30 Mart '02
Sayı: 12 (52)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan 1 Mayıs ve görevlerimiz
  Tüm çalışanlara grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı!
  İMF istedi diye onbinlerce işçiyi sokağa atacaklar!
  Hain sendika bürokratlarını sırtımızdan atalım!
  Düzen cephesinden "kriz bitti" tartışmaları
  Gençlikten...
  "Sendikalar ne zaman işçinin tam örgütü olacak?"
  Sermayenin saldırılarına karşı durmak...
  Burjuva toplumu ve burjuva kadın hareketi
  Gülsuyu'nde militan Newroz kutlaması
  Newroz kutlamalarını doğru okumak!
  Roma'dan işçiler geçti!..
  Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı...
  1 Mayıs'a hazırlanalım!
  "Teslimiyet asla!.."
  Nazım Hikmet ve emekçi kadınlar
  Bir öykü...
  Baskılar bizi yıldıramaz!..
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Düzen cephesinden “kriz bitti” tartışmaları…

İşçi ve emekçilerle alay ediyorlar!

Washington’da Amerikan-Türk Konseyi tarafından düzenlenen konferansta konuşan Derviş, krizin bittiğini, en kötü günlerin geride kaldığını ilan etti. Derviş’in bu sözleri, Türkiye’de hala süren bir tartışmaya yolaçtı. Tartışmanın taraflarından biri, krizin önemli ölçüde aşıldığını, ama düze çıkmak için yapısal düzenlemelerin devamının şart olduğunu söylüyor. Diğer taraf ise, krizin bitmediğini, Türkiye ekonomisinin hala yoğun bakımda olduğunu ileri sürerek buna karşı çıkıyor. Tartışma genel planda ekonomik politikaların hareket noktası üzerinde düğümleniyor. Anti-enflasyonist politikalar mı, büyümeye dayalı politikalar mı ikilemi, tartışmanın görünürdeki eksenini oluşturuyor. Emekçiler ise bu tartışmada bir taraf haline gelmiş değiller.

Tartışmanın gerçek özünü anlayabilmek için, tartışmayı yürüten tarafların krizden etkilenme düzeylerine ve beklentilerine bakmak gerekiyor. Tartışmayı burjuvazinin farklı kesimleri yürütüyor, dolayısıyla krizden çıkış kriterleri ve beklentileri bu farklılık üzerinden şekilleniyor. Ve özünde emekçi düşmanı politikalarda tam bir fikir ve tutum birliği içerisindeler. Krizin faturasının tümüyle işçi ve emekçilere kesilmesi konusunda tam bir birlik var.

Kasım ve Şubat krizleri, mali sistemin çöküşüyle birlikte yapısal krize yeni bir düzey kazandırdı. Uluslararası mali sermayenin ülkeyi hızla terketmesi, bankacılık sisteminin çöküşü, ödemeler sisteminin kilitlenmesi, ödeme güçlüğü içerisindeki onlarca işletmenin kapılarına ya kilit vurulması ya da haraç-mezat uluslararası tekellere devredilmesine yolaçtı. Büyük ölçekli devalüasyonla yoksulluk toplum çapında devasa boyutlara ulaştı. Bu aynı zamanda iç talebin dibe vurmasını, mali yönden zayıf olan burjuvazinin belli kesimlerinin yaygın iflaslarını getirdi.

Patlak veren kriz İMF politikalarının iflası anlamına geliyordu. Ama çöken İMF programı bir yenisiyle değiştirildi. Özünde geçmiştekilerden farksız olan yeni İMF programı da, esasta krizin faturasının sistemli biçimde işçi ve emekçilere ödetilmesi ve ülkenin emperyalist tekellerin sömürü ve yağmasına tümüyle açılmasını içeriyordu. Krizle birlikte emperyalizmle kölelik ilişkileri pekiştirildi, iş bir Dünya Bankası memurunun ülkeye fiili başbakan olarak atanmasına kadar vardırıldı, ülke ekonomisi ve maliyesi doğrudan emperyalistlerin denetimine bırakıldı, vb.

Emperyalistlerin ülkemizdeki çıkarlarının bekçisi konumundaki Kemal Derviş’in bir dediği iki edilmedi. Ülkenin stratejik işletmeleri emperyalistlerin yağmasına açıldı, işçi ve emekçilerin yoksulluğu katmerleştirildi, işsizlik devasa boyutlara ulaştı (DİE rakamlarına göre toplam çalışan işçi sayısının yüzde 14.1’i işten atıldı), katmerli vergi zamlarıyla soyguna yeni boyutlar eklendi. Tarım uluslararası tarım tekellerinin çıkarları doğrultusunda yıkıma uğratıldı, milyonlarca küçük üretici açlığın ve sefaletin kollarına itildi. Sonuçta dış borç ödemeleri düzene sokulup, emperyalistlerin kasalarına düzenli kaynak akışı güvencelendi. Emperyalistlere ülke ekonomisi teslim edildi, yağma ve soygun yeni boyutlar kazandı.

