30 Mart '02
Sayı: 12 (52)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan 1 Mayıs ve görevlerimiz
  Tüm çalışanlara grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı!
  İMF istedi diye onbinlerce işçiyi sokağa atacaklar!
  Hain sendika bürokratlarını sırtımızdan atalım!
  Düzen cephesinden "kriz bitti" tartışmaları
  Gençlikten...
  "Sendikalar ne zaman işçinin tam örgütü olacak?"
  Sermayenin saldırılarına karşı durmak...
  Burjuva toplumu ve burjuva kadın hareketi
  Gülsuyu'nde militan Newroz kutlaması
  Newroz kutlamalarını doğru okumak!
  Roma'dan işçiler geçti!..
  Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı...
  1 Mayıs'a hazırlanalım!
  "Teslimiyet asla!.."
  Nazım Hikmet ve emekçi kadınlar
  Bir öykü...
  Baskılar bizi yıldıramaz!..
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kızıldere’de ölümüne yaşatılan şiar...

“Teslimiyet asla!..”

Türkiye devrim tarihi ölümüne direnişlerle ve ağır bedellerle doludur. Ölüm defalarca küçülmüştür bu topraklardaki devrimcilerin karşısında. Nasıl ki Türkiye’de sermayenin katliamcılığı bir gelenek haline gelmişse, devrimciler de başeğmeyen direnişçi bir gelenek yaratmışlardır. Bu kuşkusuz ki ölümün kutsanması anlamına gelmiyor. Bunun anlamı “teslimiyet asla!” şiarının, bir devrimci için yaşamsal bir ilke, dahası bir yaşam biçimi olduğudur. Öylesine bir ilkedir ki bu, gerektiğinde tereddüt etmeden ölümün üzerine yürünür. Bizler bu geleneği ‘70’lerin başlarında ölümü yiğitçe kucaklamış devrimci önderlerden, İbrahim Kaypakkayalar’dan, Mahirler’den, Denizler’den devraldık.

12 Mart sonrasında devrimci önderler “teslimiyet asla!” diyerek ölümü kucaklarken, 12 Eylül sonrasında “geri çekilme” adı altında tasfiyecilik, yani teslimiyet kucaklanmıştır. Komünistler “teslimiyet asla!” diyen direnişçi geleneği sahiplendiler. Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlar, komünistlerin hangi geleneğin takipçisi olduklarını, dostun-düşmanın gözleri önünde, pratikleriyle ortaya koydular.

30 Mart 1972:
Kızıldere’de destanlaşan direniş

1968 dünya ölçeğinde bir devrimci kabarışın, Türkiye’de de Mustafa Suphi’lerin katledilmesinden sonra yeni bir devrimci çıkışın miladıdır. Reformizmden bağlarını koparan İbrahim Kaypakkaya, Mahir Çayan ve Deniz Gezmişler bu devrimci kopuşun önderlerindendir. İşçi ve emekçilerin, gençliğin toplumsal bir hareketlenme içine girdiği bir dönemdir bu. Bu devrimci kabarış sermaye sınıfı için bir tehdittir. Bu nedenle ordu 12 Mart 1971’de darbe niteliğinde bir muhtıra verir ve Nihat Erim başbakanlığında bir hükümet yönetime geçer. Devrimcilere yönelik katliamcı bir dönem başlamıştır artık.

THKO önderleri, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan yakalanırlar. Sermayenin mahkemeleri kendi yasalarını çiğneyerek Denizler hakkında idam kararı verir.

THKP/C’nin önderi Mahir Çayan ve yoldaşları Denizler’in idam edilmesini engellemek için harekete geçerler. Ünye’de 3 İngiliz teknisyenini kaçırarak, Tokat’ın Niksar ilçesinin Kızıldere köyüne yerleşirler.

30 Mart’ta sermayenin ölüm timlerince kuşatılırlar. Mahirler “teslimiyet asla!” diyerek, destansı bir direnişle ölümü kucaklarlar. THKP/C üyesi Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna teslim olmayı reddederek yiğitçe direnirler.

