30 Mart '02
Sayı: 12 (52)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan 1 Mayıs ve görevlerimiz
  Tüm çalışanlara grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı!
  İMF istedi diye onbinlerce işçiyi sokağa atacaklar!
  Hain sendika bürokratlarını sırtımızdan atalım!
  Düzen cephesinden "kriz bitti" tartışmaları
  Gençlikten...
  "Sendikalar ne zaman işçinin tam örgütü olacak?"
  Sermayenin saldırılarına karşı durmak...
  Burjuva toplumu ve burjuva kadın hareketi
  Gülsuyu'nde militan Newroz kutlaması
  Newroz kutlamalarını doğru okumak!
  Roma'dan işçiler geçti!..
  Emperyalist saldırganlığa ve savaşa karşı...
  1 Mayıs'a hazırlanalım!
  "Teslimiyet asla!.."
  Nazım Hikmet ve emekçi kadınlar
  Bir öykü...
  Baskılar bizi yıldıramaz!..
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
KİT’ler’de çalışan onbinlerce işçiyi sokağa atma hazırlıkları yapılıyor...
Sendika ağaları ise işçileri oyalamakla meşgul...

Hain sendika bürokratlarını sırtımızdan atalım!

Hükümet Türk-İş’in bölge toplantıları düzenlediği günlere denk düşen bazı açıklamalarıyla işçilerle adeta alay ediyor. Bölge toplantılarına binlerce işçi katılıp eylem talepleriyle bürokratları sıkıştırırken ve bürokratlar da eylem taleplerini geçiştirmek için çeşitli manevralar yaparken, hükümet çok sayıda KİT’i kapatmayı planladığını açıkladı. İMF’ye verilen son niyet mektubundaki taahhütlere uyularak gündeme getirilen bu saldırıyla, re’sen emeklilik ve iş akitlerinin feshedilmesi suretiyle onbinlerce işçi sokağa atılacak.

Hükümetlerin yıllardan beri KİT’lere bilinçli bir tercihle yatırım yapmadığı biliniyor. Sermaye, siyaset ve bürokrasi için bir arpalık haline getirilen bu işletmeler, yatırımdan da yoksun bırakılarak zarar eder duruma düşürüldü. Ardından işletmelerin devletin sırtında bir kambura dönüştüğü, bir an önce bu kamburdan kurtulmanın şart olduğu doğrultusunda, özellikle sermayenin satılmış kalemleri aracılığıyla yoğun bir propaganda kampanyası yürütüldü.

Böylece, İMF’nin kamu harcamaları kısılarak ek kaynak yaratılması dayatmasına uygun olarak, bu kurumların işbirlikçi ve emperyalist sermayeye peşkeş çekilmesinin önü açıldı. Kamu işletmeleri tam bir yağma alanına çevrildi. İşçi sınıfının yılların birikimi ve emeğinin bir ürünü olan kamu işletmeleri birbiri ardına sermayeye yok pahasına devredildi, ediliyor. Özelleştirilen işletmelerde işten atmalar, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma gibi saldırılar pervasızca hayata geçirildi. Bunun sonucunda sendikalı işçi sayısında büyük oranlı düşüşler yaşandı.

Son sürece kadar işletmeler parçalanarak özelleştiriliyor ya da İSDEMİR’in ERDEMİR’e devredilmesi örneğinde olduğu gibi başka bir işletmeye devrediliyordu. Sermaye iktidarının son hazırlığı ise, birkaç önemli işletmeyi birden tasfiye etmektir. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu (YDK) KİT’lerle ilgili bir inceleme yaparak, atıl kapasite ile çalışan yerlere ya yatırım yapılmalı ya da derhal kapatılmalı tavsiyesini hükümete iletti. Yatırım yapılmayacağı kesin olduğuna göre, bu “tavsiye” işletmeleri derhal kapatın anlamına gelir. Bu işletmelerde çalışan personel emeklilik ya da işten çıkartma ile karşı karşıya kalacak.

YDK’nın, bulundukları bölgelerde ticari hayatın belkemiğini oluşturdukları için sosyal açıdan olumsuzlar yaratabileceğine de dikkat çektiği kuruluşlardan bazıları şunlar: Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, EKB (Et Balık Kurumu) Sümer Holding, KBİ (Karadeniz Bakır İşletmeleri), SEKA, Taksan, Çelbor, Denizcilik İşletmeleri, Gemi Sanayi, DİTAŞ.