İşte Kemal Derviş’in “bitti” sözleriyle kastettiği, emperyalist çıkarların krizle birlikte yaşadığı risklerdir. Uluslararası mali tekellerin alacaklarının ödenmeme tehlikesinin şimdilik ortadan kaldırılması, çöken İMF programıyla milyonlarca emekçinin büyüyen öfkesinin kontrol altına alınarak, yıkım programlarının kesintisizce uygulama başarısının elde edilmesidir.

Bu aslında açıkça krizin faturasının milyonlarca işçi ve emekçiye kesildiğinin itirafıdır. Buradan alınan mesafeyle birlikte, emperyalistler ve tekelci burjuvazinin kaymak tabakaları krizden etkilenmek bir yana semirmişlerdir. Kemal Derviş’in ABD’de krizin bittiği ilanıyla aynı günlerde Doğan Holding ile İş Bankası büyüdüklerine ilişkin açıklamalar yapıyorlardı.

Kemal Derviş’in “kriz bitti” açıklamasına karşı çıkanlar, başını ATO’nun çektiği, tekelci burjuvazinin kaymak tabakası dışında kalan, İMF politikalarının giderek yıkıma uğrattığı, elediği burjuva kesimdir. Bunlar büyümeyi temel alan kalkınmacı ekonomik politikaların uygulanmasını talep ediyorlar. Beklentilerini kredi ve KDV indirimi olarak ifade ediyorlar. Kriz sonrasında da İMF politikalarına karşı sözde bir “ulusal kalkınmacı” ekonomik politikayı öne sürmüşlerdi. Ancak bu beklentileri karşılanmamış, emperyalistler ve tekelci burjuvazinin kaymak tabakasının çıkarlarını merkez alan İMF programı katı bir biçimde uygulanmıştır. İşçi ve emekçilerin maruz kaldığı yıkımdan burjuvazinin bu kesimi de etkilenmiştir.

İşte Derviş’in krizin bittiğine ilişkin sözlerine bu çevrelerin verdiği yanıtın gerisinde bu vardır. Bununla birlikte, öne sürdükleri argümanları, İMF’nin yapısal uyum programının kesintisizce uygulanmasına da bağlamaktadırlar. Yani kendi sefil çıkarları için teşvik beklerken, işçi ve emekçilerin yıkımı konusunda onlarla aynı çizgide olduklarını açıkça belirtmektedirler. Artık kriz sonrasında olduğu gibi, ne İMF politikalarına ne de dış borçların ertelenmesine yönelik talepler dillendirilmektedir.

Krizin aşılıp aşılmadığına ilişkin tartışmalar işçi sınıfı ve emekçilerle açıkça alay etmek anlamına gelmektedir. Krizin faturası bir bütün olarak işçi ve emekçilere kesilmektedir. Derin bir yoksulluk, işsizlik ve açlık geniş emekçi yığınların yaşamını özetlemektedir. İşçi ve emekçiler emperyalistler ve işbirlikçi burjuvazinin çıkarları uğruna sistemli bir biçimde yıkıma uğratılmaktadır. Kriz aşılamamakta, her yeni program krizin işçi ve emekçilere daha ağır bir biçimde fatura edilmesi anlamına gelmektedir. Nitekim “kriz aşıldı” diyen Derviş ABD’den yeni ve kapsamlı bir yıkım programıyla dönmüştür.

İşçi ve emekçiler kendileriyle alay edercesine yürütülen bu tartışmalara karşı yanıtlarını mücadele alanlarında vermeli, krizin faturasını ödemeyi reddetmelidirler.



İzmir İHD’den Filistin direnişiyle dayanışma...

“İşgale son, kahrolsun ABD emperyalizmi!”

İzmir İHD Şubesi 28 Mart’ta Filistin halkına yapılan katliamı kınamak ve Filistin halkının direnişini desteklemek amacıyla bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamayı İHD Yönetim Kurulu üyesi Av. Necati Barışık okudu. Eylemde “İşgale son, kahrolsun ABD emperyalizmi!”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”, “Savaşa hayır, barış hemen şimdi!” sloganları atıldı. İHD’nin yararlı bilgiler içeren açıklamasını aşağıda okurlarımıza sunuyoruz.

