan mesafedir. Filistin sorunu konusunda sözde mesafeli tutumun içinde saklı olan ve Arap düşmanlığına varan yaklaşımın tam da Filistin’de büyük bir katliam yaşandığı bir dönemde satılık kalemşörler tarafından dile getirilmesi anlaşılmaz değildir. Bu durum tiksindirici olmakla birlikte, sermaye iktidarının soruna tarihsel çıkarlarına dayalı bir perspektiften bakmasının bir örneğidir. Ertuğrul Özkök’ün “Oh olsun” dercesine Filistin halkı nezdinde Arap halkını ve Arafat’ı Türkiye’ye Kıbrıs konusunda destek vermedikleri, PKK’ya ve KUKM karşı tutum almadıkları için suçlayan utanç verici yazısına destek, Cumhuriyet’te yazan bir başka gedikli sermaye yardakçısı Hikmet Bila’dan geldi. Katliama alkış tutmakla aynı nlama gelen bu yaklaşım, halklara düşmanlıktaki bu pervasızlık iki sermaye memurunun şahsi tutumu değil, sermaye sınıfının gerçek duygularının ve çıkarlarının ifadesidir. Kısaca sermaye cephesi bir taraftan Türk ve Kürt halkının İsrail siyonizmine duyduğu tepkiden, Filistin halkının haklı mücadelesine duyduğu sempatiden çekindikleri için böylesi sözde açıklamalara başvururken, diğer taraftan halklara düşmanlık emelinde yürütülen işbirliğini daha da pekiştiren adımlar atıyor.

ABD’den plan, İsrail’den katliam

İsrail’in, Dick Cheney’in bölgeyi ziyareti ve A. Zinni’nin arabulucu sıfatıyla gelmesinin ardından bu kapsamda bir saldırıya girişmesi bir tesadüf değil. Cheney Irak operasyonu ve yeni ABD politikası için bölgede bir dizi görüşme yaptı. ABD’li yetkililer, Arap ülkelerinin Filistin sorununda bir mesafe alınmadan girişilecek bir Irak operasyonuna destek vermeye razı olmadıklarının anlaşıldığı bu ziyaret sonrasında, operasyonu ileri bir tarihe ertelediklerini açıkladılar. ABD ister istemez Filistin’de asgari bir çözümü öne almak durumuyla yüzyüze kaldı. Bu yeni durum İsrail tarafından Filistin yönetimine kabul edilemeyecek koşulları yeniden dayatmanın bir vesilesi olarak değerlendirildi.

Plana göre, İsrail kapsamlı bir saldırı ile bir taraftan önde gelen liderleri ortadan kaldıracak veya etkisizleştirecek, diğer taraftan da halkın ve Filistin yönetiminin direniş gücünü kırarak onları ABD’nin arabulucu olacağı bir anlaşmaya zorlayacaktı. Arafat’ın ve Arap ülkelerinin öteden beri “ABD ağırlığını koymalı” biçiminde kendisini açığa vuran beklentisi de bu planın hayata geçirilmesinde ciddi bir koz olarak duruyordu. ABD bu beklentiye karşılık vermek bir yana, tam tersi bir tutumla İsrail’e saldırı ve işgal politikasında tam destek verdi, aracı olmayı reddeden bir tutum almayı tercih etti. Böylelikle olası yeni görüşme ve uzlaşma sürecindeki ağırlığını artırmış oldu. İsrail siyonizmi ise bu durumda, her koşulda kendi çıkarlarını savunan ABD’nin arabulucu ya da başka görüntüler altında ağırlığını koyaca&currn;ı bir zemine çekmek için, Arafat şahsında Filistin yönetimine baskıları daha da artırma yolunu tuttu.