Adı geçen işletmelerin KİT’ler arasında önemli yere sahip olduğu, özellikle SEKA ve Sümer Holding işçilerinin özelleştirmeye karşı kararlı tutum alarak direndikleri dikkate alındığında, sermaye devletinin daha saldırgan bir tutuma yöneleceği anlaşılmaktadır.

Hain bürokratlar eylem sözünü ağızlarına dahi almıyorlar

KİT’lerde geniş çaplı bir tensikata gidileceği kamuoyuna açıklandığında, Türk-İş’in bölge toplantıları başlamıştı. Buna rağmen ilk kez bu kadar pervasız bir açıklama gündeme getirebildi. Oysa bundan önceki tensikatlarda hükümet bazı yalanların ardına sığınarak işçileri yatıştırmaya özen gösterirdi. Bu kez, İMF’ye verilen son niyet mektubuna dayanılarak, ortaya konan hedefler son derece açık bir dille ifade edildi. Emekliliği gelmiş işçilerin kamu işletmelerinden işten çıkarılması planlanan sayının çok altında olduğu, bu sayının iş akitleri feshedilen işçilerle tamamlanacağı bildirildi. Bu pervasızlığın gerisinde, Bayram Meral haini ve çetesinin işçi sınıfını oyalayacağına duyulan güven var. Sınıf hareketindeki durgunluk düzen cephesini cesaretlendirmekle beraber, sendikaların tepesine çöreklenen inlerin sundukları hizmet daha belirleyici bir durumdadır.

Bölge toplantılarında sergiledikleri tutum, sınıfın tabanından dışa vuran mücadele dinamiklerini etkisizleştirmek için harcadıkları çaba, bu hain bürokratların ihanet sicillerine yeni sayfalar eklemeye hazırlandıklarının göstergesidir. İstanbul toplantısından çıkarttıkları dersle diğer toplantılarda işçilere söz hakkı tanımayarak ya da bürokratların belirlediği isimlerle sınırlayarak, salon toplantılarında bile sınıfın sesini boğmaya çabalamaktadırlar. Sonuç bildirgeleri önden hazırlanarak, işçilerin toplantılarda ısrarla dile getirdikleri eylem talepleri dikkate alınmamaktadır. Bayram Meral haini 800 profesyonel sendikacıyı Ankara’da toplayacaklarını tekrarlayıp durmakta, eylem lafını ağzına almaktan dahi kaçınmaktadır. Bütün veriler, bölge toplantılarının sınıfı oyalamak amacıyla gündeme getirildiğini, tabandan yansıyan alanlara çıkma, şalter indirme teplerini yatıştırmayı amaçladığını ortaya koymaktadır.

İşçi sınıfının izlemesi gereken yolu Sümerbank Bakırköy işçilerinin devam eden direnişi gösteriyor. Kapımıza dayanan emperyalist savaşa, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspına dur demek, özelleştirme, tensikat ve sendikasızlaştırma saldırılarını püskürtmek için, sendika ağalarının ablukasını parçalamak ve sermaye cephesi kadar kararlı bir duruş sergilemek gerekiyor. Sümerbank Bakırköy ve İzmit SEKA işçilerinin direnişleri bu açıdan son derece anlamlı ve önemlidir. Ancak bu direnişleri de aşan, işçi sınıfı ve emekçilerin geniş kesimlerini kapsayan ortak bir direniş-dayanışma hattı oluşturulmadan, İMF patentli azgın saldırıları püskürtmek ve geleceğimize sahip çıkmak söz konusu bile olamaz.



İMF ve TİSK’in saldırı hazırlıkları

İMF Türkiye şefi Juha Kahnonen Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral’i geçtiğimiz haftalarda ziyaret etti. İMF şefinin amacı, sendika bürokratlarından İMF programlarına açıktan destek istemekti. Meral toplantının hemen ardından yaptığı basın açıklamasında, “İMF şefine dersini verdik, biz onları öyle bağladık ki, geldiğine geleceğine pişman oldular” diyor. Aslında sermaye uşağı bu sendikacıyı böyle söyleten, Türk-İş’in bölge toplantılarında aldıkları tepki ve protestodur.

