6 Nisan'02
Sayı: 13 (53)


  Kızıl Bayrak'tan
  Filistin kazanacak!
  İşgale karşı direniş ve dayanışma!
  Dizginsiz vahşet, kahramanca direniş!
  Filistin halkına destek eylemlerinden...
  Bölge halklarına karşı suç ortaklığı
  KESK Genel Kurulu'na doğru...
  "Zafer bize armağan edilmeyecek..."
  İsrail halkı karşı koymalı
  Siyonist işgal ve vahşet karşısında devletler seyirci halklar öfkeli
  1 Mayıs'ta mücadele alanlarına!
  "Genel grev-genel direniş!"
  İhanete yanıt eylem alanında verilir
  Almanya'da göç yasası kabul edildi
   HADEP ve tasfiye süreci
   "F tipi vahşetine karşı çıkmak bir insanlık sorumluluğudur"
   Öykü...
   Küresel saldırıya, savaşa hayır!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Türkiye-İsrail “stratejik ortaklığı”nın anlamı...

Bölge halklarına karşı suç ortaklığı

Filistin halkına uygulanan vahşi katliamların tüm dünyada tepkileri artırması üzerine Türk devletinden de sözde tepkiler açıklanmaya başlandı. Başbakan ve Dışişleri Bakanı ağzından yapılan bu açıklamalarda dil ucuyla da olsa İsrail resmen kınanıyor, yine Türkiye’nin Başbakan’ı tarafından telefonla aranan Filistin lideri Arafat’ın hali-hatırı soruluyordu. Ama aynı süreçte, bu açıklama ve hal-hatır sormalardaki aşağılık ikiyüzlülüğü ve sahtekarlığı ortaya döken bir başka gelişme yaşandı Türk devleti cephesinden. Türkiye ile İsrail arasında tank modernizasyonu ihalesi imzalandı. Ne de olsa, ünlü bezirgan özdeyişine göre, “dostluk başka alışveriş başka” idi...

Gerici ve emperyalist çıkarlara dayalı ‘stratejik ortaklık”

Bu ikiyüzlülüğün elbette maddi-siyasi temellere dayalı bir açıklaması var. Bilindiği gibi Türkiye ile İsrail, uzunca bir zamandır adı konmayan stratejik bir ortaklık ilişkisi içindeydi ve ‘90’lı yıllardan itibaren gizli-açık anlaşmalarla bu resmi bir ifade de kazandı. Bu iki gerici Ortadoğu devleti, ABD stratejileri doğrultusunda ve onun bölgedeki çıkarlarını da takip etmek üzere, artık srtatejik bir ortaklık içindedirler. Siyonist savaş makinasının mazlum bir halka karşı uyguladığı soykırıma rağmen bozulmayan ilişkilerin gerisinde işte bu kader birliği vardır.

Sermaye devleti böyle yaparsa sermaye medyası farklı bir tutum içinde olacak değil elbette. Onlar da bir yandan Filistin halkına ağıtlar yakarken, diğer yandan siyonist katillerin arkasında Amerikan emperyalizminin durduğu gerçeğini elden geldiğince örtmeye çalışıyor. Teksaslı haydutun destek açıklamalarını kenarda bırakıp, üç-beş İsrailli fanatik dincinin “bu topraklar bize vadedildi, işgale son veremeyiz, devam etmek zorundayız” açıklamalarını öne çıkarıyor ve tüm sorumluluğu onlara yıkıyorlar. Böylelikle sadece Amerika’yı değil, katliamı fiilen yürütmekte olan İsrail devletini de güya temize çıkarmış oluyorlar.