Kapsamlı saldırılarının arkasında böyle bir hesap var. İsrail siyonizmi dünya kamuoyunun tepkisini çekmek pahasına bu planı pervasızca uyguluyor. Arafat ve Filistin yönetimine “ya fiilen sizi böyle devre dışı bırakırım, gerekirse ortadan kaldırırım ya da benimle işbirliği ve uzlaşma halinde resmi ve fiili bir varlığınız olur” mesajına dayalı politikasına güç vermek için kanlı saldırılarla, işgalle tehditlerine devam ediyor. Ve nihayet ABD İsrail’in Filistinliler’in kafasını ezmek için kullandığı sopayı, gerisin geriye kanlı bir havuç olarak yeniden uzatmaya hazırlanıyor.

Akan kan yerde kalmayacak! Filistin halkı kazanacak!

Dönüp bakıldığında, yaşananların dosdoğru yeni dönemdeki ABD politikası olduğu görülür. Bush ve Şaron bu politikayı uygulamak üzere özel bir çaba, hile ve entrikalarla dolu seçimlerin ardından iktidara getirildiler. Önemli ve belirleyici olan budur. Önemli ve belirleyici olan petrol ve silah tekellerinin bu iki temsilcisi eliyle yürürlüğe soktuğu politika ve yaptıkları hesaplardır. 11 Eylül, sıkça yenilediğimiz gibi, bu uğurda yalnızca bir vesiledir. İşgale dayalı teslimiyet politikası için de intihar saldırıları öyledir. Niyet ve kimler tarafından başvurulduğundan bağımsız olarak bombalı intihar eylemleri, hem kendi kamuoyunun desteğini almak hem de işgale varan boyutlarıyla savaşı tırmandırmak için katil Şaron tarafından tam da böyle kullanılıyor.

Yahudi basın tekellerinin paralı uşaklarının, intihar eylemlerini İsrail’in kullandığı bütün modern silahlardan daha tehlikeli ve etkili bir silah olarak tanıtan makaleleri de çok bilinçli bir çabanın ifadesidir. Bu konuda yazılan her makale sonuçta intihar eylemine niçin başvurulduğu es geçerek, örtülü bir biçimde şu fikre bağlıyor: Bu şimdiye kadar başvurulan en dehşetli eylemdir.! Bu eylemleri durdurmanın tek yolu, bu eylemlere başvuranları, daha başvurmadan ortadan kaldırmaktır! vb... Çocuk yaştakiler de dahil olmak üzere Filistin halkına dönük katliam ve işgal bu yaklaşımlarla meşrulaştırılıyor. Bu tür yayınlara göre her Filistinli potansiyel bir canlı bombadır. Ve bombalar daha patlamadan ortadan kaldırılmalıdır! İşte 11 Eylül’de “teröristlerin” neler yapabilecekleri bir kez daha ortaya çıktı. Öyleyse 11 Eylül benzeri dehşetli saldııların olmaması için bütün teröristler ve onlara destek olanlar ortadan kaldırılmalıdır!

“Peki terörist kim” diye bir sorgulamanın yaşanmayacağı, terörizme karşı mücadele adına tırmandırılan asıl terörizmin -işgallerin, katliamların, haydutça saldırıların, işkencelerin ve zorbalıkların- sessizce onaylanacağı ya da tepki görmeyeceği sanıldı. Şimdi olayların sansasyonel yönü, medyanın sersemletici etkisi yavaş yavaş geri plana düşerken, gerçekler (onu görmeye ihtiyacı olan ve şimdiye kadar susanlar tarafından da) bütün çıplaklığıyla görülmeye başlanıyor. Gerçekler bütün baskı ve yasaklara rağmen acı deneyimlerle bir kez daha ekranlara yansıyor. Sokaklar bu gerçeklerin rengiyle boyanıyor. Ve susanlar, sessizce ve tepkisizce bekleyenler bir gün sıranın kendilerine geleceğini görmeye ve direnenlere destek olmaya başladılar. Yarın onlar kendileri için ve kendi adlarına da direnecek ve mücadele edecekler. Filistin’de urşunlanan çocuğun elinde kalan taş hedefine ulaşıyor. Öyleyse bu kan yerde kalmayacak.