Kızıldere direnişinin en anlamlı yönlerinden biri, devrimci dayanışma ruhudur. THKP/C önder ve militanlarının, THKO önderlerinin idamını engellemek için, yine THKO militanlarıyla birlikte gerçekleştirdikleri bir direniştir Kızıldere. Bu yanıyla devrimci dayanışmanın anlamlı bir örneği olarak yer etmiştir devrim tarihimizde.

Devrim şehitleri kavgamızda yaşıyor!

Kızıldere direnişi 12 Mart muhtırasında cisimleşen faşizme karşı anlamlı bir devrimci yanıttır. Ölüm ve düşman küçültülmüştür Kızıldere’de. 10 yiğit devrimci son mermilerine kadar direnmiş ve ölümü yiğitçe kucaklamışlardır.

Hemen ardlarından Denizler idam sehpasına sloganlarla çıkmış, İbrahim Kaypakkaya ser verip sır vermeyerek direnişçi geleneğin takipçisi olmuşlardır. Devrimciler fiziken ölmüş, ama devrim davası yaşatılmıştır.

Onların göğü fethetmeye çıkan Paris komünarlarından teslim aldıkları direniş geleneği, bugün Ölüm Orucu direnişçilerinin ellerinde dalgalanmaktadır.

Gerek zindanlarda, gerekse dışarıda sermayenin saldırılarının yoğunlaştığı bir evredeyiz. Komünistler olarak bu saldırıya yanıtımız her zaman için “teslimiyet asla!” olacaktır. Habip, Ümit ve Hatice yoldaşlar bu anlamda da yol gösterici önderlerimizdir. Onları ve tüm devrim şehitlerini kavgamızda yaşatacağız.

M. Atak



İzmir Hücre Karşıtı Platform’dan eylem...

İzmir Hücre Karşıtı Platform, Ölüm Orucu direnişinin ilk şehidi olan Cengiz Soydaş’ın ölüm yıldönümü vesilesiyle, 23 Mart’ta bir basın açıklaması yaptı. Saat 13:00’de başlayan açıklamaya 70 kişi katıldı.

Eylemde: “İçerde dışarda hücrelere parçala!”, “Devrimci tutsaklar teslim alınamaz!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”, “Tecriti kaldırın ölümleri durdurun!” vb. sloganları atıldı.

Basın açıklaması okunmadan önce, 21 Mart’ta dışarda sürdürdüğü Ölüm Orucu’nun 235. gününde şehit düşen Tuncay Yıldırım şahsında, demokrasi, devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehit düşenler adına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Saygı duruşundan sonra “Devrim şehitleri ölümsüzdür!”, “Direne direne kazanacağız!” sloganları atıldı.

Ölüm Orucu direnişçisi Alaatin Karadağ’ın kardeşi Abdullah Karadağ okuduğu basın açıklamasında özetle şunlar söylendi:

“(...) Bugün bizler burada, bu toprakların yetiştirdiği yiğit, güzel 89 canımızın yitirilmiş olması nedeniyle bir kez daha toplanmış bulunuyoruz. 21 Mart 2001 sabahı tüm ülkede Newroz ateşlerinin hazırlandığı sıralarda, Sincan F Tipi Cezaevi’nde yaşamını yitiren Cengiz Soydaş’la başlayan can yitimleri tam bir yıldır aralıksız devam ediyor. Bu 21 Mart’ta da Tuncay Yıldırım İzmir’de hayata gözlerini yumdu.

“F tipi ‘tecrit’in en ağır koşullarda sürdüğü, yüzlerce insanımızın zorla tıbbi müdahale adı altında işkencelere maruz kalarak sakat ve hafızasız kaldığı, cezaevlerinde en insani hakları için direnen bedenlerin birçoğunun ölüm sınırı arasında gidip geldiği bu günlerde dört Baro tarafından formüle edilen ve demokratik kamuoyu tarafından ölümlerin durdurulması için bir adım olarak önerilen ‘ÜÇ KAPI-ÜÇ KİLİT’ önerisinin Adalet Bakanlığı tarafından reddedilmesini protesto ediyoruz. (...)”

SY Kızıl Bayrak/İzmir