Ancak gerek medya gerekse devlet erkanından olsun, düzen cephesinden kimi azılı halk düşmanları var ki, gerçek düşünce ve niyetlerini, Filistin halkı şahsında halk direnişlerine olan kinlerini gizleme ihtiyacı dahi duymuyorlar. Böyleleri işgale, katliama ve katillere açıktan arka çıkıyorlar. Bütün dünya ayağa kalkmışken ve Filistin’den yükselen haykırışlara kulak kabartırken, NTV adında bir kanal döne döne İsrail yöneticilerinin açıklamalarını yayınlıyor. Ankara’daki “milli ahır”da yine benzer bir tablo... Yine İsrail’e açıktan destek konuşmaları yapan birileri çıkıyor. Nasıl çıkmasınlar ki? Daha dün onların arasından birileri, kendi insanları, Türkiye’deki Kürtler toplu katliamlardan geçirilirken, köyleri, otlakları, ormanları, hayvanları, tarlalardaki ürünleri yakılırken, göçe zorlanırlarken bile katliamcıların yanıda yer almışlar, kendi insanlarına arkalarını dönmüşlerdi. Böylelerinin gerekçesi hiç değişmiyor. Kendileri ruhlarını sattıkları için başkalarının özgürlük mücadelesi yürütmesine dayanamıyorlar. Özgür kalmak ya da özgür olmak için direnenin kim ya da kimler olduğu onlar açısından pek farketmiyor. İster Kürt olsun ister Filistinli, aynı kin ve nefretle saldırıyorlar.

Tekrar devlet yetkililerinin ikiyüzlülüklerine dönelim. İsrail ve Türkiye, Amerikan konsepti gereği ve onun özel teşvik ve özendirmesiyle startejik ortaklığa yönelmelerine rağmen, aslında kendi yapı ve yönelimleri gereği de buna son derece müsaitler. Ortadoğu’da, gericilik ve katliamcılıkta ancak bu ikisi birbiriyle yarışabilir. Türk devletinin kendi yurttaşına yaptığını, sadece Kürt halkına yönelik 15 yıllık kirli imha savaşı değil, devrimci tutsaklara yönelik katliam operasyonları da, başka kaç devlet yapmıştır? Ve bugün İsrail’in Filistin halkına yaptıklarının Türk devletinin Kürtlere yaptıklarından ne fazlalığı vardır? Demek ki, İsrail ve Türkiye, Amerikan konsepti olsa da olmasa da, Ortadoğu’da stratejik ortaklığın en uygun adaylarıdır. Onların ortaklığı gericilikte, saldırganlıkta, halk düşmanlığında, ırk¸ılıkta, halklar katliam uygulamakta ortaklıktır. Bu böyle olduğu halde Türkiye’yi yönetenlerin ikiyüzlü bir tutum içine girmeleri, Filistin halkına karşı işlenen suçların büyüklüğünü gösterir sadece.

Halkımızın Filistin halkına karşı içten yakınlığı ve dostluğu

Fakat temel önemde bir başka gerçek daha var. Türk devleti İsrail devletine ne kadar yakınsa, Türkiye halkları da Filistin halkına en az o kadar yakındır. Dahası, Türkiye’nin egemenlerinin İsrail’e duyduğu yakınlık esasta bir çıkar birliği üzerinde kuruluyken, Türkiyeli işçi ve emekçilerin Filistin halkına yakınlığı samimi ve içten bir kardeşliğe dayalıdır. Bu nedenledir ki tarihten kök alan bu yakınlık köklü ve kalıcıdır, geleceğe uzanmaktadır.

Türkiye’nin emekçi halkı Filistin halkına reva görülen işkence ve eziyeti öfke ve nefretle karşılıyor. Dünyanın pek çok ezilen halkı gibi Türkiye halkları da emperyalist barbarlığa karşı yurtsever ve özgürlükçü bir eğilimdedir. Bu düşünce yapısı ve bu duygularını, bugün, Filistin halkıyla eylemli dayanışma biçiminde ortaya gereğince dökemiyor olabilir. Ancak bu durum geçicidir ve kimseyi yanıltmamalıdır. Nitekim iktidardakiler bu durumun farkındadır ve ikiyüzlü bir tutum geliştirmelerinin altında yatan da, beklenen tepkilerden duydukları kaygıdır.

