30 Mart '02
Sayı: 12 (52)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan 1 Mayıs ve görevlerimiz
  Tüm çalışanlara grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı!
  İMF istedi diye onbinlerce işçiyi sokağa atacaklar!
  Hain sendika bürokratlarını sırtımızdan atalım!
  Düzen cephesinden "kriz bitti" tartışmaları
  Gençlikten...
  "Sendikalar ne zaman işçinin tam örgütü olacak?"
  Sermayenin saldırılarına karşı durmak...
  Burjuva toplumu ve burjuva kadın hareketi
  Gülsuyu'nde militan Newroz kutlaması
  Newroz kutlamalarını doğru okumak!
  Roma'dan işçiler geçti!..
  Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı...
  1 Mayıs'a hazırlanalım!
  "Teslimiyet asla!.."
  Nazım Hikmet ve emekçi kadınlar
  Bir öykü...
  Baskılar bizi yıldıramaz!..
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Örgütlenmeli ve sokağa çıkmalıyız!

Emperyalist efendilerinden gelen direktifleri uygulamak için, 19 Aralık’ta 20 cezaevinde birden operasyonlar başlatılmış, dışarda ise yüzlerce kişi apar topar gözaltına alınmıştı. Bu kanlı operasyona da “hayat kurtarma” adını koymuşlardı. Bu operasyonda 28 devrimci yaşamını yitirmiş, yüzlercesi yaralanmıştı. Biz işçi ve emekçilere bu katliamı saniye saniye izletmişler, cezaevlerindeki tutsakların sahte telefon konuşmalarını dinletmişler, kendi arkadaşlarını yaktıklarını, askerlere ateş ettiklerini söylemişlerdi. Ulucanlar katliamındaki senaryo tekrar ediliyordu. O zaman da kendi arkadaşlarını vurdukları haberleri verilmiş, ancak daha sonra otopsi sonuçları bunu yalanlamıştı. Yine benzer bir oyunu oynuyorlar, “örgütten korkuyorlar, biz bu gençleri örgüt baskısından kurtardık” diyorlardı.

ÖO artık biter dediklerinde ise, tam tersine ÖO direnişçilerinin sayısı artmış ve ölümler başlamıştı. Dışarda da tam bir terör estiriliyor, hücrelere karşı çıkanlar hakkında davalar açılıyor, hücre karşıtı eylemlere saldırılıyor, gözaltılar, işkenceler ve tutuklamalar birbirini izliyordu. Bu katil sürüleri Ramazan ayında iftarlarını devrimcilerin kanını içerek açıyorlardı. Yeni yılda ve bayramlarda ailelere çocuklarının ölü bedenlerini hediye ediyorlardı.

Cezaevlerinde tecrit ve işkence sürüyor. İnsanca yaşamak için, inançlarını savunmak için devrimci tutsakların başlattıkları ÖO direnişi devam ederken, devlet hiçbir adım atmaya yanaşmıyor.

Bu saldırıların asıl hedefi tabii ki dışardaki işçi ve emekçilerdir. İMF reçetelerinin, alınan dış borçların faturası bizlere ödettirilecektir. Bugün bizlerin maaşını dahi İMF yetkilileri belirliyor. Krizde birileri trilyoner olurken, biz emekçiler daha fakirleşiyor, açlığa mahkum ediliyoruz. Ölmekten beter bir duruma, sürünerek yaşamaya mahkum ediliyoruz. Dört kişilik bir ailenin mutfak harcaması asgari 400 milyon belirlenirken, asgari ücret 120 milyon... Bize paran kadar yaşa deniliyor. Nasıl yaşarsak yaşayalım, bu onları ilgilendirmiyor. Bir avuç asalak bizlerin sırtından milyarlar kazanırken, en iyi şartlarda yaşarken, çocuklarını en iyi okullarda okuturken, en iyi hastahanelerde tedavi olurken; bizler işsizliğe, açlığa, sefalete, cehalete ve ölüme mahkum ediliyoruz.

ABD uşaklığını her fırsatta gösteren sermaye iktidarı, 11 Eylül saldırısından hemen sonra “terörizme karşı mücadele”de ABD ile ortak hareket etmek gerektiği açıklıyor. ABD’nin Afganistan’a başlattığı saldırıyı destekliyor ve asker göndererek yanında olduğunu açıklıyor. Çünkü İMF’den alacağı kredi ABD’nin yanında binlerce masum Afgan, Irak vb. mazlum halkları katletmekten geçiyor.

Gelinen yerde her alanda saldırılar artıyor. İşsizlik, açlık, düşük ücretle yok pahasına çalışma. Öyle ki 2 yaşındaki çocuk açlıktan ölebiliyor, hem de çocuk haklarının yaşandığı bir haftada. Yaşam hakkının olmadığı bir ülkede, ne çocuk hakkından ne de kadın hakkından söz edilebilir.