B. Meral ile İMF şefinin yaptığı pazarlığın perde arkasının gizlendiği açıktır. Bunun sonuçları önümüzdeki dönemde ortaya çıkacaktır. Yaklaşan toplusözleşme görüşmeleri, iş güvencesi yasası, kamudan işçi çıkartılması, kıdem tazminatlarının ertelenmesi gibi saldırılarda Türk-İş’in tavrı, bu görüşmenin kimin lehine sonuçlandığını gösterecek. 2002 yılı toplu sözleşmelerinde, bir önceki yıl olduğu gibi, sıfır sözleşme ve ücretsiz izinler gündeme gelecek.

Öte yandan B. Meral İMF’nin karşısında hükümeti savunmaya geçiyor, İMF programı çerçevesinde kamudan işçi atılmasına yönelik olarak, “İMF Hükümeti sıkıştırıyor, sorun yaratıyor, dediğimizi yapmazsan bunalım yaratacağım diyor, ama yine hükümet bizim hükümetimizdir. Böyle bir konuşma yapsa ona da müsaade etmeyiz” diyor. Yerli ve yabancı sermayeye tam bir sadakatle hizmet eden, emperyalist savaşta ABD’ye her türlü desteği veren İMF uşağı hükümeti, İMF’ye karşı savunmaya geçebiliyor.

B. Meral tabanın basıncı karşısında, 7 bölgede gerçekleştirecekleri toplantılardan sonra eylem kararı alacaklarını söylüyor. Fakat bu sözde eylem kararı 800 sendikacının Ankara’ya gitmesinin ötesine geçemiyor.

Bu arada sermaye saldırı atağına geçmiş bulunuyor. Sermaye örgütü TİSK Abant’taki toplantısının ardından iş güvencesi yasa taslağının hazırlanan biçimiyle görüşülmemesi için milletvekillerine taleplerini içeren bir mektup gönderdi. Mektupta; iş güvencesi mevcut haliyle çıkarsa, sadece özel sektör açısından değil kamu sektörü açısından da sorun yaratacağı, özelleştirme ve küçülme çalışmalarının engelleneceği söyleniyor.

Patronların itirazı, özelleştirme yoluyla sermayenin eline geçecek kuruluşlardan işçi atılması durumunda tazminat yükünün ağırlaşacak olmasıdır. İş güvencesi yasasında işçi haksız yere işten atılmışsa, yargı yoluna başvurarak haklılığını ispat ettiği koşullarda tekrar işe geri dönebilecek. TİSK bunun kendisi için bir “felaket” olduğunu söylüyor. Sanki iş kanununda işçi lehine gösterilen yasalar uygulanıyormuş gibi. Yasalarda sendikalaşma her işçinin hakkı, ama sendikalaşma yüzünden binlerce işçi işten atılıyor.

Mektupta, “İş güvencesi yasasında işten atılan işçi mahkemeye başvurduğunda haklı olduğu durumda işe tekrar geri dönebilecek, eğer işveren tarafından işçi işe başlatılmıyorsa kıdem ve ihbar tazminatlarının yanı sıra en az altı aylık, en çok bir yıllık ücreti tutarında para ödemek zorunda. Ayrıca mahkeme sonuçlanıncaya kadar 4 ay süreyle ücret ödemek zorunda” deniliyor. TİSK mektubunda gerçek işçi ücretlerini saklayarak, “1 milyar alan bir işçinin 10 yıllık kıdemi üzerinden alacağı tazminat 32 milyar" olacak diyor! Acaba hangi fabrikalarında işçilere 1 milyar maaş veriyorlar? TİSK iş güvencesinin meclisten geçmemesi için bu yalanların arkasına sığınıyor, yeni bir iş yasasının hazırlanmasını talep ediyor.

İşçi ve emekçilerin bu gidişe dur diyemedikleri, sendikal ihaneti boşa çıkaramadıkları koşullarda daha büyük bir yıkımla karşılacakları kesin. TİSK esnek çalışmanın en vahşi biçimini uygulamak için iş kanunun değişmesini talep ediyor. İş güvencesi yasasının mevcut haliyle çıkartılamayacağı ortada. Hükümetin inisiyatifine bırakılacak bir iş güvencesi yasası, işsizliği önleyemeyeceği gibi daha da artıracaktır. İşçi ve emekçiler “Herkese iş tüm çalışanlara iş güvencesi!” talebiyle mücadele alanlarına çıkmalı, bu arsızlığa gereken yanıtı vermelidirler.

A. Engin