Arap devletleri ve halkları cephesinden

İsrail’in katliam saldırılarına sessiz kalarak destek veren tek bölge devleti elbette Türkiye değil. Bölgedeki Arap devletlerinin tutumu da Türkiye’ninkinden çok farklı değil. Belki İsrail ile stratejik ortaklıkları yok, belki onunla askeri anlaşmalar, tank ihaleleri yapmıyorlar. Ancak, yürüttüğü işgal ve katliam harekatı karşısında yaptırım gücü olabilecek tek bir ortak tutum geliştirmiş de değiller. Yaptırıma sadece Amerikan emperyalizminin gücü yetermiş kabul ediliyor. Yapılan açıklamalar çoğunlukla Amerika’ya müdahale çağrısıyla bitiriliyor.

ABD-İsrail-Türkiye şer ittifakı dışında kalan bölge devletlerinin bu tutumu, Ortadoğu’ya yönelik Amerikan müdahalesine çoktan onay vermiş olduklarının da göstergesi. Hatta, ilk hedef konumundaki Irak ve İran’dan dahi elle tutulur bir tepki ortaya konulmaması, bölge devletleri şahsında gözlenebilen teslimiyetçi tutumun ne kadar vahim boyutlarda olduğunun işareti. Bu durum, Filistin direnişinin önemini kendi boyutlarının çok ötesine taşıyor.

Filistin İntifadası, emperyalizmin bu kudurganlığı ve gerici devletlerin bu teslimiyetçiliği ortamında, sadece Ortadoğu halkları için değil, dünyanın tüm ezilen halkları için de büyük bir umut kaynağı durumunda. Bugün, tüm eziyet ve işkenceye, tüm işgal ve katliama rağmen Filistin İntifadası’nda parlamaya devam eden özgürlük meşalesi, yarın Amerikan emperyalizminin saldırısına uğrayan halkların eline geçecek. Bölgede ve tüm dünyada halkların Filistin halkıyla dayanışma eylemleri de göstermektedir ki, emperyalistler ve uşaklarının bu umutları boşunadır. Hiçbir zor, hiçbir zulüm halkların özgürlük tutkusunu söndürmeye yetmez. Emperyalist zorun başarıları geçici, ezilen halkların ve sınıfların özgürlük tutkusu ve mücadelesi ise kalıcıdır.

Filistin direnişine karşı acil görev ve sorumluluklar

Her eylemlilik gibi Filistin halkıyla dayanışma eylemlerinin de bir örgütlenme ve önderlik sorunu olduğu açıktır. Sınıf ve kitle hareketinin tüm baskı ve saldırılara rağmen son derece durgun olduğu bir döneme rastlamasının da etkisiyle, İsrail’in katliam saldırıları, Türkiye’de bugüne dek hakettiği bir eylemli tepkiyle karşılanamadı. Filistin halkıyla dayanışma gerektiği şekilde ortaya konamadı.

Ancak, Afganistan saldırısı sürecinde de görüldüğü gibi, ülkemizin işçi ve emekçi kitleleri emperyalizme, emperyalist savaş ve saldırganlığa şiddetle karşıdırlar. İMF’nin soygun ve yıkım programlarına ve onları uygulayan siyasi iktidara tüm tepki ve öfkesine rağmen, bu uygulamaları önleyebilecek etkinlikte bir mücadeleyle henüz ortaya çıkamadığı da açıktır. Bunun çeşitli nedenleri var. Bu aynı nedenler Filistin halkıyla dayanışma mücadelesinin yükseltilememesinde de etkili olmaktadır.

Bugün işçi sendikaları ihanet batağındadırlar. Şu sıralar yapılan bölge toplantılarında “politika yapma” propagandasını hiç ihmal etmeyen Türk-İş yönetiminden, tüm dünyada politik bir kriz yaratan İsrail’in katliam saldırıları konusunda tek bir açıklama, tek bir kınama, Filistin halkına tek bir dayanışma mesajı yoktur.

İşgalci-katliamcı İsrail’e karşı kitlelerde biriken öfkenin ve Filistin halkıyla dayanışma duygularının eyleme dökülmesi için devrimci propaganda ve örgütleme çabasının önemi ortadadır. Devrimciler, komünistler, öncü işçi ve emekçiler, sadece Filistin’de akan kanın durdurulması için değil, ama kendi gelecekleri için de Filistin halkıyla eylemli dayanışmanın örgütlenmesi için seferber olmalıdır.