Bunların tek çözümü var. Üretenlerin mücadele etmesi. Bugün biz cezaevlerindeki sorunlara duyarlı davranmazsak, ÖO’na destek olmazsak, devrimcileri sahiplenmezsek, yarın ben, sen, o, hepimizin gideceği yer hücrelerdir. Oralardan hepimiz nasibimizi alacağız, bunu unutmamalıyız. İşyerinde hakkımızı korumak için sesimizi çıkardığımızda, okuyamadığımız için parasız eğitim, hastahaneye gitmek için parasız sağlık dediğimizde, sahip olduğumuz en ufak hakkımızı korumak için sokağa çıktığımızda, karşımıza bu sistemin koruyucuları olan polisi, askeri çıkacaktır. Önce copla gözdağı verilecek, sonra ise o soğuk dört duvar arasında dubleks hücrelerde kendimizi bulacağız. Onurumuzdan, düşündüklerimizden vazgeçmemiz istenecek. Yani kısaca bizi biz yapan düşüncelerimizden, inançrımızdan soyunup, devletin istediği gibi düşünmeyen, sorgulamayan, herşeye boyun eğen robotlar olmamız istenecek.

Bu sıra belki bize gelmeyebilir, ama yarın sıranın çocuklarımıza geleceğini unutmamalıyız. Bu sömürü sistemi var oldukça işkence, katliam ve hücreler devam edecektir. Tek çözüm yol, işçi ve emekçilerin, üretenlerin yöneteceği sosyalist bir sistem için mücadele etmesinden geçmektedir.

Yaşamımızın hücreleştirilmesine, işkenceye, açlığa, işsizliğe, savaşlara karşı bir an önce bir araya gelip örgütlenmeli, sokağa çıkmalıyız. Bu sisteme hak ettiği cevabı vermeliyiz.

Yaşamımızın hücreleştirilmesine hayır!
İçerde dışarda hücreleri parçala!

A. Dilan/Tekstil işçisi



Kızıl Bayrak kolay olmayanı başardı

Değerli arkadaşlar;

Türkiye topraklarında düzeyli, nitelikli bir yayını sürdürmek bugüne kadar pek kolay olmadı. Kızıl Bayrak kolay olmayanı başardı.

Bu başarının altına imzasını atanları en içten duygularımla selamlıyorum. Bir DAF işletmesi işçisi olarak okuduğumda, kendimi ve duygularımı gazetenin sayfalarında görüyorum.

DAF’da yaklaşık 6 bin işçi çalışıyor. Ben bu işletmede örgütlü FNV sendikasının işyeri işçi temsilcisiyim. Bugüne kadar Kızıl Bayrak sayfalarında çok anlamlı yazılar okudum, yararlandım.

Daha düzeyli, kaliteli ve başarılı bir yayın için hep birlikte elele...

Selam Türkiye işçi sınıfına, selam onun sınıf partisine!..

En içten sevgilerimle hepinizi kucaklıyorum.

DAF-FNV işçi temsilcisi
Ali Solmaz

Eindhoven/Hollanda



Birleşmek ve örgütlenmek zorundayız

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin büyük sermayedarları Abant’ta bir toplantı yaparak, sömürüyü nasıl daha fazla arttırabileceklerini tartıştılar. İMF uşağı iktidardan istekleri ise dayatma niteliğinde birer emirdi.

Sendikaların konfederasyonların birer işveren örgütü gibi çalıştıkları bu süreçte, TİSK’in böyle davranması son derece normaldir. Sınıf hareketinin suskunluğundan aldıkları güçle saldırabildikleri kadar saldırıyorlar. Sözleşmelerde sıfır zam, işçi atma, sigorta primi yatırmama vb. bunları zaten yapıyorlardı. Yeni saldırı planları ise, binlerce çalışanı daha beter sefalete itecek türden. TİSK tazminatları kaldırmak, esnek çalışmayı yasallaştırmak, kısacası çalışanlara gerçek anlamıyla köleliği dayatmak istiyor.

Y. Okuyan’ın sözde çıkarmak için uğraştığı iş güvencesi yasasını bu bir avuç asalaklar bir yıldır mecliste beklettirebiliyor. TİSK Başkanı R. Baydur adalet timsali kesilen Cumhurbaşkanıyla görüşüyor, Cumhurbaşkanı Baydur’un taleplerini destekliyor.

TİSK’in cesareti sendika bürokratlarının ihanetinden, sendika bürokratlarının ihaneti de tabanın örgütsüzlüğündendir. Bürokratlar ihanetlerini derinleştirme cesaretini tabanın parçalı ve örgütsüz oluşundan alıyorlar. O halde temel sorun tabanın örgütlenmesidir. Kazanılmış hakları korumanın, yeni haklar kazanmanın başka bir yolu yoktur.

Kurtuluş yolu örgütlenmek ve mücadele etmekten geçiyor. Korku ve güvensizlik nereye kadar sürebilir? Birleşmek ve örgütlenmek zorundayız. Yıkmalıyız korkuyu ve umutsuzluğu. Bu düzen değişmediği sürece hep aç kalacak, hep gelecek korkusuyla yaşayacağız. Unutmamamız gereken en önemli şey ise şudur: Gücümüz sınıfımız, partimiz silahımızdır!