İsrail-Filistin sorunu yıllardır devam eden, en köklü ve en kolay patlamaya hazır sorunların başında gelmektedir. 1947 yılında İngiltere’nin işgali altındaki Filistin topraklarından çekilmesi kararı ardından, BM Genel Kurulu 181 sayılı kararla, Filistin topraklarından en verimli kesimlerin %55’ini Yahudilere, en verimsiz ve çöl olan %45’i Araplara bırakmıştır. Bu toprakları da az bulan Yahudiler Filistin’e ait %15 toprağı daha işgal etmiştir. O yıldan bu yana savaşlar dönemsel olarak sürmüş, çeşitli dönemlerde Arap ülkeleri ile barış görüşmeleri yapılmıştır.

İsrail’de iktidara geldiğinde her türlü diplomatik ilişkiyi askıya alan sağcı Şaron’un 2000 yılı Temmuz ayında Kudüs’te El Aksa Camisine yaptığı provokatif ziyaretle tırmandırılan süreç; bugüne gelindiğinde son yirmi yılın en büyük işgal operasyonuna dönüşmüştür. Bölgeyi kan gölüne çevirme konusundaki niyetini pratiği ile de ispatlayan Şaron “Ateşkesi ancak Filistinliler bunun için yalvarınca sağlarız” mantığı ile Filistin halkına karşı soykırımı andıran saldırılara girişmiş, kadın-çocuk ayrımı gözetmeksizin yüzlerce Filistinliyi öldürtmüştür. Tanklardan atılan roketlerle yoldan geçen çocukların öldürüldüğü, çocuklarını okuldan alan annelerin kurşunlandığı, tepelerde oynayan çocukların İsrail tankçıları tarafından çağrılarakurulduğu bugünlerde Gazze ve Batı Şeria işgal edilmiştir. Özellikle Filistin yerleşim bölgeleri ve mülteci kampları hedef alınarak, saldırılar kitlesel nitelik kazanmıştır. Evleri yıkılan binlerce Filistinli evsiz bırakılmıştır.

ABD emperyalizminin en gelişmiş silahlarla donattığı İsrail F-16’larla ve füzelerle ölüm kusmaya başlamıştır. İsrail askerleri tarafından El Alamgraka köyü, El Amiri mülteci kampına saldırılmış, Cenin ve Balata mülteci kampları basılmış, evler yerle bir edilmiş, onlarca Filistinli öldürülmüştür. Abluka altına alınan mülteci kamplarının suyu-elektiriği kesilmiş, yaralılar için ambulans girişi yasaklanmıştır. Birçok yaralı kan kaybından yaşamını yitirmiştir. Bölgede Filistin Kızılayı hizmet veremez hale getirilmiştir. Yine Tulkarım mülteci kampı basıldığında 750 erkek tutuklanmıştır. Deyse mülteci kampından 15-45 yaşında 600 erkek, Kakilya’dan 600 erkek, Artas köyünden 100 erkek tutuklanmış, elleri ve gözleri bağlı, ceket ve gömlekleri çıkarılarak, iç çamaşırları dahi indirilerek sorguya götürülmüştür. Bu süre icedil;inde yaklaşık 2300 Filistinli erkek tutuklanmış, tutukluların kolları ve alınları NAZİ uygulaması şeklinde numaralanmış, kendilerine zorla savaş mahkumu belgesi imzalatılmaya çalışılmıştır.

Mülteci kampları yerle bir edilirken, diğer yandan gazetecilerin bulunduğu otel topa tutulmuştur. Yine 14 Mart tarihinde İsrail tankları Ramallah’ta bir İtalyan gazeteciyi göğsünden 6 kurşunla vurmuş, 2 gazeteciyi de yaralamıştır.

Süren bu katliamlara karşı 18 aydır 2. İntifada’yla yanıt vermeye çalışan Filistin halkından 1500’e yakın insan bu sürede yaşamını yitirmiştir. ABD emperyalizminin Irak-K. Kore ve İran’a yönelik “nükleer silah kullanımı dahil tüm seçenekler masada” mesajı ile savaş çığırtkanlığını yaptığı bu süreçte; sırtını ABD’ye dayayan İsrail siyonizmi sözde birliklerinin çekildiği haberlerini yaymasına rağmen katliamlarına devam etmektedir.

Şaron yönetiminin bu yaklaşımı 16 Şubat gecesi 20.000 barış yanlısı İsrail vatandaşı tarafından protesto edilmiştir. Yine İsrail Ordusu içindeki 322 subay işgal altındaki Filistin topraklarında “Biz bu toprakların İsrail olmadığını biliyoruz” açıklaması ile görev yapmayı reddetmiştir.

1967’den beri işgal altında olan Filistin halkının İsrail birliklerinin topraklarından tamamen geri çekilmesi, adil bir çözüm için Filistin devletinin kurulması talebini destekliyor, Filistin halkına karşı soykırıma varan insanlık dışı uygulamalarda bulunan Şaron yönetiminin uygulamalarını lanetliyoruz.

İHD İzmir Şubesi